27 Kasım 2007 Salı
Ama önce Alp
2
Ama önce “ Alp “ lik
ALP en kısa anlamı yiğit manasına gelen Asya kökenli Türkçe bir kelimedir. Her milletin yiğitlik anlayışı vardır. Kahramanları ve erenleri vardır. Kendi kültürlerinde kendi inançlarında kendi anlayışları çerçevesinde oluşan bir yiğitlik anlayışı her millette vardır. Sadece Alp kelimesini incelemek için evvela yiğitliğin” Alpliğin” hangi hallerde ne şekilde zuhur edeceği veya ettiği düşünülmelidir.
Burada kast edilen yiğitlik bilek gücü değildir. Cüsse değildir. Ölümden korkmamak değildir. Kısaca Yürektir. ALP kişi, dürüsttür. ilk ve en önemli erdemi dürüstlüktür Bu anlamada yiğitlik yürekte barınan ve zamanı geldiğinde zuhur eden önemli bir erdemdir. Kendini düşünmez. Mensubu olduğu milletinin tehlikeye düştüğünü gördüğü anda kendine ait ne varsa terk ederek varlığını milletine adayan kişidir. Sakin bir kişiliği vardır. Hemen sinirlenmez her olur olmaz yerde sesini yükseltmez. Özellikle zayıf insanlara ( Kadınlara yaşlılara ve çocuklara ) karşı son derece merhametli olur. Tevazuu elden bırakmaz. Böbürlenmez. Gururlanmaz. Gururunu sadece milli düşmanları karşısında gösterir. Yalan söylemez. Yalan söylemesine sebep olacak bir hareket yapmaz. Velev ki yaparsa bunu inkar etmez. Hata yapabilir, günah işleyebilir. Bu insani haller onda da olabilir. Ama o hatada ısrar etmez. Zaten yüreğinde bu erdemleri taşıyan kişi için “ Erenlik” kapıları açıktır. Zihin menfezleri maveraya açıktır. Sever, aşık olur, oda bir erkektir. Özellikle günümüzde bu akademiye soyunan kişiler için hata ve günahlar kaçınılmaz olarak ayağına dolaşacaktır. Ama bunlar üzerinde asla ısrar etmemeli ve özellikle şu üç önemli hasleti elden bırakmamalıdır. Dürüstlük, şuur ve aşırılıklardan uzak olmak
Özellikle evli bayanlara ve aile yapısına son derece önem vermelidir. Çünkü bunlara bulaşan kişi diğer erdemlerini de kaybeder.
Ama önce “ Alp “ lik
ALP en kısa anlamı yiğit manasına gelen Asya kökenli Türkçe bir kelimedir. Her milletin yiğitlik anlayışı vardır. Kahramanları ve erenleri vardır. Kendi kültürlerinde kendi inançlarında kendi anlayışları çerçevesinde oluşan bir yiğitlik anlayışı her millette vardır. Sadece Alp kelimesini incelemek için evvela yiğitliğin” Alpliğin” hangi hallerde ne şekilde zuhur edeceği veya ettiği düşünülmelidir.
Burada kast edilen yiğitlik bilek gücü değildir. Cüsse değildir. Ölümden korkmamak değildir. Kısaca Yürektir. ALP kişi, dürüsttür. ilk ve en önemli erdemi dürüstlüktür Bu anlamada yiğitlik yürekte barınan ve zamanı geldiğinde zuhur eden önemli bir erdemdir. Kendini düşünmez. Mensubu olduğu milletinin tehlikeye düştüğünü gördüğü anda kendine ait ne varsa terk ederek varlığını milletine adayan kişidir. Sakin bir kişiliği vardır. Hemen sinirlenmez her olur olmaz yerde sesini yükseltmez. Özellikle zayıf insanlara ( Kadınlara yaşlılara ve çocuklara ) karşı son derece merhametli olur. Tevazuu elden bırakmaz. Böbürlenmez. Gururlanmaz. Gururunu sadece milli düşmanları karşısında gösterir. Yalan söylemez. Yalan söylemesine sebep olacak bir hareket yapmaz. Velev ki yaparsa bunu inkar etmez. Hata yapabilir, günah işleyebilir. Bu insani haller onda da olabilir. Ama o hatada ısrar etmez. Zaten yüreğinde bu erdemleri taşıyan kişi için “ Erenlik” kapıları açıktır. Zihin menfezleri maveraya açıktır. Sever, aşık olur, oda bir erkektir. Özellikle günümüzde bu akademiye soyunan kişiler için hata ve günahlar kaçınılmaz olarak ayağına dolaşacaktır. Ama bunlar üzerinde asla ısrar etmemeli ve özellikle şu üç önemli hasleti elden bırakmamalıdır. Dürüstlük, şuur ve aşırılıklardan uzak olmak
Özellikle evli bayanlara ve aile yapısına son derece önem vermelidir. Çünkü bunlara bulaşan kişi diğer erdemlerini de kaybeder.
ALPERENLER AKADEMİSİ
ALPERENLER AKADEMİSİ
İLk Alperen Abdulkerim Satuk Buğra Han dır
Başka bir deyişle “ Sahib-ül seyf-ül kalem” Hem kalem sahibi hem kılıç sahibi anlamına gelen bu kelimenin bilenen en yakın tarihi Hoca Ahmet Yesevi ye kadar uzanır. Ancak “ Alperen” olarak kemiyet kazanmadan, ve ya isimlendirilmeden öncede, keyfiyet olarak Türk milletinin bilinen tarihi içerisinde “ Alperenlik” şuur ve karekter olarak vardı. Oğuz kağan ceddimden, Alp erTunga ya, Abdulkerim Satuk Buğra handan Timur a ve bunlarla aynı ideali paylaşan çevresindekilere kadar hemen hepside Alperendi. Ve bana göre Alp eren olarak anacağımız ilk kişi ilk isim Abdulkerim Satuk Buğra handır. Aslında “ alp” lik olarak zaten isimlendiriliyordu. Ancak İslam’dan önce de bu “Alp “ler o zamanki inandıkları dinlere bağlı insanlardı. Semavi bir din olmamasına rağmen bu alp ler inandıklarından taviz vermeyen karakterlere sahipti. O zaman şunu rahatlıkla söylemek mümkün. Alperenlik evvela bir karakter meselesi ve şuur alanıdır. Bu sebeple ALP lik ve erenlik ayrı ayrı birer haslet şeklinde değişik insanlarda buluna bilir. Ama her ikisinin aynı kişide olması halinde “ Alperen” unvanını ona yakıştırmak mümkündür
24 Kasım 2007 Cumartesi
Eğitim 3
Allah Resulü" Bir ülkede Hakimler ve hekimler bozulursa o ülke bozulur" buyurmuşlardır
İnsanlar yaşadıkları yeri kendilerine benzetirler, bunlar otoriteyi ellerine geçiren insanlar olursada yaşadıkları ülkeyi kendilerine benzetirler.
Burada “ benzetme” ruhi bir haldir. Ve nasıl o bir ruhi hale sahip olduğumuza bakınız ki: Kendi öz kızımızın bile kot pantolonları ile mini etek ile “ kem” gözlere peşkeş çekebiliyoruz... iş yerlerimizin tabelalarında “ yabancı” isimlerle temsil ediyoruz...
Kız – erkek karma eğitim sistemine önceden tepki gösterdiğimiz halde sonraları kuzu kuzu rıza gösterdik. Kız olsun erkek olsun, kendi çocuğumuzu kendi ellerimizle batının emellerine peşkeş çektik...
Yani kısaca, batı gibi bakmaya, batı gibi “ görmeye”, batı gibi yemeye , batı gibi içmeye, batı gibi düşünmeye başladık...
Bunun sebebi ise ruh biliminden uzak kalmamızdan kaynaklanmaktadır. Çünkü ülkede, isimlerin önlerine bir takım unvanlar koyarak batı psikolojik formasyonlarını Türkçe ye çevirerek “ gos gos” edenlerin, ne psikoloji ilmi ile uzaktan yakından alakaları var, ne de bu milletin ruhi yapısı hakkında en küçük bir bilgi sahibidirler...
Çünkü onlara göre, insan evrensel bir yaratıktır, eğitiminde evrensel olması gerekmektedir...
“ Evrensellikteki tek ölçü ise bu zevata göre” batı veya yahudidir...
Eğitimin ( terbiye) evrensel metodu olmaz, öğretim ise (talim) evrensel olabilir...
İlmi – hal – ( psikoloji veya ruh bilimi) evvela, şu cümlenin altını çizelim ve başta ülkemizde yaşayan din alimlerinin dikkatini çekelim...
Ülkemizde bir tane bile ilmi hal kitabı yoktur.
İlmi hal veya şimdiki yazım şekli ile hal ilmi...
İnsanlar yaşadıkları yeri kendilerine benzetirler, bunlar otoriteyi ellerine geçiren insanlar olursada yaşadıkları ülkeyi kendilerine benzetirler.
Burada “ benzetme” ruhi bir haldir. Ve nasıl o bir ruhi hale sahip olduğumuza bakınız ki: Kendi öz kızımızın bile kot pantolonları ile mini etek ile “ kem” gözlere peşkeş çekebiliyoruz... iş yerlerimizin tabelalarında “ yabancı” isimlerle temsil ediyoruz...
Kız – erkek karma eğitim sistemine önceden tepki gösterdiğimiz halde sonraları kuzu kuzu rıza gösterdik. Kız olsun erkek olsun, kendi çocuğumuzu kendi ellerimizle batının emellerine peşkeş çektik...
Yani kısaca, batı gibi bakmaya, batı gibi “ görmeye”, batı gibi yemeye , batı gibi içmeye, batı gibi düşünmeye başladık...
Bunun sebebi ise ruh biliminden uzak kalmamızdan kaynaklanmaktadır. Çünkü ülkede, isimlerin önlerine bir takım unvanlar koyarak batı psikolojik formasyonlarını Türkçe ye çevirerek “ gos gos” edenlerin, ne psikoloji ilmi ile uzaktan yakından alakaları var, ne de bu milletin ruhi yapısı hakkında en küçük bir bilgi sahibidirler...
Çünkü onlara göre, insan evrensel bir yaratıktır, eğitiminde evrensel olması gerekmektedir...
“ Evrensellikteki tek ölçü ise bu zevata göre” batı veya yahudidir...
Eğitimin ( terbiye) evrensel metodu olmaz, öğretim ise (talim) evrensel olabilir...
İlmi – hal – ( psikoloji veya ruh bilimi) evvela, şu cümlenin altını çizelim ve başta ülkemizde yaşayan din alimlerinin dikkatini çekelim...
Ülkemizde bir tane bile ilmi hal kitabı yoktur.
İlmi hal veya şimdiki yazım şekli ile hal ilmi...
Eğitim 2
İnsanlar yaşadıkalrı yere benzemezler, İnsanlar yaşadıkları yeri kendilerine benzetirler
Maddecilerin ( materyalist) gözle görmedikleri hiçbir şeye inanmama teorileri, yazık ki, İslam memleketlerinde de rağbet görmüş, buna bağlı olarak da son yüzyıl içerisinde ortaya çıkan nesil, ipe – sapa gelmez bir kavram kargaşasına düşürülerek ucu görünmez bir boşluğa itilmiştir!!!
Bir nesil düşününki, neye inanacağını, nasıl inanacağını bilmeden el yordamı ile önüne sürülen_ Marksist fikirleri, Darwinizm ve Froud-izm gibi ferdi hezeyanlar ve ütopik teorilerine sarılmış, ancak “ ocak başı kültürü” dediğimiz aile kültürü ile dışardan ithal olunan bu sapık fikirlerin arasında bocalamaya başlamıştır... Netice olarak da manzara – alkolün – fuhuşun – ucuz yaşamanın – neme lazımcılığın vurdum duymazlığın, yolsuzluğun, sorumsuzluğun, hırsızlığın, velhasıl, İslami bir maya verilen ruhları ile, eğitim, öğretim yolu ile verilen gayri islami ( aynı zamanda nefse hoş gelen) sorumsuz bir hayat anlayışının içine itilmişlerdir...
NİTEKİM: Çocuk eğitimi, ruhi haller ( ilmi hal) veya ( psikoloji) ve sosyal yapılanmayı “ evrensel” diyerek, batının ne kadar sapık anlayışları varsa ülkemize doldurulmuş, ayrıca milletler arası mücadelelerinde bu şekilde seyri değişmiştir...
Yani dün, bir Fransız askerinin Müslüman kadının başındaki örtüyü “ burası artık Fransız memleketidir, Fransız memleketinde ise baş örtüsü ile gezilmez” diyerek, kadınımızın başındaki ayet-i kerimeye el atması üzerine Kahramanmaraş ta geceli gündüzlü süren yirmi iki gün savaş olmuştu...
Ancak çok değil bir kaç on yıl sonra, uğruna oluk oluk kan akıttığımız kutsi değerlerimizi ayaklar altına aldık...
Neden mi? ?
İşte bu can alıcı sorunun cevabını, yukarda ki “ evrensel” kafaların nasıl oluştuğu? Sorusunun cevabında bulmaya çalışacağız...
İnsanlar yaşadıkları yeri kendilerine benzetirler!...
Maddecilerin ( materyalist) gözle görmedikleri hiçbir şeye inanmama teorileri, yazık ki, İslam memleketlerinde de rağbet görmüş, buna bağlı olarak da son yüzyıl içerisinde ortaya çıkan nesil, ipe – sapa gelmez bir kavram kargaşasına düşürülerek ucu görünmez bir boşluğa itilmiştir!!!
Bir nesil düşününki, neye inanacağını, nasıl inanacağını bilmeden el yordamı ile önüne sürülen_ Marksist fikirleri, Darwinizm ve Froud-izm gibi ferdi hezeyanlar ve ütopik teorilerine sarılmış, ancak “ ocak başı kültürü” dediğimiz aile kültürü ile dışardan ithal olunan bu sapık fikirlerin arasında bocalamaya başlamıştır... Netice olarak da manzara – alkolün – fuhuşun – ucuz yaşamanın – neme lazımcılığın vurdum duymazlığın, yolsuzluğun, sorumsuzluğun, hırsızlığın, velhasıl, İslami bir maya verilen ruhları ile, eğitim, öğretim yolu ile verilen gayri islami ( aynı zamanda nefse hoş gelen) sorumsuz bir hayat anlayışının içine itilmişlerdir...
NİTEKİM: Çocuk eğitimi, ruhi haller ( ilmi hal) veya ( psikoloji) ve sosyal yapılanmayı “ evrensel” diyerek, batının ne kadar sapık anlayışları varsa ülkemize doldurulmuş, ayrıca milletler arası mücadelelerinde bu şekilde seyri değişmiştir...
Yani dün, bir Fransız askerinin Müslüman kadının başındaki örtüyü “ burası artık Fransız memleketidir, Fransız memleketinde ise baş örtüsü ile gezilmez” diyerek, kadınımızın başındaki ayet-i kerimeye el atması üzerine Kahramanmaraş ta geceli gündüzlü süren yirmi iki gün savaş olmuştu...
Ancak çok değil bir kaç on yıl sonra, uğruna oluk oluk kan akıttığımız kutsi değerlerimizi ayaklar altına aldık...
Neden mi? ?
İşte bu can alıcı sorunun cevabını, yukarda ki “ evrensel” kafaların nasıl oluştuğu? Sorusunun cevabında bulmaya çalışacağız...
İnsanlar yaşadıkları yeri kendilerine benzetirler!...
Eğitim sistemi - 1
Davranış ilminin en önemli meselesi ruh halinin ruhi yapılanmanın seyrini ve oluşumunu bilmektir...
“Ruh akılla anlaşılmaz” düsturu çerçevesinde hadiselere baktığımız zaman: Allah’ın Kuran-da “Siz Ondan çok az şey bileceksiniz!” hükmünün “Çok az” ifadesindeki “Az” lığın; “Bilmek” fiilinde ifade etmeye çalıştığımız sadece hal-hareket-tavır eda kısaca: insanın dışa akseden RUHİ hallerinin tezahürüdür...
Ayrıca burada “Çok azın niceliğini ve niteliğini tesbit etmemiz mümkün olmadığından: İnsan bedenine yüklenen ve can ile sarmaş dolaş olarak “İnsan”ı ortaya çıkaran bu “ enerjinin” şeklini, yapısını, dokusunu, kokusunu “ bilmek” değil, belki burada “ yaratılış gayesini” günümüz idraklerine sunarken daha farklı bir bakış açısını kazandırmak, başka pencereler açmak, yüzyıllardır “ saplanıp” kalınan bazı İslami terimler – İslam hukukundaki bazı sosyal yaptırımları ( Dar-ül Harp – İlmi-hal,vs.) gibi, gündemini tespit – tahlil etme gayesini gütmektedir...
Ayrıca varmak istediğimiz en önemli nokta, yüzyıldan fazla bir zamandır kaybettiğimiz eğitim ve öğretim – talim ve terbiye metodumuzu yeniden kazanmaya, günümüz şartlarına uyarlamaya çalışmaktır.
Öte yandan, “ evrensel ilim” diyerek evvela bize yutturulan, sonrada “ ıkınmaya” bırakıldığımız ruh bilimi ( Psikoloji) çocuk eğitimi ( Pedagoji) ve sosyal yapılanmayı konu eden ( sosyoloji)'nin, “ Evrensel” olup olmadığını veya “ evrensellik” derecesini ortaya koymaya çalışacağız...
Kısaca – kendini bilmek – kendinden olmak –
İnsan olarak meselemizin öncelikle bu olduğu düşüncesindeyim...
“Ruh akılla anlaşılmaz” düsturu çerçevesinde hadiselere baktığımız zaman: Allah’ın Kuran-da “Siz Ondan çok az şey bileceksiniz!” hükmünün “Çok az” ifadesindeki “Az” lığın; “Bilmek” fiilinde ifade etmeye çalıştığımız sadece hal-hareket-tavır eda kısaca: insanın dışa akseden RUHİ hallerinin tezahürüdür...
Ayrıca burada “Çok azın niceliğini ve niteliğini tesbit etmemiz mümkün olmadığından: İnsan bedenine yüklenen ve can ile sarmaş dolaş olarak “İnsan”ı ortaya çıkaran bu “ enerjinin” şeklini, yapısını, dokusunu, kokusunu “ bilmek” değil, belki burada “ yaratılış gayesini” günümüz idraklerine sunarken daha farklı bir bakış açısını kazandırmak, başka pencereler açmak, yüzyıllardır “ saplanıp” kalınan bazı İslami terimler – İslam hukukundaki bazı sosyal yaptırımları ( Dar-ül Harp – İlmi-hal,vs.) gibi, gündemini tespit – tahlil etme gayesini gütmektedir...
Ayrıca varmak istediğimiz en önemli nokta, yüzyıldan fazla bir zamandır kaybettiğimiz eğitim ve öğretim – talim ve terbiye metodumuzu yeniden kazanmaya, günümüz şartlarına uyarlamaya çalışmaktır.
Öte yandan, “ evrensel ilim” diyerek evvela bize yutturulan, sonrada “ ıkınmaya” bırakıldığımız ruh bilimi ( Psikoloji) çocuk eğitimi ( Pedagoji) ve sosyal yapılanmayı konu eden ( sosyoloji)'nin, “ Evrensel” olup olmadığını veya “ evrensellik” derecesini ortaya koymaya çalışacağız...
Kısaca – kendini bilmek – kendinden olmak –
İnsan olarak meselemizin öncelikle bu olduğu düşüncesindeyim...
23 Kasım 2007 Cuma
Yüreği olan beri gelsin
Aynadaki kendini değil, kendindeki aynayı görenler,
fiziklerindeki güzelliği ile değil
yüreklerindeki erdemlerle hayat sürenler
beri gelsinler.
***
Bırak atsınlar iftirayı !Ne söylerlerse söylesinler de, sıkılmayan utanmayan onlar olsun.
Sen yüreğini geniş tut. Olabildiğince geniş.
Varsın en delişmen tayların toynakları parçalasın yüreğini.
En yağız atlar, yarış yapsınlar gönlünün sonsuzluklarında.
“ Seviyorum! “ Demek; O kadar ucuz, o kadar basit, o kadar dile kolay mı geliyor?
“ Seviyorum!” Demek; Bu kadar sorumsuz, bu kadar hesapsız, bu kadar pervasızlık mı gerektiriyor?
Halbuki: “Seviyorum!” Demek;
En geniş yüreklerin, en geniş otlaklarında, misli görülmemiş depremler meydana getirmez mi sanıyorsunuz?
Yani:“ Seviyorum!” demek; Sevgilinin göz bebeklerine dalıp, kendinden geçmek değil midir?
“ Seviyorum!” demek; Sevgilinin saçlarını karıştırıp, ona ninniler söylerken hayata veda etmek değil midir?
“ Seviyorum!” demek;Sevgiliye ait ne varsa, hepsini sevmek, hepsini tanımak, hepsini görmek değil midir?
“ Seviyorum!” demek; Sevgilinin rengine boyanmak değil midir?“
“Seviyorum” demek;İdam sehpasına boyun uzatmak değil midir?
Sen yüreğini geniş tut. Olabildiğince geniş.
Varsın en delişmen tayların toynakları parçalasın yüreğini.
En yağız atlar, yarış yapsınlar gönlünün sonsuzluklarında.
“ Seviyorum! “ Demek; O kadar ucuz, o kadar basit, o kadar dile kolay mı geliyor?
“ Seviyorum!” Demek; Bu kadar sorumsuz, bu kadar hesapsız, bu kadar pervasızlık mı gerektiriyor?
Halbuki: “Seviyorum!” Demek;
En geniş yüreklerin, en geniş otlaklarında, misli görülmemiş depremler meydana getirmez mi sanıyorsunuz?
Yani:“ Seviyorum!” demek; Sevgilinin göz bebeklerine dalıp, kendinden geçmek değil midir?
“ Seviyorum!” demek; Sevgilinin saçlarını karıştırıp, ona ninniler söylerken hayata veda etmek değil midir?
“ Seviyorum!” demek;Sevgiliye ait ne varsa, hepsini sevmek, hepsini tanımak, hepsini görmek değil midir?
“ Seviyorum!” demek; Sevgilinin rengine boyanmak değil midir?“
“Seviyorum” demek;İdam sehpasına boyun uzatmak değil midir?
***
Yoksa;
“Seviyorum!” demek;
Bakkaldan alınan ucuz çiklet sakızı gibi ağzınızda bir iki geveleyip tükürüp atmak mıdır?
“ Seviyorum” demek; Sevgiliyi bir kedi yavrusu gibi, iki sokak öteye bırakmak mıdır?
“ Seviyorum” demek; Bir heves uğruna, sevgiliyi gözden çıkartmak mıdır?“
Seviyorum” demek; Sevgi umanına dalıyormuş gibi görünüp aldatmak mıdır?
Seviyorum” demek; Sevgiliyi ağlatmak mıdır?
Yoksa;“Seviyorum” demek ;
AŞK’ ın ufkunu daraltmak mıdır?
“Seviyorum!” demek;
Bakkaldan alınan ucuz çiklet sakızı gibi ağzınızda bir iki geveleyip tükürüp atmak mıdır?
“ Seviyorum” demek; Sevgiliyi bir kedi yavrusu gibi, iki sokak öteye bırakmak mıdır?
“ Seviyorum” demek; Bir heves uğruna, sevgiliyi gözden çıkartmak mıdır?“
Seviyorum” demek; Sevgi umanına dalıyormuş gibi görünüp aldatmak mıdır?
Seviyorum” demek; Sevgiliyi ağlatmak mıdır?
Yoksa;“Seviyorum” demek ;
AŞK’ ın ufkunu daraltmak mıdır?
Böyle sanıyorlarsa sevgiyi, bırakın sevmesinler!
Onlar; iki dakikalık zevkleri uğruna, zağar cinsi köpekler gibi, her gün bir başka av peşinde iz koklayadursunlar;
Sen :
Gönlünün en geniş otlakların da sevgilinin gözleri ile yüreğini bütünleştirebiliyor musun?
Maveraya açılan pencerelerin binlercesinden, binlerce defa, binlerce duyguyu terennüm ettirip, en çirkin halleri bile güzelleştirebiliyor musun?
Sen! Milyon yıllık bir cesedin, toprakla bütünleşmiş kemiklerini AŞK ile birleştirebiliyor musun?
Derin bakışların altında ki diğer “ Sen”i. tüm çıplaklığın ile sevgilinin önüne serpiştirebiliyor musun?
Ya da: dize gelebiliyor musun Aşk’ın önünde lime lime
****
Bırak onlar, fitne ve fesat üretsinler, Bırak onlar, istedikleri kadar yalan ve iftira uydursunlar,
Bırak onlar, Birbirlerinin nefeslerini koklamak uğruna, dillerine gelen ne kadar yalan varsa gerçekmiş gibi anlatsın,
Bırak onlar, birbirlerinin kıçlarını yalamak için ne kadar gerçek varsa ırzına geçsinler.
Bırak onlar,ucuz çiklet sakızı gibi birbirlerinin sevgisini çiğneyip, çiğneyip tükürsünler.
Ve bırak onları sevgi dedikleri “Zan” la sürüm, sürüm, sürünsünler.
Sen, yüreğini geniş tut. En cins At’lar dört nala koşsunlar yüreğinin derinliklerin de.
Sen geniş ol, sabırlı ol…
Her şeyimsin!” dediği insanı
“ Bıktım usandım!” diyerek aldatan fahişe ruhlar!;
“ Siz oynaya durun sevgi dediğiniz zan ‘la, çiğneye durun ölü etlerinizi!!!”Ben sabırla toplayacağım bu aşk’ın meyvesini…
Siz, hazımsızlığın kazurat çukurun da umman sanarak yüze durun, Siz, fahişe duygularınızı sevgi diye yutturun.
Ben yüreğimi geniş tutup sabırlı olacağım.
Ben yüreğimi soylu At’ların toynaklarına bırakıyorum. Tepelerse onlar tepelesinler yüreğimi. Ben gönül penceremi genişleteceğim daralıp bunalmayacağım.
Ne derseniz deyin hep sevgi ile dolu olup, sevgiyle kalacağım…
“ Sevmek” geride ne varsa bırakmak değil midir?“
“ Sevmek “ gemileri yakmak!”değil midir?
“ Sevmek” sevgiliye gül atmak değil midir?
“ Sevmek” geçici arzuları , tozlu raflara atmak değil midir?
Ve en doğrusu:
“Sevmek!”:
Yüreği arıtmak değil midir?
Gel Sıla! Ne olursan ol. Hangi halde, hangi durumda olursan ol gel .
Gel , Öyle sarıl, öyle sarıl ki kendin de kaybolasın,
Gel, öylesine sarıl ki, Allah tan başkasına yer kalmasın!!!
Sıla! Allah sende olduğundan, senden kopamıyorum; Ve Allah bende olduğundan sana tapamıyorum.
Gel, koy başını yüreğime, bak neler söylüyor hücrelerim?
Yüreğim yangın yeri , söndüremiyorum.
Ve seni öyle yaşattım, öyle yaşattım ki kendimde! öldüremiyorum!...
Sen :
Gönlünün en geniş otlakların da sevgilinin gözleri ile yüreğini bütünleştirebiliyor musun?
Maveraya açılan pencerelerin binlercesinden, binlerce defa, binlerce duyguyu terennüm ettirip, en çirkin halleri bile güzelleştirebiliyor musun?
Sen! Milyon yıllık bir cesedin, toprakla bütünleşmiş kemiklerini AŞK ile birleştirebiliyor musun?
Derin bakışların altında ki diğer “ Sen”i. tüm çıplaklığın ile sevgilinin önüne serpiştirebiliyor musun?
Ya da: dize gelebiliyor musun Aşk’ın önünde lime lime
****
Bırak onlar, fitne ve fesat üretsinler, Bırak onlar, istedikleri kadar yalan ve iftira uydursunlar,
Bırak onlar, Birbirlerinin nefeslerini koklamak uğruna, dillerine gelen ne kadar yalan varsa gerçekmiş gibi anlatsın,
Bırak onlar, birbirlerinin kıçlarını yalamak için ne kadar gerçek varsa ırzına geçsinler.
Bırak onlar,ucuz çiklet sakızı gibi birbirlerinin sevgisini çiğneyip, çiğneyip tükürsünler.
Ve bırak onları sevgi dedikleri “Zan” la sürüm, sürüm, sürünsünler.
Sen, yüreğini geniş tut. En cins At’lar dört nala koşsunlar yüreğinin derinliklerin de.
Sen geniş ol, sabırlı ol…
Her şeyimsin!” dediği insanı
“ Bıktım usandım!” diyerek aldatan fahişe ruhlar!;
“ Siz oynaya durun sevgi dediğiniz zan ‘la, çiğneye durun ölü etlerinizi!!!”Ben sabırla toplayacağım bu aşk’ın meyvesini…
Siz, hazımsızlığın kazurat çukurun da umman sanarak yüze durun, Siz, fahişe duygularınızı sevgi diye yutturun.
Ben yüreğimi geniş tutup sabırlı olacağım.
Ben yüreğimi soylu At’ların toynaklarına bırakıyorum. Tepelerse onlar tepelesinler yüreğimi. Ben gönül penceremi genişleteceğim daralıp bunalmayacağım.
Ne derseniz deyin hep sevgi ile dolu olup, sevgiyle kalacağım…
“ Sevmek” geride ne varsa bırakmak değil midir?“
“ Sevmek “ gemileri yakmak!”değil midir?
“ Sevmek” sevgiliye gül atmak değil midir?
“ Sevmek” geçici arzuları , tozlu raflara atmak değil midir?
Ve en doğrusu:
“Sevmek!”:
Yüreği arıtmak değil midir?
Gel Sıla! Ne olursan ol. Hangi halde, hangi durumda olursan ol gel .
Gel , Öyle sarıl, öyle sarıl ki kendin de kaybolasın,
Gel, öylesine sarıl ki, Allah tan başkasına yer kalmasın!!!
Sıla! Allah sende olduğundan, senden kopamıyorum; Ve Allah bende olduğundan sana tapamıyorum.
Gel, koy başını yüreğime, bak neler söylüyor hücrelerim?
Yüreğim yangın yeri , söndüremiyorum.
Ve seni öyle yaşattım, öyle yaşattım ki kendimde! öldüremiyorum!...
Alperence
İNSANA- HAYATA- SANATA VE SİYASETE ALPEREN'CE BAKIŞ
Gözümün nuru Hacı Bektaş tan, gönlümün sesi Yunus emre ye,
Mana aleminin sarrafı Mevlana dan şah kapısının piri Sultan Abdala
Yürek yangını Ozan Ariften, Çile İnsanı Ahmet Kaya'ya
Ve Anadolu’nun kuralsız sesleri ;
Mahzuni Şerif'ten Abdurrahim Karakoç’a kadar
Anadolu'nun bu çok renkli iklimini mücerret kıymetler potasında eritmek
Ciğerinden kalemine kan çekerek kütüphane çapında beyin çatlatan
Üstat Necip Fazıl beyin fikir dünyasında
Anadolu insanının zihin coğrafyasını çizmek
Buradaki değerlerin hayata hakim olmasını sağlamak
Ahlaksızlığın ahlak, edebisizliğin edep olarak algılandığı günümüzde
Daha edeplisini göre bile edepsizlik etmeyecek fıtrat çizgisini belirlemek
Erkeğinde asalet,kadınında zarafeti kaybeden bir topluluk yerine
Her biri diğerinin üstün kılınan meziyetlerini
tanıyıcı, kabullenici ve hazmedici yüreğe sahip nesiller eğitmek
Ve Bizans entrikaları ile değil
insan haysiyetini esas alan siyasi anlayışı hakim kılmaktır
Mana aleminin sarrafı Mevlana dan şah kapısının piri Sultan Abdala
Yürek yangını Ozan Ariften, Çile İnsanı Ahmet Kaya'ya
Ve Anadolu’nun kuralsız sesleri ;
Mahzuni Şerif'ten Abdurrahim Karakoç’a kadar
Anadolu'nun bu çok renkli iklimini mücerret kıymetler potasında eritmek
Ciğerinden kalemine kan çekerek kütüphane çapında beyin çatlatan
Üstat Necip Fazıl beyin fikir dünyasında
Anadolu insanının zihin coğrafyasını çizmek
Buradaki değerlerin hayata hakim olmasını sağlamak
Ahlaksızlığın ahlak, edebisizliğin edep olarak algılandığı günümüzde
Daha edeplisini göre bile edepsizlik etmeyecek fıtrat çizgisini belirlemek
Erkeğinde asalet,kadınında zarafeti kaybeden bir topluluk yerine
Her biri diğerinin üstün kılınan meziyetlerini
tanıyıcı, kabullenici ve hazmedici yüreğe sahip nesiller eğitmek
Ve Bizans entrikaları ile değil
insan haysiyetini esas alan siyasi anlayışı hakim kılmaktır
22 Kasım 2007 Perşembe
ABD nin dramatik sonu
Bilmem kaçıncı Bush un danışmanı, Türklerin neler yapabilecekleri noktasında şunları söylüyordu;
“ İslam dünyası muazzam ordulara karşı direnişin mümkün olduğu inancına yüz yıl öncesinden sahipler. Ama zaman içinde ve sürekli süper güç propagandaları ile onların gözlerini korkutmuştuk. Ancak son zamanlarda gerek bizim Vietnam da, gerekse Sovyetlerin Afganistan da yediği darbe ile İslam alemindeki bu psikolojik kırılma yerini mücadele azmine bırakmaya başladı. Bizim general Aidi di yi ele geçirmek için Somali de yaptığımız harekat ve arkasından hezimete uğramamız bunun tuz biberi oldu. Son olarak Irak ta ki direniş örgütleri ve bunları başarıları….!”
Bilmem kaçıncı Bush öfkeyle adamın sözünü kesti
“ Başarımı ? Ne başarısı be? Sende mi başarı diyorsun buna”
“ Efendim ben asimetrik savaşın direniş örgütlerinde ki psikolojik direnme gücünü anlatıyorum.”
“ Hayır! Sen bana Felluce de ölen bir kaç Amerikan askerinin kamu oyundaki yansımasını anlatıyorsun.”
Sonra bağırarak oval ofiste yuvarlak bir tur attı
“ Tabii ölecek birkaç asker… Herhalde oraya çiçek pazarlamaya gitmedik. Savaşa gittik.”
“Peki efendim. Güçlü ordularla savaşmanın ancak asimetrik savaşla mümkün olduğunu anlamış durumdalar. Bu sebeple her direniş gurubu kendi coğrafi yapısı içerisinde mücadele ediyor ve bizim onlarla ayrı ayrı strateji belirlememiz gerekiyor. Burada eğittiğimiz askerlerin dünyanın her köşesine göre eğitmemiz ve buna göre strateji uygulamamız gerekiyor ki buda mümkün değil efendim. Türk ordusu emir komuta zincirini eline geçirdiğinde ise neler olabileceğini düşünmek bile istemem doğrusu”.
“ İslam dünyası muazzam ordulara karşı direnişin mümkün olduğu inancına yüz yıl öncesinden sahipler. Ama zaman içinde ve sürekli süper güç propagandaları ile onların gözlerini korkutmuştuk. Ancak son zamanlarda gerek bizim Vietnam da, gerekse Sovyetlerin Afganistan da yediği darbe ile İslam alemindeki bu psikolojik kırılma yerini mücadele azmine bırakmaya başladı. Bizim general Aidi di yi ele geçirmek için Somali de yaptığımız harekat ve arkasından hezimete uğramamız bunun tuz biberi oldu. Son olarak Irak ta ki direniş örgütleri ve bunları başarıları….!”
Bilmem kaçıncı Bush öfkeyle adamın sözünü kesti
“ Başarımı ? Ne başarısı be? Sende mi başarı diyorsun buna”
“ Efendim ben asimetrik savaşın direniş örgütlerinde ki psikolojik direnme gücünü anlatıyorum.”
“ Hayır! Sen bana Felluce de ölen bir kaç Amerikan askerinin kamu oyundaki yansımasını anlatıyorsun.”
Sonra bağırarak oval ofiste yuvarlak bir tur attı
“ Tabii ölecek birkaç asker… Herhalde oraya çiçek pazarlamaya gitmedik. Savaşa gittik.”
“Peki efendim. Güçlü ordularla savaşmanın ancak asimetrik savaşla mümkün olduğunu anlamış durumdalar. Bu sebeple her direniş gurubu kendi coğrafi yapısı içerisinde mücadele ediyor ve bizim onlarla ayrı ayrı strateji belirlememiz gerekiyor. Burada eğittiğimiz askerlerin dünyanın her köşesine göre eğitmemiz ve buna göre strateji uygulamamız gerekiyor ki buda mümkün değil efendim. Türk ordusu emir komuta zincirini eline geçirdiğinde ise neler olabileceğini düşünmek bile istemem doğrusu”.
11 Eylül 2000 de Amerika da havalanan iki yolcu uçağının dünya ticaret merkezine doğru rota değiştirerek çarpmasından sonra mı başlamıştı? Yoksa 1979 yılında İran da başlayan Ayetullah Humeyni nin Şahı tarihe gömmesi ile mi bu sürece girilmişti?
Hangi şekilde olursa olsun İslam coğrafyasında emperyalizme karşı başlatılan mücadele sürecinin 11 Eylülde ABD yi merkezinde vurması ile daha geniş bir alana yayıldığını gösteriyordu. Başta ABD olmak üzere Fransa İngiltere Rusya ve diğer AB ülkeleri yıllarca kan kusturdukları, fitne ve fesatla kanını emdikleri Ortadoğu ülkelerinden şamarı yemeye başlamışlardı. Artık mesele sadece siyasi sınırlar içerisinde kalmamış İslam dünyasında global bir direniş başlatılmıştı. Savaşın adresi belli değildi yani. Cephelerin stratejik planları yapılamıyordu. Cepheyi kendileri açmıyorlardı. Nerden vurulacakları, nasıl vurulacaklarını kendileri de tahmin edemiyorlardı. Londra’nın göbeğinde metrolar bombalanırken, Madrid de havaya uçurulan bir tren istasyonu başka bir cephenin açıldığını gösteriyordu ondan önce.
İslam’ın farklı bir hayat kavrayışının olması kendine ait hayat alanını da gerekli kılar. Eşyaya ve mekana kendi ölçülerini getirir ve kendi tarzını vaaz eder. Hayat alanını kendi oluşturur hadiseleri kendi üretir.Yani Amerikalı gibi Avrupalı gibi değil Müslüman Türk olarak düşünür ve buna göre hayatını tanzim eder. Tabii ki buda globalleşen dünyada bu gün kendilerini rahat hisseden Batılının alanının daralması ve hatta çok küçülmesi demektir.
ortadoğu için çözüm
Türk milleti olarak İslam aleminin lider sıfatı ile kurtuluşun, İslam tarihinin yeniden başlaması. İslam dinin yeniden ihya olması ile mümkün olacağı düşüncesi ile bakacağız olaylara. Çünkü İslam tarihi tek alanda yani misal verelim ekonomik alanda ortaya çıkmayacaktır. Tüm bir dünya görüşü olarak çıkacak ve kendi hayat alanını oluşturacaktır. Ve dünyaya yayılacaktır. O zaman batı devletleri sadece bu güçle uğraşmayacak aynı zamanda kendi bünyesindeki Müslümanlar la da muhatap olacaktır. İşte o zaman bizlere dayatılan azınlık hakları iddiaları kendilerinin de başında demoklesin kılıcı gibi duracaktır. Onlarda bunu önlemenin tedbirini üretemeyeceklerdir.
İslam dünyasının batı karşısında direnebileceğinin kabul edilmesi ile başlayan bir sürece girdik. Bu yeni süreçte, başka bir kültür ikliminin de olmadığını görüyorsunuz. Bunun global bir mücadele alanı olduğunu da kabul etmek gerek. Dünyaya hakim olan bu iki kadim kültürün mücadelesi olacak bu. Unutmayınız ki İslam karşısında küfür tek millettir.
Onların en fazla yararlanmaya çalıştığı Şia inanışın Sünni inanışla çatışmasıdır. Böyle bir zehaba kapılmalarıdır. Bu doğru değildir. Bu göz ardı edilecek kadar küçük ve ehemmiyetsiz bir farklılıktır. Kaldı ki Şia ve sünni mezhebinin otoriteleri de böyle bir farklılığı öne sürerek mezhep taassubu ile hareket etmekten kaçınmaktadırlar. İslam da ki bu farklılıklar birleşmeyi engellemez. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Bütün mesele İslam hukukunun kuralları üzerinde birleşmek ve bunun uygulanabilirliliği üzerinde hem fikir olmaktır. Ve o zaman görülecektir ki dünyanın her yerinde bulunan Müslüman halklar buna riayet edeceklerdir.
Ayrıca Irak hükümeti ve Amerika PKK konusunda yalan söylüyorlar. Kürdistan kurulduğunda bile PKK sürekli olarak bir taraftan İran’a bir taraftan da Türkiye ye karşı kullanılacak koz olarak ellerinde olacaktır
Aldanmayın…Amerika yalancıdır ve İsrail in uşağıdır. Amerikanın ruhunu oluşturan ve Amerika’yı kuran mütedeyyin Hıristiyan vatandaşlar eğer hükümetlerinin orta doğuda İsrail için politika ürettiklerini öğrenirlerse ABD nin sonu gelecektir. Buna da çok kalmamıştır.
Türk milleti! ABD Başkanı Bilmem kaçıncı Bush doğru söylüyor. Başlattığı bir haçlı seferidir. Ama bu sefer onların son seferleri olacaktır. ABD dış işleri bakanının Lübnan dan yaptığı açıklama ve yeniden düzenlenen orta doğu haritası. Her şeyi ortaya koymuyor mu?. Artık miadı dolan bir beşeri güç vardır ellerinde. Bu zamana kadar döktükleri masum insanların kanlarında boğulacaklardır. Ancak gözleri kör olduğu için bunu görmüyorlar.
Müslüman Türk!
İslam alemi birbirleri ile iktisadi ve siyasi birlik veya iş birliği sağlayamamış görünüyor. Birbirlerine karşı düşmanca hisler ve hatta savaşlara kadar varan olumsuz münasebetler sergilediği de görünen bir gerçek. Bu durumda, parçalamış coğrafya görüntüsü verdiği de doğrudur. Buna rağmen batı karşısında dini ve kültürel açıdan bir blok olarak görünmeye devam etmektedir. Kendi içimizde böyle görünmüyor olabiliriz. Ama batıdan baktığınız zaman bu net olarak görülmektedir. Zaten Amerika’nın tüm İslam coğrafyası üzerine gelmesi de bunu böyle gördüğünün en önemli göstergesidir.”
Ey İman edenler!
İki yüz yıldan beri sizin münevver zannettiğiniz ve başınıza getirdiğiniz kişiler tek adres olarak batıyı gösterdiler. Gelişmenin ve medeniyetin merkezi olarak batıyı işaret ettiler. Bu sebeple onlar karşısında bir tavır geliştirmediniz. Bir duruş sergilemediniz. Allah Resulünün sizlere bıraktığı emaneti namaz kılmaktan oruç tutmaktan ibaret bir din olarak gördünüz ve İslam dinini hayat alanınızdan kaldırdınız. Bir baş örtüsüne dahi tahammül edemeyen sistemlere sarıldınız.
Bazı yerlerde ise “İslam sosyalizmi” diyerek çılgınca fikirlere kapılanlarda oldu. Ama gördünüz ki Allah’ın dinine sıkıca sarılmak ve onu hayatınızın her safhasında yaşamak mecburiyetindesiniz. Çünkü siz onlardan olmadan asla onlarla dost olamazsınız.
Bazılarınız ise Bir zamanlar Halifeye ve onun ordusuna ayaklandınız. Yer altı zenginliklerinizi İngilizlerle ve Amerikalılarla yediniz. Ve halen daha onlarla dost geçiniyor birbirinize düşmanlık ediyorsunuz.”
Batının diğer kanadını temsil eden Amerika nın,kör gözle ve şizofreni hastalığının çabaları ile Dünyanın bir tarafına saldırması, batının diğer tarafı olan ve sizlerin Avrupa Birliği diyerek kapısında pineklediğiniz kanadının ise çenesi düşük kadınlar gibi konuşmaktan başka bir şey yapmadıklarını görmek, neler olduğunu anlamak açısından sizlerin basiretlerini açmıyor mu? İsrail için gösterilen çabalardan küfrün tek Millet olduğunu halen anlamadınız mı? Sizler halen daha Kürt,Türk diyerek, Arap acem diyerek birbirlerinize kin kusuyor diş biliyorsunuz. Allah’ın Resulü size vaaz etmedi mi. “Arap’ın Arap olmayanlardan üstünlüğü yoktur.” demedi mi? Siz halen daha ırklarınızla övünüyor ve cahilliye dönemine geri dönüyorsunuz.
Amerika’nın daha önceki yaptığı gibi mazlum milletlere Jandarmalık vazifesi hissini ne zaman üzerinizden atıp Siyonistlerin orta doğuda yolunu açmak , için bu dev gücü kullanıldığını anlayacaksınız?”
Kendi elleri ile yaptıkları ve dünyaya yutturdukları Birleşmiş Milletler teşkilatının fonksiyonları yine kendi elleri ile çöpe atmadılar mı? Daha bunu ne zaman anlayacaksınız?”
“Ey Türk Milleti ;
Dünyanın batıdan etkilenmesinin hızlandığı son dönemlerde geri kalmış ülkelerin gelişmeye değil öncelikle ahlaksızlaşmaya başladığını görülmektedir. Batıdan transfer edilen her teknoloji aygıtı beraberinde ahlaksızlığı da getirmiş ve ahlaksızlığı tetiklemiştir. Batının hayat tarzını kabullenmenin gelişmeyi de garantileyeceği şeklindeki yanlış anlayış ne yazık ki Osmanlı aydınlarından bu güne kadar gelen aydınlar hastalığını oluşturmuştur. Her ne kadar da mütedeyyin kesim buna tepki gösterse de, karma eğitim den tutunda, kadınlarınızın sokağa dökülmeleri ve kadın hakları adı altında kadınlarınızı erkeklerinize karşı kışkırtılmasına kadar hemen her alanda sistem eli ile zorlanmıştır ve hastalık aydınlar aracılığı ile devlet hastalığı haline gelerek bu gün dahi baş örtüsü bahanesi ile Allah ın ayetleri tartışılır hale gelmiştir.”
Dünyanın batıdan etkilenmesinin hızlandığı son dönemlerde geri kalmış ülkelerin gelişmeye değil öncelikle ahlaksızlaşmaya başladığını görülmektedir. Batıdan transfer edilen her teknoloji aygıtı beraberinde ahlaksızlığı da getirmiş ve ahlaksızlığı tetiklemiştir. Batının hayat tarzını kabullenmenin gelişmeyi de garantileyeceği şeklindeki yanlış anlayış ne yazık ki Osmanlı aydınlarından bu güne kadar gelen aydınlar hastalığını oluşturmuştur. Her ne kadar da mütedeyyin kesim buna tepki gösterse de, karma eğitim den tutunda, kadınlarınızın sokağa dökülmeleri ve kadın hakları adı altında kadınlarınızı erkeklerinize karşı kışkırtılmasına kadar hemen her alanda sistem eli ile zorlanmıştır ve hastalık aydınlar aracılığı ile devlet hastalığı haline gelerek bu gün dahi baş örtüsü bahanesi ile Allah ın ayetleri tartışılır hale gelmiştir.”
Arkadaşlar;
Unutmayınız ki batının modernleşme süreci, ahlaksızlaşma süreci ile aynıdır.İçinde bulunduğunuz şu hale bakın ve Allah’tan korkun.
Kaldı ki batının bu gün yaşadığı ahlak zemini ahlaksızlığın ahlakıdır. Ve ahlaksızlığın en uç noktasında bulunmaktadırlar.
Ahlaksızlık ile düşünce hürriyetini birbirine karıştıran batı felsefecileri ve düşünce adamları yanılmışlardır.
Düşünce hürriyetinde ki sınırsızlık, kendince bir ahlak anlayışını da gerçekleştirmekten imtina etmemiş ve hatta ahlaksızlık sınırı düşünce hürriyetinin sınırını ciddi anlamda aşarak buna da kendince kılıf uydurmuştur.
Bunun en açık ve net şeklini cinsel hürriyet anlayışı ile ortaya attıkları alanda görüyoruz. Fuhşu ilk okul çağına kadar indirmiş ve ne yazık ki bazı Müslüman topluluklarda da bu anlayış kabul görerek Allah’ın şiddetle ret ettiği fuhuş hayata hakim olmaya başlamıştır. Entegre hale getirilmiştir.
Unutmayınız ki batının modernleşme süreci, ahlaksızlaşma süreci ile aynıdır.İçinde bulunduğunuz şu hale bakın ve Allah’tan korkun.
Kaldı ki batının bu gün yaşadığı ahlak zemini ahlaksızlığın ahlakıdır. Ve ahlaksızlığın en uç noktasında bulunmaktadırlar.
Ahlaksızlık ile düşünce hürriyetini birbirine karıştıran batı felsefecileri ve düşünce adamları yanılmışlardır.
Düşünce hürriyetinde ki sınırsızlık, kendince bir ahlak anlayışını da gerçekleştirmekten imtina etmemiş ve hatta ahlaksızlık sınırı düşünce hürriyetinin sınırını ciddi anlamda aşarak buna da kendince kılıf uydurmuştur.
Bunun en açık ve net şeklini cinsel hürriyet anlayışı ile ortaya attıkları alanda görüyoruz. Fuhşu ilk okul çağına kadar indirmiş ve ne yazık ki bazı Müslüman topluluklarda da bu anlayış kabul görerek Allah’ın şiddetle ret ettiği fuhuş hayata hakim olmaya başlamıştır. Entegre hale getirilmiştir.
Serbest düşüncenin, hayatı serbest yaşamayı gerektireceği doğru bir yaklaşımdır. Bu anlamda seküler bakış da tutarsızlık yoktur.
Türk milleti ve Ey iman edenler!
Ancak! bu anlayışın batıda Hıristiyanlıkla yaptığı yoğun mücadele her ikisi arasında bir kan davası doğmasına sebep olmuş ve dine dair her ne varsa yok etme hedefini amaç eden bir materyalist anlayış hakim olmuştur.
Seküler bakış açısının ve hayat alanının genişlemesi ile dinin hayattan mümkün olduğunca çekilmesi en azından bir ahlaki boşluğun oluşmasını sağlamıştır.
İşte İslam aleminin yara aldığı en önemli nokta budur. Unutmayın ki, ceddimiz İslamiyet le Viyana kapılarına gittiler. Ama oradan Sakarya ya bizi sözde Müslümanlar geri getirdiler.”
Değerli arkadaşlar
Münevverlerinizin aldandığı noktada buradadır. Materyalist anlayışın bir takım ahlaki değerleri üreteceği düşüncesinde yanılmışlardır. Allah korkusu ve Peygamber sevgisinin kalmadığı bir toplumda seküler anlayış ve kapitalist zihinlerde ahlak ferdi bir dürtüden öte anlam taşımaz ve ahlaksızlık tüm müesseselere hakim olurken herkes “ ahlaklı “ olduğunu savunur.
Türk milleti ve Ey iman edenler!
Ancak! bu anlayışın batıda Hıristiyanlıkla yaptığı yoğun mücadele her ikisi arasında bir kan davası doğmasına sebep olmuş ve dine dair her ne varsa yok etme hedefini amaç eden bir materyalist anlayış hakim olmuştur.
Seküler bakış açısının ve hayat alanının genişlemesi ile dinin hayattan mümkün olduğunca çekilmesi en azından bir ahlaki boşluğun oluşmasını sağlamıştır.
İşte İslam aleminin yara aldığı en önemli nokta budur. Unutmayın ki, ceddimiz İslamiyet le Viyana kapılarına gittiler. Ama oradan Sakarya ya bizi sözde Müslümanlar geri getirdiler.”
Değerli arkadaşlar
Münevverlerinizin aldandığı noktada buradadır. Materyalist anlayışın bir takım ahlaki değerleri üreteceği düşüncesinde yanılmışlardır. Allah korkusu ve Peygamber sevgisinin kalmadığı bir toplumda seküler anlayış ve kapitalist zihinlerde ahlak ferdi bir dürtüden öte anlam taşımaz ve ahlaksızlık tüm müesseselere hakim olurken herkes “ ahlaklı “ olduğunu savunur.
Batı felsefecilerinin İslam aleminde de kabul gören sapık görüşleri ve bunların ders kitaplarına dahi girdirilerek yeni ve taze beyinlere yerleştirilmeleri neticesinde yaratılış hikmeti ve manevi iklimler unutulmuş maddeci bir zihniyet ve kapitalist bir anlayış doğmuştur. Hür düşünce talebi tüm manevi değerleri yerle bir etmiştir. Oysa hür düşünce yoktur. Düşüncenin kaynağı ya rahmanidir ya da Şeytanidir. Bunların hür düşünce dedikleri ise Şeytanidir.İşte tarihin her diliminde insan oğlu bu hale geldiğinde kendilerine yeni tanrılar edinme ihtiyacı ve gafleti içinde olmuşlardır.”
“ Bu zamana kadar Türk - İslam aleminin bir taraftan Sovyetler bir taraftan da Batı karşısında ki halini ve umumi olarak insanlığın geldiği noktayı iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Hür düşünce ve serbest akıl talebi aynı zamanda hayatın pratiğine dönük taleplerin de kaynağıdır. Ama hür düşünce talebinin aşırı baskısı hayatın nasıl yaşanacağına dair manevi kaynakları yerle bir etmiştir. “
ortadoğunun huzur için öneri DEVAM
“ Onları en fazla korkutan Türk milletidir.Gördünüz en küçük bir kıpıdamamızda nasılda telaşlandılar. Yıllarca bir taraftan İngilizlerin çalışmaları, bir taraftan Osmanlı içindeki Yahudileri ve masonları kullanarak sonra da Kürt - Türk diyerek parçaladılar. Bundan sonra Türk olgusu da onlar için tehdit olmaktan çıktı. en azından onlar öyle sanmışlardı Bizi bir arada tutan İslam anlayışını bozdular. Cemaatlere böldüler. Global anlayışı yerleştirdikçe Radikal cemaat sayısı hem aza indi hemde zayıfladı. Oysa bir milleti ayakta tutmak, değerlerini yaşatmak radikal tavırlarla mümkündür. Ama bizi milli birliğimizden dini değerlerimizden ve karekteristik özelliklerimizden uzaklaştırarak yozlaştırdılar.
ortadoğunun huzuru için öneri DEVAM
“Her şeyin hakkını verin.Altın, gümüş, gayri menkul, araba. Hiçbir şey biriktirmeyin. Devletin güçlü olması için herkes her türlü fedakarlığa katlanmalıdır. Bundan altı yüz küsur sene evvel nasıl ki ceddimiz bu samimiyetle yola çıkarak dünyaya medeniyet ve adalet getirdi ise, bizde onu yapacağız. Bu bizim tarihi görevimizdir. Miadını dolduran Amerika ve Avrupa medeniyet anlamında insanlık alemine zulüm ve gözyaşı getirmekten başka hiçbir şey yapmamıştır. Artık dünyanın iplerini elimize almanın vakti gelmiştir. Bu bizim hem tarihi görevimizdir hem de insanlığı kurtarabilecek başka bir güç yoktur
ortadoğunun huzur için öneri DEVAM
“Sizler yeter ki Ceddinizi unutmayın. Eğer bu şartlarda Enver paşa gibi bir adam olsaydı şu anda Irak da biz olurduk Ama geç kalınmış sayılmaz. İran ile anlaşın onlar da sizinle anlaşma yapmaya mecburdurlar iyi komşular olun ve birlikte başımızda dönen musibete karşı savaşın. Amerikanın bombardıman uçakları Ankara semalarında uçmaya başlamadan sizler bölgeyi ele geçirmeye ve onları kara savaşına zorlayın”
Ortadoğunun huzuru için öneri DEVAM
“ Osmanlının nasıl kurulduğuna bakın. Onlar küçük bir aşirettiler. Ama çalışkan ve dürüsttüler. İdealisttiler. İdeali olmayan devlet adamı olamaz. Dünyayı yaşanabilir hale getirmek.ti idealleri. Bunun için bölgedeki durumdan faydalanarak harekete geçtiler ve kısa zamanda zulüm gören insanlara adalet götürdüler. Kendilerini sevdirdiler. Allah da işlerini kolaylaştırdı.”
ortadağonun Lider Amerika değil Türk Milletidir
Sizleri ( Ortadoğu ve Arap ülkeleri başta olmak üzere Müslüman olan tüm kavimler Avrasya ve Afrika halkları ) Türk Milletinin liderliğinde yeniden bir dünya düzeni kurmaya davet ediyorum. Sizler için lazım olan otuz haslet üzere bize biat ederseniz, bizde sizlere karşı davranışlarımızda katı olmayız. Bizimde size karşı yapmamız gereken sekiz önemli husus vardır."Siz savaştan kaçmayacak, israf etmeyecek, Zina etmeyecek, Türk milletine güvenecek, Türk silahlı kuvvetlerinin Ortadoğu üzerindeki operasyonlarına mahalli kuvvetleri ile destek vereceksiniz. Emir komuta tüm Ortadoğu ile, Asya da ki Türk ülkeleri de dahil olmak üzere Türk silahlı kuvvetlerinde olacak. Ankara’nın kararlarına kesinlikle bağlı kalacaksınız. Ankara, bu dünyanın yarısını teşkil eden İslam dünyasında Türk İslam davasını hayata geçirecek. Ankara da Allahın emrettiği şekilde Adil olacak. Türkiye Cumhuriyeti devletinin üst kimlik olarak tanıyacak ve kabul edeceksiniz.
Osmanlı da Türk’tü biliyorsunuz. Ama o zaman devletin adı Osmanlı idi. Aslında farkı yoktur. Bu günde Türkiye Cumhuriyeti. Mesele olan keyfiyettir kemiyet değil.”
Ortadoğu
son günlerde flaş iddalar ortalığı sansasyona veriyor.. PKK bitmiş, gayri resmi olarak bitmiş ve resmi bitiş yakınmış" Ben bu kadar iyimser değilim doğrusu. PKK bu şekilde devam ettiği sürece bitmez. Bu siyasetle bitmez. İsrailin burnu çırpılmadan güneydoğ sorunuda bitmez. Burada sorun çıkaran kürt kardeşlerimiz değil azınlıkların başını çeken İsrail... Arkasında Ermeni tethiş örgütleri var. Eğer PKK çekilirse bilinizki arkasında başka bir sıkıntı çıkaracaklardır. Şu anda gelinen nokta Türkiyeyi oyalamak ve ağzına biraz bal sürmekten başka bir şey değil Devlet ve hükümet yetkililerinin bu oyuna gelmemeleri gerek. 22 Kasım tarihli haberlerde bazı yorumlar dikkat çekiyor. Pkk ileri gelenlerinden ikisini amerika teslim edecekmiş. Bu mümkün. Hatat ben daha ilerisinide söylemeliyim. Guruplar halinde pkk lılar silahda bırakabilir. Bu görüntülerde olur. Ama PKK bittiği şeklinde yorumlamak ve gaflete düşmek hata olacaktır. emperyalistlerin Asya politikası bitmediği sürece ( bu da mümkün değil) GHüney doğuda sorun bitmez..
Bunun tek çözümü vardır. Türk milleti devleti ve milleti ile tek yürek halinde gelecek tüm acılara göğüs gererek Ortadoğu üzerinde askeri bir otorite oluşturmalıdır. Bunuda mahalli güçlerin olurunu alarak amerika ve İsrail emperyalizmine karşı bir güç. Burada yöre insanlarının dini ve milli değerlerini rencide etmeden adaletli bir şekilde idareyi ele almalıdır. İranla anlaşma yapılmalı ve bölgedeki diğer ülkelerle gerekli diplomasi ve iş birliği yapılmalıdır. Arapların handigapı olan İsraile karşı Türkiye tavrını netleştirdiği zaman bu o kadar zor olmayacaktır. Yıllardan beri İSrail lehine politika izleyen Türkiye evvela bundan vaz geçmeldir.
Aksi halde bu bölgede acı ısdırap ve gözyaşı bitmeyecektir
Bu defada Alevi kardeşlerimizin içindeki marksist zihniyet ve gayri müslim azınlık fitne tohumları ekmeye başladı. Alevileri kışkırtarak ilerde devlete karşı ayaklandırmaya hazırlıyorlar. Daha şimdiden İslam dini ile alakalrı olmadığını Aleviliğin ayrı bir din olduğunu söylemeye başladılar. İlerde çıkaracakları mezhep çatışmasının alt yapısını hazırlıyorlar. Yıllardan beri şii, sünni, Alevi mezheplerini bu farklılıkları ayrı bir din imiş gibi gösterenlerin Irak da hangi noktaya getirildiklerini görüyoruz. Bizimde onlardan farkımız kalmayacak
Bunun tek çözümü vardır. Türk milleti devleti ve milleti ile tek yürek halinde gelecek tüm acılara göğüs gererek Ortadoğu üzerinde askeri bir otorite oluşturmalıdır. Bunuda mahalli güçlerin olurunu alarak amerika ve İsrail emperyalizmine karşı bir güç. Burada yöre insanlarının dini ve milli değerlerini rencide etmeden adaletli bir şekilde idareyi ele almalıdır. İranla anlaşma yapılmalı ve bölgedeki diğer ülkelerle gerekli diplomasi ve iş birliği yapılmalıdır. Arapların handigapı olan İsraile karşı Türkiye tavrını netleştirdiği zaman bu o kadar zor olmayacaktır. Yıllardan beri İSrail lehine politika izleyen Türkiye evvela bundan vaz geçmeldir.
Aksi halde bu bölgede acı ısdırap ve gözyaşı bitmeyecektir
Bu defada Alevi kardeşlerimizin içindeki marksist zihniyet ve gayri müslim azınlık fitne tohumları ekmeye başladı. Alevileri kışkırtarak ilerde devlete karşı ayaklandırmaya hazırlıyorlar. Daha şimdiden İslam dini ile alakalrı olmadığını Aleviliğin ayrı bir din olduğunu söylemeye başladılar. İlerde çıkaracakları mezhep çatışmasının alt yapısını hazırlıyorlar. Yıllardan beri şii, sünni, Alevi mezheplerini bu farklılıkları ayrı bir din imiş gibi gösterenlerin Irak da hangi noktaya getirildiklerini görüyoruz. Bizimde onlardan farkımız kalmayacak
tanrı intihar etti
Aslında "Ruhların parmakları " nın devamı olan " tanrı intihar etti" romanıda çoğunlukla yaşanmış olaylardan alındığı için sadece hayal mahsulü değildir. kendisine " Mehdi" " Mesih" "İsa" veya benzeri şekilde takdim eden kişiler sürekli gündeme gelmektedir. Aslında derin bir araştırma yapıldığında kendisine " tanrı" " şeytan" olarakda takdim edenler olduğu da görülecektir.
Romanda soru şu" İnsan nasıl delirir" normal olan bir insanın zihin alanı nasıl dağılır. Dengesi nasıl bozulur. Ve devamı gelecek sorular. Niçin delirir ? Şuur nasıl ters dönerek kendini farklı olarak kabul eder ve bunu iddia eder?
Düne kadar son derece normal olan bir insan.Birikimli, entellektüel, hatta toplum üzerinde cidd etkisi olan iyi bir hatip.
ama bir gün bu adam kendisini "tanrı " olarak takdim etmeye başlar. Toplumdan uzaklaşır. İzbe köşelere çekilir. Bir çok şeyi önceden haber vermeye başlar. İnsanların özel hayatlarından bilgiler verir. Polise cinayetlerle ilgili bilgiler vermeye başlar.
Peki ne olduda bu insan böyle oldu. Ne değişti?
İşte roman bunları sorgulurken aynı zamanda cevabını arıyor. Bunu yaparkende parapsikolojiden siyasete, psikolojiden sosoyolojik yapılanmaya kadar derin bir sorgulama yapılıyor.
Cinlerin birey ve toplum üzerindeki etkileri. ve etkilenen kişilerdeki davranış bozuklukları. Büyü, sihir gibi olayların niçin ve nasılı üzerinde düşünceler tartışılıyor.
Büyüye çoğumuz inanmayız ama inanmadığımız bu şeyden korkarız
"tanrı intihar etti " yaşanmış ve halenda devam eden bir hayatın hikayesidir. Zeka ve aklın cinler tarafından ne şekilde yönlendirildiği yaşanarak, denenerek kaleme alınmıştır.
" Hırs " aşk olarak tanımlanabilirmi? Aslında Aşk ın değilde hırısımızın kurbanımıyız?Duygularımızın bize ait olduğundan eminmiyiz?Duyguların kaynağı neresi? Neden aklımızla " yanlış" olarak bildiğimiz bir fiili yinede yaparız. Duygularımızı neden engelleyemeyiz?
İşte hepimizin her an yaşadığı ve bu yüzdende yanlışlarla dolu hayatımızın bir çok örneklerini bu romanda bulmak mümkündür.
Romanda soru şu" İnsan nasıl delirir" normal olan bir insanın zihin alanı nasıl dağılır. Dengesi nasıl bozulur. Ve devamı gelecek sorular. Niçin delirir ? Şuur nasıl ters dönerek kendini farklı olarak kabul eder ve bunu iddia eder?
Düne kadar son derece normal olan bir insan.Birikimli, entellektüel, hatta toplum üzerinde cidd etkisi olan iyi bir hatip.
ama bir gün bu adam kendisini "tanrı " olarak takdim etmeye başlar. Toplumdan uzaklaşır. İzbe köşelere çekilir. Bir çok şeyi önceden haber vermeye başlar. İnsanların özel hayatlarından bilgiler verir. Polise cinayetlerle ilgili bilgiler vermeye başlar.
Peki ne olduda bu insan böyle oldu. Ne değişti?
İşte roman bunları sorgulurken aynı zamanda cevabını arıyor. Bunu yaparkende parapsikolojiden siyasete, psikolojiden sosoyolojik yapılanmaya kadar derin bir sorgulama yapılıyor.
Cinlerin birey ve toplum üzerindeki etkileri. ve etkilenen kişilerdeki davranış bozuklukları. Büyü, sihir gibi olayların niçin ve nasılı üzerinde düşünceler tartışılıyor.
Büyüye çoğumuz inanmayız ama inanmadığımız bu şeyden korkarız
"tanrı intihar etti " yaşanmış ve halenda devam eden bir hayatın hikayesidir. Zeka ve aklın cinler tarafından ne şekilde yönlendirildiği yaşanarak, denenerek kaleme alınmıştır.
" Hırs " aşk olarak tanımlanabilirmi? Aslında Aşk ın değilde hırısımızın kurbanımıyız?Duygularımızın bize ait olduğundan eminmiyiz?Duyguların kaynağı neresi? Neden aklımızla " yanlış" olarak bildiğimiz bir fiili yinede yaparız. Duygularımızı neden engelleyemeyiz?
İşte hepimizin her an yaşadığı ve bu yüzdende yanlışlarla dolu hayatımızın bir çok örneklerini bu romanda bulmak mümkündür.
Ruhların parmakları
Ruhların parmakları, psikoloji ve psikoloji ötesinde gezinen bir romandır. İnsanın içine düşebileceği bir çok " hal" lerini analazi yapılrrken aynı zamanda ciddi anlamda karekter analizi de içermektedir. Aslında çoğumuzun yaşadığı ve her anda yaşayabileceğimiz duru görü halleri ve benzeri, psikolojik olaylar ve psikolojiye etki eden diğer güçler yani cinler konu edilmektedir. Anadolunun bşir çok yöresinde Al basma oalrka bilinen, ancak yaygın snlayışla karabasan olayı bir ci,nni vakadar. Psikolojik değildir. Halende daha seküler alanda pskolojik tedavi metodları ile uğraşanların inanmadığı, ve bunu kişinin kendi ürettiği bir korku olarak nitelendirilen bu olay cinlerin insana musallat olmasından başka bir şey değildir. İŞte Ruhların parmakalrı isimli çalışma yaşanmış ve halen daha yaşanmaya devam eden bir hayatın öyküsüdür. Oalylar arasında bağlantı kurmak amacı ile kurgulandığı için roman sınıfında sayılabilir.
18 Kasım 2007 Pazar
Onu nasıl anlatmalı ki?
Hatice hayat! Hatice can!
Gençlik yıllarımda attığım,
En anlamlı slogan,
“Kahrolsun Amerika!” gibi Hatice.
Beyazıt meydanında vakar,
Eyüp’te zikir, Panel de militan,
Mezarlıkta fikir.Top kapıda Sultan,
Bakışında himmet,
duruşunda hikmet,
gülüşünde mihnet,
yürüyüşünde asalet,
ve her halinde zarafet olan Hatice,
Can için de bir can.. “
Gençlik yıllarımda attığım,
En anlamlı slogan,
“Kahrolsun Amerika!” gibi Hatice.
Beyazıt meydanında vakar,
Eyüp’te zikir, Panel de militan,
Mezarlıkta fikir.Top kapıda Sultan,
Bakışında himmet,
duruşunda hikmet,
gülüşünde mihnet,
yürüyüşünde asalet,
ve her halinde zarafet olan Hatice,
Can için de bir can.. “
Halimiz
Merhaba ya resululllah !
Sade,
net ve çok açık.
Bütün ölçü birimlerini kendinde ölçülerinden bir ölçü.
İnsan olmanın,
insanlarla birlikte olmanın,
mesafesini tayin edici tek ölçü.
Toprakla mavera berzahında kıvranan insanın yaşayabileceği en ideal fikir.
Hayat ile hadiselerin,
varlık ve gayenin,
Mekan ile zamanın üst diyalektiği.
İşte size ebedi ölçü.
“ Habibim!”
seni olduğun gibi seviyorum
Bir kimseye; “ Seni seviyorum!” dediğiniz andan itibaren
“ Sen!” kelimesinin ihtiva ettiği manada muhatap’ın her halini kabullenmiş olmak demektir.
Bu haller içinde hataları, eksikleri kabulleneme- diğimiz tarafları olacaktır! Ama;” seni “ dediğiniz andan itibaren o hataları, eksikleri içine alan bir kabullenmedir. Aksi halde “ Ben senin bu tarafını görmemiştim, şu tarafını fark etmemiştim!” gibi insan halleri içinde olabilecek tabii tüm halleri ret etmiş olmak demektir ve az önce dediğim gibi flört için bahane teşkil edecektir. Kimse mükemmel değildir.”
“ Sen!” kelimesinin ihtiva ettiği manada muhatap’ın her halini kabullenmiş olmak demektir.
Bu haller içinde hataları, eksikleri kabulleneme- diğimiz tarafları olacaktır! Ama;” seni “ dediğiniz andan itibaren o hataları, eksikleri içine alan bir kabullenmedir. Aksi halde “ Ben senin bu tarafını görmemiştim, şu tarafını fark etmemiştim!” gibi insan halleri içinde olabilecek tabii tüm halleri ret etmiş olmak demektir ve az önce dediğim gibi flört için bahane teşkil edecektir. Kimse mükemmel değildir.”
SEVGİ VE KORKU
Karşı cinse olan ilk ilgi ilahidir.
Onu daha sonra menfaatler bozar:
Araya kıskanmalar girer,
nefsi arzular girer.
Sahiplenme duyguları sarmalar
ve
sevgi
korku
ile kol kola gezmeye başlar
Onu daha sonra menfaatler bozar:
Araya kıskanmalar girer,
nefsi arzular girer.
Sahiplenme duyguları sarmalar
ve
sevgi
korku
ile kol kola gezmeye başlar
Esselatü vesselamü ya resulullah
Havsalanın ötesinde kalan gökyüzü derinliği ile, teknoloji beyinlerinin bile ulaşamadığı yer yüzü derinliği arasında dolaşan nefes gibi bir ses.
Bu sesin işaret ettiği;
Maddeden manaya, eşyadan mekana,
hayattan hadiselere kadar
her şeyi, kavrayıcı, kuşatıcı ve kucaklayıcı, bir nefes...
” Ol” hükmüne “ Ma” eki , ekleninceye kadar hep tazelenen bir rahmet ve hikmet dalgası.
HABİBİM SALLALLAHU ALEYHİ VESSELAM”
Ahlak ve hukuk
Sistem ve islam
Sistem ve İslam
Bir insan, hem Müslüman olduğunu söylüyor, hem de Allah’ın Emirlerini dinlemiyorsa,
Bu onlarla Allah’ın arasında. Laik sistemle bir alakası yok! Laik sistemin din hükümlerinin yerine getirilip getirilmemesi hususunda taraf olmaması gerekir.
Eğer kendini bu uygulama alanında hakem tayin ettiyse, o zaman açık olanlara karışmadığı kadar, kapalı olanlara da karışmaması gerekir.
Bir insan, hem Müslüman olduğunu söylüyor, hem de Allah’ın Emirlerini dinlemiyorsa,
Bu onlarla Allah’ın arasında. Laik sistemle bir alakası yok! Laik sistemin din hükümlerinin yerine getirilip getirilmemesi hususunda taraf olmaması gerekir.
Eğer kendini bu uygulama alanında hakem tayin ettiyse, o zaman açık olanlara karışmadığı kadar, kapalı olanlara da karışmaması gerekir.
genetizm laiklik
Genetik yapılanma ve ruhi beraberlik !
Laik sistem “ genetik” yapının ruhta mana bulması gerektiğini bilmeyecek kadar da hakikatten yoksul.
Ulusalcılık ve Milliyetçiliği sistem iddiasında bulunanlarda öyle .
Evet genetik yapı Ruhi yapılanma ile tanımlanmazsa burada “ baba – kardeşten ” dan söz edemeyiz. Böyle bir baba, kızına karşı herhangi bir kadına karşı takınılacak her türlü tavrı takınır.
Bu kardeşler içinde geçerlidir.
Allah Resulü ; “Sadece İnananlar kardeştir” buyuruyor.
Üzerinde detaylı düşünmek gerekemez mi?
Laik sistem “ genetik” yapının ruhta mana bulması gerektiğini bilmeyecek kadar da hakikatten yoksul.
Ulusalcılık ve Milliyetçiliği sistem iddiasında bulunanlarda öyle .
Evet genetik yapı Ruhi yapılanma ile tanımlanmazsa burada “ baba – kardeşten ” dan söz edemeyiz. Böyle bir baba, kızına karşı herhangi bir kadına karşı takınılacak her türlü tavrı takınır.
Bu kardeşler içinde geçerlidir.
Allah Resulü ; “Sadece İnananlar kardeştir” buyuruyor.
Üzerinde detaylı düşünmek gerekemez mi?
genetizm laiklik
Genetik yapılanma ve ruhi beraberlik !
Laik sistem “ genetik” yapının ruhta mana bulması gerektiğini bilmeyecek kadar da hakikatten yoksul.
Ulusalcılık ve Milliyetçiliği sistem iddiasında bulunanlarda öyle .
Evet genetik yapı Ruhi yapılanma ile tanımlanmazsa burada “ baba – kardeşten ” dan söz edemeyiz. Böyle bir baba, kızına karşı herhangi bir kadına karşı takınılacak her türlü tavrı takınır.
Bu kardeşler içinde geçerlidir.
Allah Resulü ; “Sadece İnananlar kardeştir” buyuruyor.
Üzerinde detaylı düşünmek gerekemez mi?
Laik sistem “ genetik” yapının ruhta mana bulması gerektiğini bilmeyecek kadar da hakikatten yoksul.
Ulusalcılık ve Milliyetçiliği sistem iddiasında bulunanlarda öyle .
Evet genetik yapı Ruhi yapılanma ile tanımlanmazsa burada “ baba – kardeşten ” dan söz edemeyiz. Böyle bir baba, kızına karşı herhangi bir kadına karşı takınılacak her türlü tavrı takınır.
Bu kardeşler içinde geçerlidir.
Allah Resulü ; “Sadece İnananlar kardeştir” buyuruyor.
Üzerinde detaylı düşünmek gerekemez mi?
Eğitim sistemi(!)
OĞLUM Osman Tuğrul ALPEREN
Yaşasın kafirler için cehennem...
17 Kasım 2007 Cumartesi
Şimdi Başbakan Erdoğan hakkında bizim iki yıl önce yazdığımız bir romandan kesit
" Ergenekondan çıkış O Adam Geldi " isimli kurgu romandan
Başbakan Erdoğan ın parlamento konuşması;
“Arkadaşlar,Yirminci asrın başlarında Osmanlı imparatorluğunun tarihten silinmesi bu asrın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Şimdi ise sosyalizmin iflası ve Sovyetlerin dağılma sı da 21. asrın şekillenmesinde rol oynamaktadır Bu çözülümü endüstri çağının bitimi ve bilgi çağının başlaması ile de ilişkilendirmek mümkündür Bu bağlamda 20 yüzyıl yaşlı dünyamızın en çileli asrı olmuştur 1.ve 2. dünya savaşları, kentlerin ülkelerin tahribi ve insanların kitlece katliamlarına tanık oluyordu Atomun kahredici gücü üzerinde denenmiş, yok oluş sancısını her an yüreğinde hissetmiştir, ideolojik teoriler kan vahşet ve baskı ile zemin bulmuş, insanları dargın azgın ve düşman komşulara dönüştürmüştür, Evrenin geniş ufukları da mazgal deliklerine sıkıştırılmıştır.
Dünya, beyaz sarı siyah ırktan, Müslüman Hıristiyan Budist Ateist ve benzeri inançtan insanların müşterek mekanı dır. Bir varlık veya değeri yok sayarak gidilen çözümler insanlığa mutluluk getirmemiştir.20. asır bunun en acı örmeklerini yaşatmıştır isabet ve istikrar tek pencereli dayatmalarla değil insanlığın adil paylaşım ve müşterek değerler etrafında birleşmesi ile mümkündür. İşte bu koşullarda sınırsız toprakların ve milletlerin efendisi Gorbaçov bastığı toprakların ayakları altından hızla kaydığını görmüş Rusya ve, iktidarını kurtarmanın yollarını aramaya başlamıştır Bunun için iki kelime yetmiştir. Bu iki kelime etkilerini zincirleme reaksiyonlar halinde dünyanın her yerinde de göstermiştir
Bu iki kelime şudur beyler “ Yumuşama ve yeniden yapılanma. Ancak bunu yaparken bir taş ile iki kuş değil bir çok kuş vurmayı hedeflemiştir
Nedir vurmaya çalıştıkları bir çok kuş?”
Evvela Batıya tehdit unsuru olmadığını, NATO’nun pasifiz olmasını, batı halkını nötralize ederek kendi güvenliğini teminat altına almayı, nükleer silahlara tahdit getirerek konvansiyonel üstünlüğü ele geçirmeyi, doğu Avrupa sosyalist ülkeleri serbest bırakarak hem üzerindeki ekonomik safrayı atmayı, hem de Batıya ve aynı kültüre ve dine bağlı bu insanlar kanalı ile onların vicdanlarına el koyarak ekonomik yardım ve destek almayı hedeflemiştir…“ Evet Sayın millet vekilleri! Neydi bu Avrasya üzerinde hakimiyet fikri? Bu devlet gündeminde devlet politikası olarak hiç düşmemiştir Nitekim, batı ilk önlemini alırken ABD nin hem önünü kesecek hem de kendi pazarını geliştirecekti
AGİK 1990 yılında Paris’te toplandığında batı yeniden yapılanma sürecinde bu zirveye girerken esas niyetlerini örtücü söylemlerini de ortaya sürüyorlardı.
Nedir bu söylemleri
“ Demokrasi yolunda ilerleme İnsan haklarına saygı ve hayata geçirilmesi sağlanacak
Ulusal azınlıklar korunacak, bireyler bu kimliklerini ifade koruma ve genişletme hakkına sahip olacaklardır, Pazar ekonomisi geliştirilecektir.”
Başbakan Recep Tayip Erdoğan, derin bir nefes daha aldı. Arkasından bir yudum su içti.
“Bakın beyler;
Jeopolitik bilimin babası İngiliz coğrafyacı Sir Harold Mackinder 1904 yılında “ Avrasya’ya hükmeden dünyaya hükmeder “ şeklinde hazırladığı bir raporu İngiliz parlamentosuna vermiştir
İşte size İngiliz in 3 B ve 7 B siyasetinin omurgası. Yüzyılın başlarında Osmanlının yıkılışı ve Anadolu’nun işgaline temel sebep Avrasya nın anahtarı ve sahibi Türk milletinin çektiği çilelerin temel sebebi oldu.”“ ABD nin yıllardan beri bize dostluk adı altında pompaladığı kültür hareketinin de altında yatan gerçek Gorbaçev’ un sonradan aklına gelen “ Yumuşama, yeniden yapılandırma ve şeffaflık adı altında Psikolojik fetih’i gerçekleştirmekti. Ve ne yazık ki bunu başardılar da “
11 Eylül saldırıları ile ivme kazanan orta doğuyu işgal hareketi için zaten yeterli bahane önceden hazırlanmıştı. Irak la başlayan bu süreç içerisinde 1990 yılında bizimde altını imzaladığımız maddeler arasında azınlıklar Tabi batıya göre Kürt vatandaşlarımız. Batı bunlara siyasi bürolar açarak haklarını koruma altına aldı kendince. Sadece bu onların gerçek niyetlerini ortaya koymuyor mu? Kaldı ki 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirenler bu gün bile netleşmemişken , bilmem kaçıncı Bush en tabii heyecanla yüreğinden geçenleri tüm dünyanın gözüne bakarak söylemedi mi?” Bu bir haçlı seferidir” diyerek tüm İslam alemini potansiyel düşman ilan etmedi mi. Tabii bir süre sonra 11 eylülün gerçek mimarları ve ABD ve İsrail politikalarını yönlendiren tanrıları Bilmem kaçıncı Bush un kulağını çekecekledir ve İslam aleminden özür dileyeceklerdir
Tabii bu politikadan vazgeçtikleri anlamına gelmemelidir.
Afganistan'ı Usame iddiası ile bombalayarak taş üstünde taş bırakmayan Iran vuracak üs yerlerini açan bu Haçlı zihniyeti, arkasından Irak topraklarına girerek Yeniden yapılandırmanın da önündeki engelleri tek tek kaldırmaya devam ediyor! Acaba diyorum. burada önü kesilmek istenen Saddam mıydı yoksa boğazı kesilmek istenen Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi? İşte bu sorunun cevabını almak o kadar da zor değildir..27 Ağustos 1919 tarihli bir İngiliz istihbarat raporundaki “ Bizim Kürt meselesine verdiğimiz önem Mezopotamya da ki petrol kaynaklarımızı Türkiye den korumak içindir sözler bu tarihi süreci doğrulamaktadır.”
“ Türk düşmanlığının içte ve dışta hızla devam ettiği; Azınlık hakları iddiaları ile bölücü terör örgütüne destek verildiği, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üniter yapısını bozmaya yönelik faaliyetleri ivme kazandığı günümüz de ABD nin Anadolu’yu işgale kalkışması için yeterli sebebin hazırlandığı kanaati oluşmaktadır. Tabii bu görünüşte Amerika olacak ama tıpkı Kürt parlamentosunun da olduğu gibi Anadolu işgali de İsrail in nihai politikasına uygun bir yapılanma olacak”
CHP sırlarından ses;
“ Sayın başbakan bu gün iyi uyudun mu ?”
Başbakan Erdoğan, konuşma hızını kesmeden CHP milletvekilini cevaplandırdı;
“ Hayır hiç uyumadım sayın milletvekili. Ama sanırım sen halen uyuyorsun”
“ Irak devlet başkanlığına Talabani nin getirilmesine sevinirken diğer tarafta Barzani gibi İsrail politikasına uşaklık edecek Kürt devleti kurdurduğunu görmüyor muyuz sanıyorlar? Yani birilerini ağzına bal çalarken İsrail in orta doğuda istediği gibi kullanacağı bir Kürt devleti ile Bal küpünün başına geçeceklerini görmüyor muyuz.? Lübnan a Türk askeri isteyenler aslında İsrail i Hizbullah’a karşı korumamız için istiyorlardı. Neden Irak'a Türk asker istemiyorlar da Lübnan’a istiyorlar?. Kerkük bizim değil mi? Oradaki Türkleri korumak gibi en tabi hakkımız göz ardı edilirken Hizbullah a karşı Türk askerini kalkan yapmak isteyenlerin amaçlarını anlamadığımızı zannettiler? Uyuyan biz değiliz sayın Milletvekili sizsiniz."
“ Taarruzlardan önce nasıl ki Yumuşatma yapılıyorsa, son 20 seneden beri gerek ekonomik iflası hazırlanarak, gerekse ve ne yazık ki bu zamana kadar politik manevralarla Türk siyaseti de yumuşatılmıştır.”“ Oysa: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, millet esasına oturtulmuş milli bir devlettir. İmparatorluktan milli devlete geçerken, Milli Ant Sınırlarımızın belirlenmesinde Türk soylu insanların yoğunluğu baz alınmıştır. Atatürk'ün buyurdukları gibi Cumhuriyet, ”Yüksek Türk Kültürü ve Türk kahramanlığının ürünüdür.”Yine Onun buyurduğu gibi:”Türk'ün onurlu varlığının ve geleceğinin en değerli hazinesi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin korunup savunulması gerekir. Görüldüğü gibi; Türk soyu ve kültürü ile Cumhuriyet rejimini birbirinden soyutlamak mümkün değildir. Çünkü biri diğerinin varlık nedenidir Böylece, millet bütünlüğümüze ve milli kimliğimize saldırıların hedefi daha da netleşmektedir.O zaman Kerkük te Türk tür.Onların soyundan şüphemiz mi var? Milli ant sınırlarımız neden Kerkük ten başlamasın?
Ama hepinizin bildiği gibi 1937 yılında Mustafa kemal Atatürk bu kürsüden dünyaya seslenirken Türk milletinin ve devlerinin Arap politikasını ilen etmişti.
Jeton düşmüştü herhalde;
“ Sayın başbakan ülkeyi savaşa sokmayacaksın değil mi?”
Tayip hızla karşılık verdi;
“ Hayır, ama ayağımıza kadar gelen kısmeti de tepecek değiliz herhalde”
Ve konuşmasına devam etti;
“ Bakın beyler! Batının en uzağında bulunan ve orada mevzileşen ABD Uzak Batı Kuzey Amerika kıtasını Kanada ve Meksika dahil doğrudan yönetmekte ve Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak kullanmaktadır. Avrupa’yı soğuk savaş döneminde ördüğü denklemlerin en sağlamı içinde konumlandırdığından dolayı hala tarassut altında tutmakta, fakat bunun uzun sürmeyeceğini düşünüyor olmalı ki kuşatma altına almaya çalışmaktadır. “Büyük Ortadoğu Projesi” ile İslam coğrafyasını zaptetmeyi düşünmekle beraber Avrupa ve Rusya’yı güneyden, Çin ve Hindistan’ı kuzey ve doğudan ayrıca denizden ve güneyden kuşatmaya çalışır pozisyonda dünya hakimiyeti hayaline devam etmektedir.
Batının yakını olan Avrupa’da diğer bir ifade ile Yakın Batı birlik çalışmalarının geldiği son aşama kıtanın büyük bölümünün birliğe dahil olması ve geri kalanın entegre olması şeklindedir. Söz konusu bölge yirminci asrın ortalarında Amerika’ya kaptırdığı veya ihale ettiği emperyal rüyaları tekrar görmeye başlamış ve ismini değiştirerek daha şirin bir görünümle dünyaya kendini sunmaya çıkmıştır. Sovyet bloğuna karşı Amerika ile işbirliği yapan Avrupa yine Amerika’ya karşı Rusya ile işbirliğine girmekte bir sakınca görmemekte, ne ki Amerika ile yoğun teması onu zora sokmaktadır.
Rusya yalnız başına yeterince büyük ve önemli bir ülkedir. Kaybettiği itibarını kazanmak istiyor. Bunun içinde siyasi, ve ekonomik alandaki büyük aktörlerin içinde yerini almak için yeniden organize olmaya başlamıştır. Bu anlamda soğuk savaş dönemindeki suni dengelerin yeniden kurulamayacağı, bunun yerine tarihteki tabii ittifakların canlanmaya başladığı ve Rusya’daki Ortodoks hattına tekrardan sahip çıktığı Yunan-Rum desteğinin açıklamasında görülmektedir.
Buna ek olarak soğuk savaş öncesi dönemdeki Osmanlı’nın yaşadığı 19. asra kadar İslam coğrafyasının temsilcisi olmasına rağmen şimdi bunun yokluğundan ortaya çıkan boşlukta İslam coğrafyasındaki Batıya ABD merkezli karşı direnişin yanında bulunmak gibi temel stratejik bir tercih yaptığı belli olmaktadır. Bunu da İslam konferans teşkilatına başvurusunu ve dünya medyasına İslam terörizmi olmadığı yönündeki beyanını hatırlayarak değerlendirebiliriz “
Kısa bir süre sustu. Genel kurul salonunda çıt çıkmıyordu şimdi. Başbakan genel kurulu kısa bir süre bakışları ile taradıktan sonra;
“ Çin ise dünyada hiçbir zaman elde edemediği itibarını arıyor. Çağın gerçeği olan ekonomik gücü kazanma uğruna, hiçbir ülkenin başaramadığı ciddiyetle uluslararası arenaya çıkıyor. Aslında bloklaşmaya ihtiyacı yokken lehine olan tüm birliklerde adının geçmesi ve inisiyatif sahibi olmaya çalışması dikkat çekiyor.
Hindistan, tarihinde olduğu gibi halen yaşadığı sosyal karmaşaya rağmen korunmuş alanlar oluşturarak ileri teknoloji transferiyle dünyada varolduğunu deklare ediyor. Çin ve Hindistan büyümek için dış ilişkilere ihtiyaç duymayacak kadar büyük nüfusla karşı konulmaz bir nitelik arz ediyor.
Güney Asya emperyalist etkiyi üzerinden atamamış bir yönetim zafiyeti sergilemeye devam ediyor. Kuzeyi hariç Afrika hala sömürge dönemlerini yaşıyor.
İslam dünyası Fas’tan kuzeyde Kazakistan’a, güneyde ise Endonezya’ya kadar totaliter rejimlerin baskısı altında kıvranıyor Dünyayı tanıma-tanımlama fırsatı bulamıyor. Arap nüfusunun yoğunlaştığı bölgede ise İsrail’e kilitlenen bir yapı görülmekte. İsrail’in kuruluşu ile şahsiyetini kaybeden ve bunu kazanmak için üç defa savaşan Arap dünyası, psiko-sosyal örgüsünü İsrail üzerine kurmuş durumdadır.İslam nüfusunun yoğun olduğu Balkanlardan Türkistan’a kadar olan büyük coğrafya daha hürriyeti kavrayamamış görünüyor.
Malay ve Hint ırkın yaşadığı Güney Asya, Malezya’nın bölgede parlamasının dışında stratejik bir coğrafyada bulunmayışından ismi bile zikredilmez.
Rusya ile işbirliğini artıran AB’nin ABD karşısında Sovyet bloğunun bir kısım fonksiyonlarını üstlenerek ağırlık merkezi oluşturmaya çalışması ve dünyanın AB ve ABD ekseninde yeniden yapılanacağı-paylaşılacağı yönündeki gelişmeler sonuç vermeyecektir.
Özellikle ABD ve nispeten AB Rusya’nın toparlanmasına, Çin ve Hindistan’ın gelişmesine engel olamayacaklardır. Bu nedenle ABD dış politikası bu ülkelerin kendi başına güç haline gelmesini engellemek için planlar hazırlamaktadır “Büyük Ortadoğu Projesi” Fas’tan Türkiye’ye kadar AB’yi, Türkistan’a kadar Rusya’yı güneyden; Çin ve Hindistan’ı kuzeyden, yine doğudan İran ve Basra körfezine kadar Hindistan’ı kuşatmaktadır. Sahip olduğu güçle dünyanın pek çok ülkesi ele geçirilebilir hale gelmişse de büyük Asya coğrafyası ABD tarafından denizden kuşatılabilir özelliğe sahip değildir.”
Kısa bir nefes alımından sonra;
“Kısaca 36.Paralel Irak’ın kuzeyinden ibaret değildir beyler”
NOT ; Başbakanın 17 Kasım 2007 tarihinde Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayın da yaptığı konuşmanın farklı bir versiyonu değil mi?
Başbakan Erdoğan ın parlamento konuşması;
“Arkadaşlar,Yirminci asrın başlarında Osmanlı imparatorluğunun tarihten silinmesi bu asrın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Şimdi ise sosyalizmin iflası ve Sovyetlerin dağılma sı da 21. asrın şekillenmesinde rol oynamaktadır Bu çözülümü endüstri çağının bitimi ve bilgi çağının başlaması ile de ilişkilendirmek mümkündür Bu bağlamda 20 yüzyıl yaşlı dünyamızın en çileli asrı olmuştur 1.ve 2. dünya savaşları, kentlerin ülkelerin tahribi ve insanların kitlece katliamlarına tanık oluyordu Atomun kahredici gücü üzerinde denenmiş, yok oluş sancısını her an yüreğinde hissetmiştir, ideolojik teoriler kan vahşet ve baskı ile zemin bulmuş, insanları dargın azgın ve düşman komşulara dönüştürmüştür, Evrenin geniş ufukları da mazgal deliklerine sıkıştırılmıştır.
Dünya, beyaz sarı siyah ırktan, Müslüman Hıristiyan Budist Ateist ve benzeri inançtan insanların müşterek mekanı dır. Bir varlık veya değeri yok sayarak gidilen çözümler insanlığa mutluluk getirmemiştir.20. asır bunun en acı örmeklerini yaşatmıştır isabet ve istikrar tek pencereli dayatmalarla değil insanlığın adil paylaşım ve müşterek değerler etrafında birleşmesi ile mümkündür. İşte bu koşullarda sınırsız toprakların ve milletlerin efendisi Gorbaçov bastığı toprakların ayakları altından hızla kaydığını görmüş Rusya ve, iktidarını kurtarmanın yollarını aramaya başlamıştır Bunun için iki kelime yetmiştir. Bu iki kelime etkilerini zincirleme reaksiyonlar halinde dünyanın her yerinde de göstermiştir
Bu iki kelime şudur beyler “ Yumuşama ve yeniden yapılanma. Ancak bunu yaparken bir taş ile iki kuş değil bir çok kuş vurmayı hedeflemiştir
Nedir vurmaya çalıştıkları bir çok kuş?”
Evvela Batıya tehdit unsuru olmadığını, NATO’nun pasifiz olmasını, batı halkını nötralize ederek kendi güvenliğini teminat altına almayı, nükleer silahlara tahdit getirerek konvansiyonel üstünlüğü ele geçirmeyi, doğu Avrupa sosyalist ülkeleri serbest bırakarak hem üzerindeki ekonomik safrayı atmayı, hem de Batıya ve aynı kültüre ve dine bağlı bu insanlar kanalı ile onların vicdanlarına el koyarak ekonomik yardım ve destek almayı hedeflemiştir…“ Evet Sayın millet vekilleri! Neydi bu Avrasya üzerinde hakimiyet fikri? Bu devlet gündeminde devlet politikası olarak hiç düşmemiştir Nitekim, batı ilk önlemini alırken ABD nin hem önünü kesecek hem de kendi pazarını geliştirecekti
AGİK 1990 yılında Paris’te toplandığında batı yeniden yapılanma sürecinde bu zirveye girerken esas niyetlerini örtücü söylemlerini de ortaya sürüyorlardı.
Nedir bu söylemleri
“ Demokrasi yolunda ilerleme İnsan haklarına saygı ve hayata geçirilmesi sağlanacak
Ulusal azınlıklar korunacak, bireyler bu kimliklerini ifade koruma ve genişletme hakkına sahip olacaklardır, Pazar ekonomisi geliştirilecektir.”
Başbakan Recep Tayip Erdoğan, derin bir nefes daha aldı. Arkasından bir yudum su içti.
“Bakın beyler;
Jeopolitik bilimin babası İngiliz coğrafyacı Sir Harold Mackinder 1904 yılında “ Avrasya’ya hükmeden dünyaya hükmeder “ şeklinde hazırladığı bir raporu İngiliz parlamentosuna vermiştir
İşte size İngiliz in 3 B ve 7 B siyasetinin omurgası. Yüzyılın başlarında Osmanlının yıkılışı ve Anadolu’nun işgaline temel sebep Avrasya nın anahtarı ve sahibi Türk milletinin çektiği çilelerin temel sebebi oldu.”“ ABD nin yıllardan beri bize dostluk adı altında pompaladığı kültür hareketinin de altında yatan gerçek Gorbaçev’ un sonradan aklına gelen “ Yumuşama, yeniden yapılandırma ve şeffaflık adı altında Psikolojik fetih’i gerçekleştirmekti. Ve ne yazık ki bunu başardılar da “
11 Eylül saldırıları ile ivme kazanan orta doğuyu işgal hareketi için zaten yeterli bahane önceden hazırlanmıştı. Irak la başlayan bu süreç içerisinde 1990 yılında bizimde altını imzaladığımız maddeler arasında azınlıklar Tabi batıya göre Kürt vatandaşlarımız. Batı bunlara siyasi bürolar açarak haklarını koruma altına aldı kendince. Sadece bu onların gerçek niyetlerini ortaya koymuyor mu? Kaldı ki 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirenler bu gün bile netleşmemişken , bilmem kaçıncı Bush en tabii heyecanla yüreğinden geçenleri tüm dünyanın gözüne bakarak söylemedi mi?” Bu bir haçlı seferidir” diyerek tüm İslam alemini potansiyel düşman ilan etmedi mi. Tabii bir süre sonra 11 eylülün gerçek mimarları ve ABD ve İsrail politikalarını yönlendiren tanrıları Bilmem kaçıncı Bush un kulağını çekecekledir ve İslam aleminden özür dileyeceklerdir
Tabii bu politikadan vazgeçtikleri anlamına gelmemelidir.
Afganistan'ı Usame iddiası ile bombalayarak taş üstünde taş bırakmayan Iran vuracak üs yerlerini açan bu Haçlı zihniyeti, arkasından Irak topraklarına girerek Yeniden yapılandırmanın da önündeki engelleri tek tek kaldırmaya devam ediyor! Acaba diyorum. burada önü kesilmek istenen Saddam mıydı yoksa boğazı kesilmek istenen Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi? İşte bu sorunun cevabını almak o kadar da zor değildir..27 Ağustos 1919 tarihli bir İngiliz istihbarat raporundaki “ Bizim Kürt meselesine verdiğimiz önem Mezopotamya da ki petrol kaynaklarımızı Türkiye den korumak içindir sözler bu tarihi süreci doğrulamaktadır.”
“ Türk düşmanlığının içte ve dışta hızla devam ettiği; Azınlık hakları iddiaları ile bölücü terör örgütüne destek verildiği, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üniter yapısını bozmaya yönelik faaliyetleri ivme kazandığı günümüz de ABD nin Anadolu’yu işgale kalkışması için yeterli sebebin hazırlandığı kanaati oluşmaktadır. Tabii bu görünüşte Amerika olacak ama tıpkı Kürt parlamentosunun da olduğu gibi Anadolu işgali de İsrail in nihai politikasına uygun bir yapılanma olacak”
CHP sırlarından ses;
“ Sayın başbakan bu gün iyi uyudun mu ?”
Başbakan Erdoğan, konuşma hızını kesmeden CHP milletvekilini cevaplandırdı;
“ Hayır hiç uyumadım sayın milletvekili. Ama sanırım sen halen uyuyorsun”
“ Irak devlet başkanlığına Talabani nin getirilmesine sevinirken diğer tarafta Barzani gibi İsrail politikasına uşaklık edecek Kürt devleti kurdurduğunu görmüyor muyuz sanıyorlar? Yani birilerini ağzına bal çalarken İsrail in orta doğuda istediği gibi kullanacağı bir Kürt devleti ile Bal küpünün başına geçeceklerini görmüyor muyuz.? Lübnan a Türk askeri isteyenler aslında İsrail i Hizbullah’a karşı korumamız için istiyorlardı. Neden Irak'a Türk asker istemiyorlar da Lübnan’a istiyorlar?. Kerkük bizim değil mi? Oradaki Türkleri korumak gibi en tabi hakkımız göz ardı edilirken Hizbullah a karşı Türk askerini kalkan yapmak isteyenlerin amaçlarını anlamadığımızı zannettiler? Uyuyan biz değiliz sayın Milletvekili sizsiniz."
“ Taarruzlardan önce nasıl ki Yumuşatma yapılıyorsa, son 20 seneden beri gerek ekonomik iflası hazırlanarak, gerekse ve ne yazık ki bu zamana kadar politik manevralarla Türk siyaseti de yumuşatılmıştır.”“ Oysa: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, millet esasına oturtulmuş milli bir devlettir. İmparatorluktan milli devlete geçerken, Milli Ant Sınırlarımızın belirlenmesinde Türk soylu insanların yoğunluğu baz alınmıştır. Atatürk'ün buyurdukları gibi Cumhuriyet, ”Yüksek Türk Kültürü ve Türk kahramanlığının ürünüdür.”Yine Onun buyurduğu gibi:”Türk'ün onurlu varlığının ve geleceğinin en değerli hazinesi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin korunup savunulması gerekir. Görüldüğü gibi; Türk soyu ve kültürü ile Cumhuriyet rejimini birbirinden soyutlamak mümkün değildir. Çünkü biri diğerinin varlık nedenidir Böylece, millet bütünlüğümüze ve milli kimliğimize saldırıların hedefi daha da netleşmektedir.O zaman Kerkük te Türk tür.Onların soyundan şüphemiz mi var? Milli ant sınırlarımız neden Kerkük ten başlamasın?
Ama hepinizin bildiği gibi 1937 yılında Mustafa kemal Atatürk bu kürsüden dünyaya seslenirken Türk milletinin ve devlerinin Arap politikasını ilen etmişti.
Jeton düşmüştü herhalde;
“ Sayın başbakan ülkeyi savaşa sokmayacaksın değil mi?”
Tayip hızla karşılık verdi;
“ Hayır, ama ayağımıza kadar gelen kısmeti de tepecek değiliz herhalde”
Ve konuşmasına devam etti;
“ Bakın beyler! Batının en uzağında bulunan ve orada mevzileşen ABD Uzak Batı Kuzey Amerika kıtasını Kanada ve Meksika dahil doğrudan yönetmekte ve Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak kullanmaktadır. Avrupa’yı soğuk savaş döneminde ördüğü denklemlerin en sağlamı içinde konumlandırdığından dolayı hala tarassut altında tutmakta, fakat bunun uzun sürmeyeceğini düşünüyor olmalı ki kuşatma altına almaya çalışmaktadır. “Büyük Ortadoğu Projesi” ile İslam coğrafyasını zaptetmeyi düşünmekle beraber Avrupa ve Rusya’yı güneyden, Çin ve Hindistan’ı kuzey ve doğudan ayrıca denizden ve güneyden kuşatmaya çalışır pozisyonda dünya hakimiyeti hayaline devam etmektedir.
Batının yakını olan Avrupa’da diğer bir ifade ile Yakın Batı birlik çalışmalarının geldiği son aşama kıtanın büyük bölümünün birliğe dahil olması ve geri kalanın entegre olması şeklindedir. Söz konusu bölge yirminci asrın ortalarında Amerika’ya kaptırdığı veya ihale ettiği emperyal rüyaları tekrar görmeye başlamış ve ismini değiştirerek daha şirin bir görünümle dünyaya kendini sunmaya çıkmıştır. Sovyet bloğuna karşı Amerika ile işbirliği yapan Avrupa yine Amerika’ya karşı Rusya ile işbirliğine girmekte bir sakınca görmemekte, ne ki Amerika ile yoğun teması onu zora sokmaktadır.
Rusya yalnız başına yeterince büyük ve önemli bir ülkedir. Kaybettiği itibarını kazanmak istiyor. Bunun içinde siyasi, ve ekonomik alandaki büyük aktörlerin içinde yerini almak için yeniden organize olmaya başlamıştır. Bu anlamda soğuk savaş dönemindeki suni dengelerin yeniden kurulamayacağı, bunun yerine tarihteki tabii ittifakların canlanmaya başladığı ve Rusya’daki Ortodoks hattına tekrardan sahip çıktığı Yunan-Rum desteğinin açıklamasında görülmektedir.
Buna ek olarak soğuk savaş öncesi dönemdeki Osmanlı’nın yaşadığı 19. asra kadar İslam coğrafyasının temsilcisi olmasına rağmen şimdi bunun yokluğundan ortaya çıkan boşlukta İslam coğrafyasındaki Batıya ABD merkezli karşı direnişin yanında bulunmak gibi temel stratejik bir tercih yaptığı belli olmaktadır. Bunu da İslam konferans teşkilatına başvurusunu ve dünya medyasına İslam terörizmi olmadığı yönündeki beyanını hatırlayarak değerlendirebiliriz “
Kısa bir süre sustu. Genel kurul salonunda çıt çıkmıyordu şimdi. Başbakan genel kurulu kısa bir süre bakışları ile taradıktan sonra;
“ Çin ise dünyada hiçbir zaman elde edemediği itibarını arıyor. Çağın gerçeği olan ekonomik gücü kazanma uğruna, hiçbir ülkenin başaramadığı ciddiyetle uluslararası arenaya çıkıyor. Aslında bloklaşmaya ihtiyacı yokken lehine olan tüm birliklerde adının geçmesi ve inisiyatif sahibi olmaya çalışması dikkat çekiyor.
Hindistan, tarihinde olduğu gibi halen yaşadığı sosyal karmaşaya rağmen korunmuş alanlar oluşturarak ileri teknoloji transferiyle dünyada varolduğunu deklare ediyor. Çin ve Hindistan büyümek için dış ilişkilere ihtiyaç duymayacak kadar büyük nüfusla karşı konulmaz bir nitelik arz ediyor.
Güney Asya emperyalist etkiyi üzerinden atamamış bir yönetim zafiyeti sergilemeye devam ediyor. Kuzeyi hariç Afrika hala sömürge dönemlerini yaşıyor.
İslam dünyası Fas’tan kuzeyde Kazakistan’a, güneyde ise Endonezya’ya kadar totaliter rejimlerin baskısı altında kıvranıyor Dünyayı tanıma-tanımlama fırsatı bulamıyor. Arap nüfusunun yoğunlaştığı bölgede ise İsrail’e kilitlenen bir yapı görülmekte. İsrail’in kuruluşu ile şahsiyetini kaybeden ve bunu kazanmak için üç defa savaşan Arap dünyası, psiko-sosyal örgüsünü İsrail üzerine kurmuş durumdadır.İslam nüfusunun yoğun olduğu Balkanlardan Türkistan’a kadar olan büyük coğrafya daha hürriyeti kavrayamamış görünüyor.
Malay ve Hint ırkın yaşadığı Güney Asya, Malezya’nın bölgede parlamasının dışında stratejik bir coğrafyada bulunmayışından ismi bile zikredilmez.
Rusya ile işbirliğini artıran AB’nin ABD karşısında Sovyet bloğunun bir kısım fonksiyonlarını üstlenerek ağırlık merkezi oluşturmaya çalışması ve dünyanın AB ve ABD ekseninde yeniden yapılanacağı-paylaşılacağı yönündeki gelişmeler sonuç vermeyecektir.
Özellikle ABD ve nispeten AB Rusya’nın toparlanmasına, Çin ve Hindistan’ın gelişmesine engel olamayacaklardır. Bu nedenle ABD dış politikası bu ülkelerin kendi başına güç haline gelmesini engellemek için planlar hazırlamaktadır “Büyük Ortadoğu Projesi” Fas’tan Türkiye’ye kadar AB’yi, Türkistan’a kadar Rusya’yı güneyden; Çin ve Hindistan’ı kuzeyden, yine doğudan İran ve Basra körfezine kadar Hindistan’ı kuşatmaktadır. Sahip olduğu güçle dünyanın pek çok ülkesi ele geçirilebilir hale gelmişse de büyük Asya coğrafyası ABD tarafından denizden kuşatılabilir özelliğe sahip değildir.”
Kısa bir nefes alımından sonra;
“Kısaca 36.Paralel Irak’ın kuzeyinden ibaret değildir beyler”
NOT ; Başbakanın 17 Kasım 2007 tarihinde Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayın da yaptığı konuşmanın farklı bir versiyonu değil mi?
Başbakan Erdoğan dedi ki;Bir diriliş meşalesi yakalım
Erdoğan dedi ki:" Bir diriliş meşalesi yakalım.
Haber 7 com dan Bilal Yakınbaş'ın haberi
Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın açılışına katılan Erdoğan ''Dayanışma içinde olmazsak halimiz ne olur? Lime lime ederler'' dedi...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türk dünyasının kardeşliğinin köklerini, kadim değerlerinden, derin tarihi, kültürel ve insani bağlardan aldığını belirterek, ''Kaçırdığımız fırsatları telafi ederek, yeni bir diriliş meşalesi yakabilmemizin önünde hiçbir engel olmadığını iyi bilmeli ve elimizdeki tarihi fırsatı imkana çevirmeliyiz'' dedi.
Başbakan Erdoğan, Azerbaycan'ın başkenti Bakü'deki Gülistan Sarayı'nda bugün başlayan 11. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın açılışında konuştu. Erdoğan, başta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev olmak üzere kurultayın düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür etti. Aşkabat'tan Taşkent'e, Buhara, Semerkant, Almatı, Bişkek, Lefkoşa, Gümülcine, Ankara ve Kerkük'e selam söyleyen Erdoğan, bütün insanlığın mutluluğu için kurultaydan huzur, adalet, merhamet ve hakkaniyet sesinin yükselmesi temennisinde bulundu.
''Türkiye ile can Azerbaycan arasında ebedi bağların mimarlarından olan merhum Haydar Aliyev'i de hürmetle andığını'' belirten Erdoğan, Türk kurultaylarının yapılmasına öncülük eden Alparslan Türkeş'i de andı.
Geniş bir coğrafyada bulunan iki ülkenin ve kardeş toplulukların, tarihin derinliklerinden gelen yakın, güçlü ve sarsılmaz bağlarla birbirine bağlı olduğunu ifade eden Erdoğan, ''Bu kardeşliğimiz köklerini kadim değerlerimizden, derin tarihi, kültürel ve insani bağlardan almaktadır'' diye konuştu. Erdoğan, şöyle devam etti: ''Burada bizleri birleştiren bu bağlar, aynı zamanda ülkelerimize, bizlere büyük imkanlar da bahşetmektedir. Tarihi olaylar, geçmişte bu bağlarımızın ortaya çıkmasını engellemiş ve aramıza sınırlar koymuşsa da bugün yine bahtımızı açacak tarihi imkanlarla yüz yüzeyiz. Kaçırdığımız fırsatları telafi ederek, yeni bir meşalesi yakabilmemizin önünde hiçbir engel olmadığını iyi bilmeli ve elimizdeki tarihi fırsatı imkana çevirmeliyiz. Bunun için kardeşlik temelindeki bağlarımızı canlandırarak, işbirliğimize hayatiyet kazandırmalı, halklarımız arasındaki yakınlığı güçlendirerek, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan yeniden şahlanışa kalkmalıyız. Dünden bugüne özellikle son 15 yılda aldığımız mesafe açıkça göstermiştir ki birbirimize kavuşmamızı engelleyen kapalı yolların hepsi açılmıştır. Birlikte inşa edeceğimiz yeni bir dünya ve aydınlık gelecek bizleri beklemektedir. Bu geleceğimizin mimarı yine bizler olacağız. Bizler evrensel dayanışma ve kardeşlik bağlarını güçlendirdikçe, yeni ve sağlam köprüler kurdukça her zaman hürmetle andığımız atalarımızın rüyalarını gerçekleştirmiş olacağız. Yakın çevremizde meydana gelen olaylara dikkati çekmek istiyorum. Bütün dünyadaki siyasi, ekonomik gelişmelerle birlikte özellikle Irak ve Ortadoğu'da yaşananlar karşısında uyanık olmamız, gelişmelerden gerekli sonuçları çıkarmamız gerekiyor. Paylaştığımız ortak coğrafyada veya mücavir bölgelerde meydana gelen gelişmeler, bütün Türk dünyasını da etkileyebilecek, gerekli basireti göstermediğimiz takdirde bizi ağır sonuçlarla yüz yüze getirecek gelişmelerdir.''
'KARABAĞ HEPİMİZİN KANAYAN YARASI Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Karabağ hepimizin kanayan yarasıdır. Ermenistan evrensel değerlere, temel insan haklarına, komşuluk ilişkilerine, hiçbir hukuk kaidesine uymayan bu kabul edilemez tutuma ve haksız işgale derhal son vermelidir'' dediErdoğan, Kıbrıs konusunda da 2004 yılındaki Annan Planı referandumuna ''hayır'' diyen Güney Kıbrıs'ın ödüllendirildiğini, Kuzey Kıbrıs'ın cezalandırıldığını belirterek, ''İşte bunların samimiyeti budur, dürüstlüğü budur'' diye konuştu. Erdoğan, Azerbaycan'ın başkenti Bakü'deki Gülistan Sarayı'nda başlayan 11. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın açılışında yaptığı konuşmada Karabağ sorununa değindi.
''Karabağ hepimizin kanayan yarasıdır'' diyen Erdoğan, Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünün yanı başındaki bir devletin işgali altında olduğunu söyledi. Yaklaşık 1 milyon insanın haksız bir işgal neticesinde kendi ülkesinde mülteci durumuna düşürüldüğünü anlatan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Bu acı tablo hepimizin yüreğini sızlattığı kadar, uluslararası camianın gözünü kapatamayacağı kadar açık bir haksızlıktır. Bölgemizde barışın, istikrarın, refahın ve işbirliğinin hakim olabilmesi için en temel şartlardan biri Ermenistan'ın bu işgale son vermesi, uluslararası hukuk ve toplumun çağrılarına uymasıdır. ABD, Fransa ve Rusya'nın oluşturduğu üçlü zirve var. Peki şu ana kadar verilmiş olumlu bir karar var mı? Yok. Hep oyalama taktiği. Ermenistan, evrensel değerlere, temel insan haklarına, komşuluk ilişkilerine hiçbir hukuk kaidesine uymayan bu kabul edilemez tutuma ve haksız işgale derhal son vermelidir. Türkiye, bu konuda her zaman Azerbaycan'ın yanında olmuştur, bundan böyle de yanında olacaktır. Irak'taki Türkmen kardeşlerimizin durumu da ortadadır. Burada da aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. KKTC Türkleri yıllardır haklı bir mücadele vermekte, tüm iyiniyetli çözüm çabalarına rağmen izolasyonlara maruz bırakılmaktadır. Birçok görüşmeler yapılmıştır. Bize sözler vermişlerdir. Sene 2004 Nisan ayı... Ve demişlerdir ki, 'bundan olumlu bir netice çıkarın, gerisine karışmayın.' KKTC halkı bu vaade uymuştur, olumlu bir netice çıkarmıştır. Güney Kıbrıs, Annan Planına 'hayır' demiştir ama kalkmışlardır, Güney Kıbrıs'ı ödüllendirmiş, Kuzey Kıbrıs'ı cezalandırmışlardır. İşte bunların samimiyeti budur, dürüstlüğü budur. Bunları kendilerine de söylediğim için burada rahat söylüyorum. Yani burada söylüyorum da kendilerine söylemiyorum değil. Her dem buluşmamızda da söylüyorum. 'Samimiyet testinde sınıfta kaldınız' diyorum. Maalesef öyle... Balkanlardaki soydaşlarımızın sıkıntıları da hepimizin müşterek derdidir. Bütün bu zorlukların üstesinden gelebilmemiz için tek bir yol vardır. O da her zaman söylediğimiz gibi, aramızda sıkı işbirliği...''BAŞARI İÇİN TAM İŞBİRLİĞİ''-
Erdoğan, bu tür kurultayların ufuk açtığını ifade ederek, işbirliği ve dayanışmanın bugün için çoğu atıl durumda olan büyük imkanları hayata geçirme fırsatı vereceğini kaydetti. Bugünkü dünya düzeninde başarıyı yakalayabilmenin yolunun tam bir işbirliği ve dayanışma içinde olmaktan geçtiğini belirten Erdoğan, dünyadan kendini soyutlayarak hak edilen yere gelmenin mümkün olmadığını söyledi. Başbakan Erdoğan, ''Biz dayanışma içinde olmazsak halimiz ne olur? Lime lime ederler'' dedi.
Demokratikleşmenin, hukukun üstünlüğünün, saydamlığın, iyi yönetişimin temel insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesinin, küresel bütünleşme çabalarını güçlendirmenin gelecek vizyonunun temeli olması gerektiğini belirten Erdoğan, ''Ortak bölgemiz olan Avrasya'nın insan kaynakları ve doğal zenginlikleri sorunların aşılmasına imkan verecek boyuttadır'' diye konuştu. Türkiye ve Azerbaycan arasında önemli projeler yürütüldüğünü anlatan Erdoğan, geçen yıl Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının işletmeye açıldığını, yakın zamanda Bakü-Tiflis-Erzurum boru hattı ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının hayata geçirileceğini anımsattı.
Erdoğan, bu projelerin Asya ve Avrupa'yı, Batı ve Doğuyu birbirine yakınlaştırdığını, projelere katılan ülkelerin ekonomik gelişmelerine ve jeostratejik önemlerine katkı sağladığını kaydetti. Antalya'da geçen yıl düzenlenen 10. Kurultay'da Türkçe konuşan devletlerin dış politikada koordinasyon oluşturmaları gerektiği görüşünü dile getirdiğini anımsatan Erdoğan, ''bunun halkların çıkarlarını daha iyi korumaya imkan sağlayacağını'' ifade etti.
-''ORTAK TARİH DERSİ OKUTULSUN''- Bu çerçevede bir birlikteliği sağlama yolunda yapılacak çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğini anlatan Erdoğan, ''Ortak tarihimizin yeniden yazılması ve bu müşterek tarihin ders kitabı olarak okutulması önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Türk cumhuriyetleri arasındaki her türlü işbirliğinin daha planlı ve koordineli, diğer bir ifadeyle kurumsal olmanın vakti çoktan gelmiştir'' dedi. Bu amaçla Türk dili konuşan ülkeler devlet başkanları zirvesinin daimi sekreteryasının kurulmasını teklif eden Erdoğan, bu konuda çaba gösterilmesi gerektiğini belirtti. ''Ortaya koyduğu vizyonun gerçekleşmesinin Türk dünyasının elinde olduğunu'' ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle tamamladı: ''Bunu yapabilme gücümüzün birikimimizin, yeteneğimizin ve daha önemlisi irademizin bulunduğundan eminim. Gelecekte bugünlerimizden daha yakın, daha güçlü ve sağlam ilişkiler ve işbirliği içinde olacağımıza inanıyorum. Bunu gerçekleştiremezsek gelecek nesillere hesap veremeyiz. Bugün kayda alınacak kararlar, oluşturulacak ortak vizyon, biz yöneticiler için yol gösterici ve ışık olacaktır. Bu süreçte desteğimizi hiçbir zaman esirgemeyeceğimizi, daima çalışmalarınızın yanında olacağımızı açıkça bildiririm. Burada bulunan tüm konuklar bilmektedir ki, başkalarının hayal dahi edemediğini Türk toplulukları gerçekleştirebilecek yetenektedir. Bunu geçmişte başardık, şimdi de başarabiliriz. Ortak tarihimizde olduğu gibi bundan sonra da seyreden veya izleyen değil, önde giden, tayin eden olacağız. Lider ülkeler, imrenilen ülkeler olacağız. Yani bu topluluklar gündemi gelirlenen topluluklar olmamalı. Bu topluluklar gündem belirleyen topluluklar olmalı çünkü lider ülke olmak buradan geçer. Bunu başaracak olanlar burada bulunanlar veya burada olmasa da gönlü, ruhu, kalbi ve vicdanı bizimle olan bütün kardeşlerimizdir. Bu tabloda kararlı adımlar attığımız takdirde bugünkünden çok daha güzel günleri hep birlikte yaşayacağız.'' Konuşmanın ardından Başbakan Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e Orhun Yazıtları maketi hediye edildi. Daha sonra, Aliyev, Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Türk cumhuriyetlerinin temsilcileri demir dövdüler.
Haber 7 com dan Bilal Yakınbaş'ın haberi
Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın açılışına katılan Erdoğan ''Dayanışma içinde olmazsak halimiz ne olur? Lime lime ederler'' dedi...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türk dünyasının kardeşliğinin köklerini, kadim değerlerinden, derin tarihi, kültürel ve insani bağlardan aldığını belirterek, ''Kaçırdığımız fırsatları telafi ederek, yeni bir diriliş meşalesi yakabilmemizin önünde hiçbir engel olmadığını iyi bilmeli ve elimizdeki tarihi fırsatı imkana çevirmeliyiz'' dedi.
Başbakan Erdoğan, Azerbaycan'ın başkenti Bakü'deki Gülistan Sarayı'nda bugün başlayan 11. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın açılışında konuştu. Erdoğan, başta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev olmak üzere kurultayın düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür etti. Aşkabat'tan Taşkent'e, Buhara, Semerkant, Almatı, Bişkek, Lefkoşa, Gümülcine, Ankara ve Kerkük'e selam söyleyen Erdoğan, bütün insanlığın mutluluğu için kurultaydan huzur, adalet, merhamet ve hakkaniyet sesinin yükselmesi temennisinde bulundu.
''Türkiye ile can Azerbaycan arasında ebedi bağların mimarlarından olan merhum Haydar Aliyev'i de hürmetle andığını'' belirten Erdoğan, Türk kurultaylarının yapılmasına öncülük eden Alparslan Türkeş'i de andı.
Geniş bir coğrafyada bulunan iki ülkenin ve kardeş toplulukların, tarihin derinliklerinden gelen yakın, güçlü ve sarsılmaz bağlarla birbirine bağlı olduğunu ifade eden Erdoğan, ''Bu kardeşliğimiz köklerini kadim değerlerimizden, derin tarihi, kültürel ve insani bağlardan almaktadır'' diye konuştu. Erdoğan, şöyle devam etti: ''Burada bizleri birleştiren bu bağlar, aynı zamanda ülkelerimize, bizlere büyük imkanlar da bahşetmektedir. Tarihi olaylar, geçmişte bu bağlarımızın ortaya çıkmasını engellemiş ve aramıza sınırlar koymuşsa da bugün yine bahtımızı açacak tarihi imkanlarla yüz yüzeyiz. Kaçırdığımız fırsatları telafi ederek, yeni bir meşalesi yakabilmemizin önünde hiçbir engel olmadığını iyi bilmeli ve elimizdeki tarihi fırsatı imkana çevirmeliyiz. Bunun için kardeşlik temelindeki bağlarımızı canlandırarak, işbirliğimize hayatiyet kazandırmalı, halklarımız arasındaki yakınlığı güçlendirerek, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan yeniden şahlanışa kalkmalıyız. Dünden bugüne özellikle son 15 yılda aldığımız mesafe açıkça göstermiştir ki birbirimize kavuşmamızı engelleyen kapalı yolların hepsi açılmıştır. Birlikte inşa edeceğimiz yeni bir dünya ve aydınlık gelecek bizleri beklemektedir. Bu geleceğimizin mimarı yine bizler olacağız. Bizler evrensel dayanışma ve kardeşlik bağlarını güçlendirdikçe, yeni ve sağlam köprüler kurdukça her zaman hürmetle andığımız atalarımızın rüyalarını gerçekleştirmiş olacağız. Yakın çevremizde meydana gelen olaylara dikkati çekmek istiyorum. Bütün dünyadaki siyasi, ekonomik gelişmelerle birlikte özellikle Irak ve Ortadoğu'da yaşananlar karşısında uyanık olmamız, gelişmelerden gerekli sonuçları çıkarmamız gerekiyor. Paylaştığımız ortak coğrafyada veya mücavir bölgelerde meydana gelen gelişmeler, bütün Türk dünyasını da etkileyebilecek, gerekli basireti göstermediğimiz takdirde bizi ağır sonuçlarla yüz yüze getirecek gelişmelerdir.''
'KARABAĞ HEPİMİZİN KANAYAN YARASI Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Karabağ hepimizin kanayan yarasıdır. Ermenistan evrensel değerlere, temel insan haklarına, komşuluk ilişkilerine, hiçbir hukuk kaidesine uymayan bu kabul edilemez tutuma ve haksız işgale derhal son vermelidir'' dediErdoğan, Kıbrıs konusunda da 2004 yılındaki Annan Planı referandumuna ''hayır'' diyen Güney Kıbrıs'ın ödüllendirildiğini, Kuzey Kıbrıs'ın cezalandırıldığını belirterek, ''İşte bunların samimiyeti budur, dürüstlüğü budur'' diye konuştu. Erdoğan, Azerbaycan'ın başkenti Bakü'deki Gülistan Sarayı'nda başlayan 11. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın açılışında yaptığı konuşmada Karabağ sorununa değindi.
''Karabağ hepimizin kanayan yarasıdır'' diyen Erdoğan, Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünün yanı başındaki bir devletin işgali altında olduğunu söyledi. Yaklaşık 1 milyon insanın haksız bir işgal neticesinde kendi ülkesinde mülteci durumuna düşürüldüğünü anlatan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Bu acı tablo hepimizin yüreğini sızlattığı kadar, uluslararası camianın gözünü kapatamayacağı kadar açık bir haksızlıktır. Bölgemizde barışın, istikrarın, refahın ve işbirliğinin hakim olabilmesi için en temel şartlardan biri Ermenistan'ın bu işgale son vermesi, uluslararası hukuk ve toplumun çağrılarına uymasıdır. ABD, Fransa ve Rusya'nın oluşturduğu üçlü zirve var. Peki şu ana kadar verilmiş olumlu bir karar var mı? Yok. Hep oyalama taktiği. Ermenistan, evrensel değerlere, temel insan haklarına, komşuluk ilişkilerine hiçbir hukuk kaidesine uymayan bu kabul edilemez tutuma ve haksız işgale derhal son vermelidir. Türkiye, bu konuda her zaman Azerbaycan'ın yanında olmuştur, bundan böyle de yanında olacaktır. Irak'taki Türkmen kardeşlerimizin durumu da ortadadır. Burada da aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. KKTC Türkleri yıllardır haklı bir mücadele vermekte, tüm iyiniyetli çözüm çabalarına rağmen izolasyonlara maruz bırakılmaktadır. Birçok görüşmeler yapılmıştır. Bize sözler vermişlerdir. Sene 2004 Nisan ayı... Ve demişlerdir ki, 'bundan olumlu bir netice çıkarın, gerisine karışmayın.' KKTC halkı bu vaade uymuştur, olumlu bir netice çıkarmıştır. Güney Kıbrıs, Annan Planına 'hayır' demiştir ama kalkmışlardır, Güney Kıbrıs'ı ödüllendirmiş, Kuzey Kıbrıs'ı cezalandırmışlardır. İşte bunların samimiyeti budur, dürüstlüğü budur. Bunları kendilerine de söylediğim için burada rahat söylüyorum. Yani burada söylüyorum da kendilerine söylemiyorum değil. Her dem buluşmamızda da söylüyorum. 'Samimiyet testinde sınıfta kaldınız' diyorum. Maalesef öyle... Balkanlardaki soydaşlarımızın sıkıntıları da hepimizin müşterek derdidir. Bütün bu zorlukların üstesinden gelebilmemiz için tek bir yol vardır. O da her zaman söylediğimiz gibi, aramızda sıkı işbirliği...''BAŞARI İÇİN TAM İŞBİRLİĞİ''-
Erdoğan, bu tür kurultayların ufuk açtığını ifade ederek, işbirliği ve dayanışmanın bugün için çoğu atıl durumda olan büyük imkanları hayata geçirme fırsatı vereceğini kaydetti. Bugünkü dünya düzeninde başarıyı yakalayabilmenin yolunun tam bir işbirliği ve dayanışma içinde olmaktan geçtiğini belirten Erdoğan, dünyadan kendini soyutlayarak hak edilen yere gelmenin mümkün olmadığını söyledi. Başbakan Erdoğan, ''Biz dayanışma içinde olmazsak halimiz ne olur? Lime lime ederler'' dedi.
Demokratikleşmenin, hukukun üstünlüğünün, saydamlığın, iyi yönetişimin temel insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesinin, küresel bütünleşme çabalarını güçlendirmenin gelecek vizyonunun temeli olması gerektiğini belirten Erdoğan, ''Ortak bölgemiz olan Avrasya'nın insan kaynakları ve doğal zenginlikleri sorunların aşılmasına imkan verecek boyuttadır'' diye konuştu. Türkiye ve Azerbaycan arasında önemli projeler yürütüldüğünü anlatan Erdoğan, geçen yıl Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının işletmeye açıldığını, yakın zamanda Bakü-Tiflis-Erzurum boru hattı ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının hayata geçirileceğini anımsattı.
Erdoğan, bu projelerin Asya ve Avrupa'yı, Batı ve Doğuyu birbirine yakınlaştırdığını, projelere katılan ülkelerin ekonomik gelişmelerine ve jeostratejik önemlerine katkı sağladığını kaydetti. Antalya'da geçen yıl düzenlenen 10. Kurultay'da Türkçe konuşan devletlerin dış politikada koordinasyon oluşturmaları gerektiği görüşünü dile getirdiğini anımsatan Erdoğan, ''bunun halkların çıkarlarını daha iyi korumaya imkan sağlayacağını'' ifade etti.
-''ORTAK TARİH DERSİ OKUTULSUN''- Bu çerçevede bir birlikteliği sağlama yolunda yapılacak çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğini anlatan Erdoğan, ''Ortak tarihimizin yeniden yazılması ve bu müşterek tarihin ders kitabı olarak okutulması önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Türk cumhuriyetleri arasındaki her türlü işbirliğinin daha planlı ve koordineli, diğer bir ifadeyle kurumsal olmanın vakti çoktan gelmiştir'' dedi. Bu amaçla Türk dili konuşan ülkeler devlet başkanları zirvesinin daimi sekreteryasının kurulmasını teklif eden Erdoğan, bu konuda çaba gösterilmesi gerektiğini belirtti. ''Ortaya koyduğu vizyonun gerçekleşmesinin Türk dünyasının elinde olduğunu'' ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle tamamladı: ''Bunu yapabilme gücümüzün birikimimizin, yeteneğimizin ve daha önemlisi irademizin bulunduğundan eminim. Gelecekte bugünlerimizden daha yakın, daha güçlü ve sağlam ilişkiler ve işbirliği içinde olacağımıza inanıyorum. Bunu gerçekleştiremezsek gelecek nesillere hesap veremeyiz. Bugün kayda alınacak kararlar, oluşturulacak ortak vizyon, biz yöneticiler için yol gösterici ve ışık olacaktır. Bu süreçte desteğimizi hiçbir zaman esirgemeyeceğimizi, daima çalışmalarınızın yanında olacağımızı açıkça bildiririm. Burada bulunan tüm konuklar bilmektedir ki, başkalarının hayal dahi edemediğini Türk toplulukları gerçekleştirebilecek yetenektedir. Bunu geçmişte başardık, şimdi de başarabiliriz. Ortak tarihimizde olduğu gibi bundan sonra da seyreden veya izleyen değil, önde giden, tayin eden olacağız. Lider ülkeler, imrenilen ülkeler olacağız. Yani bu topluluklar gündemi gelirlenen topluluklar olmamalı. Bu topluluklar gündem belirleyen topluluklar olmalı çünkü lider ülke olmak buradan geçer. Bunu başaracak olanlar burada bulunanlar veya burada olmasa da gönlü, ruhu, kalbi ve vicdanı bizimle olan bütün kardeşlerimizdir. Bu tabloda kararlı adımlar attığımız takdirde bugünkünden çok daha güzel günleri hep birlikte yaşayacağız.'' Konuşmanın ardından Başbakan Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e Orhun Yazıtları maketi hediye edildi. Daha sonra, Aliyev, Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Türk cumhuriyetlerinin temsilcileri demir dövdüler.
Emir Timur Bey dedi ki;
“ Bu iki ordu arasında güç farkı yok. Ama önemli olan bir fark vardır ki Yıldırım bunu görmez.
Sonra ovadaki ordulara bakarak dedi ki;
“ Benim ordumda karma yok. Tamamıda Saf Müslüman Türk. Osmanlı ordusunda ise devşirmeler var. Bu tarihi savaşın neticesi şimdiden belli oldu. Hadi hazırlanın. Saldıracağız.
Sonra ovadaki ordulara bakarak dedi ki;
“ Benim ordumda karma yok. Tamamıda Saf Müslüman Türk. Osmanlı ordusunda ise devşirmeler var. Bu tarihi savaşın neticesi şimdiden belli oldu. Hadi hazırlanın. Saldıracağız.
Keşan'da Osmanlı aleyhine yarışma düzenleyenler
"Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi konuşması Nutuk’ta neden makaslandı?"
Edirnenin Keşan ilçesinde Osmanlı aleyhine yarışma düzenleyenler Mustafa Armağan hocanın 17 kasım tarihli makalasesini okusunlar da utansınlar. Amam utanacak yüzleri varsa. İhanet edenlerde utanma olmaz. Çıkıp milletten özür dileyecekelr ve bunu bilmediklerini itiraf edecekler. Yada ihanet damgası ile yaşayamaya devam edecekler.
Edirnenin Keşan ilçesinde Osmanlı aleyhine yarışma düzenleyenler Mustafa Armağan hocanın 17 kasım tarihli makalasesini okusunlar da utansınlar. Amam utanacak yüzleri varsa. İhanet edenlerde utanma olmaz. Çıkıp milletten özür dileyecekelr ve bunu bilmediklerini itiraf edecekler. Yada ihanet damgası ile yaşayamaya devam edecekler.
16 Kasım 2007 Cuma
Bunlar bırakın Müslüman olmayı Türk bile değiller
Edirne'nin Keşan ilçesinde düzenlenen ve Osmanlıya hakaret içeren kompozisyon yarışmasından bahsediyorum.. Detaya giemeyeceğim..
16 kasım 2007 tarihli haberlerde var...
Buradaki kıymet hükmü şu;
Bunu yazanda, yazdıranda, buna derece verende haindir. Müslüman değildir. Bırakınız Müslümanlıklarını Türkde değildir. Bu ülke 1071 de kurulmuştur. Alparslan Gazi ceddim tarafından anadolu kapıları Müslüman Türk milletine açılmıştır. Osmanlı ise, Türk tarihinin gelmiş geçmiş en muhteşem devlet örneğidir. Ne Osmanlıdan önce, nede Osmanlıdan sonra böylesine ihtişamlı bir devlet kurulmadı. Bir kere hainlerin bilmedikleri önemli nokta burası.
O çocucuğun suçu yok. Onu zehirleyenler kimler bunu bilmek gerek.
Evet tabii ya! "On yılda on milyon genç yarattık her yaştan " diyen zihniyetin geriye bıraktığı daha ne olacak? Ne bekleyecektik ki.Bu öğretmenlerin ellerine verilen diplomaları ve bu diplomaları bunlara verenleri incelemek gerek. Sistem baştan bozuk.
Oysa ben bunun daha katmerlisini söyleyebilirm;
Yetmiş yılda yetmiş milyon yarattık sil baştan!
16 kasım 2007 tarihli haberlerde var...
Buradaki kıymet hükmü şu;
Bunu yazanda, yazdıranda, buna derece verende haindir. Müslüman değildir. Bırakınız Müslümanlıklarını Türkde değildir. Bu ülke 1071 de kurulmuştur. Alparslan Gazi ceddim tarafından anadolu kapıları Müslüman Türk milletine açılmıştır. Osmanlı ise, Türk tarihinin gelmiş geçmiş en muhteşem devlet örneğidir. Ne Osmanlıdan önce, nede Osmanlıdan sonra böylesine ihtişamlı bir devlet kurulmadı. Bir kere hainlerin bilmedikleri önemli nokta burası.
O çocucuğun suçu yok. Onu zehirleyenler kimler bunu bilmek gerek.
Evet tabii ya! "On yılda on milyon genç yarattık her yaştan " diyen zihniyetin geriye bıraktığı daha ne olacak? Ne bekleyecektik ki.Bu öğretmenlerin ellerine verilen diplomaları ve bu diplomaları bunlara verenleri incelemek gerek. Sistem baştan bozuk.
Oysa ben bunun daha katmerlisini söyleyebilirm;
Yetmiş yılda yetmiş milyon yarattık sil baştan!
15 Kasım 2007 Perşembe
Son Cihangir Enver paşa BİR BELGE,BİR KESİT
2 Temmuz 1922 Baysun Rus karargahı
İnce hilal gibi ay, en küçük bir bulut olmayan gök yüzünde yapayalnızdı. Milyonlarca yıldızın arasında yapayalnız. Kendini de öyle hissetti. Yapayalnız. Yıldızların ve hilalin yeryüzüne bu kadar çok yaklaştığı başka bir yerde görmediğini düşündü. Sonra daha aşağılarda düzlükte konuşlanmış bulunan Rus birliğine baktı. Bu arada Beyaz atı Derviş huzursuz olmaya başlamış gibi gemini çiğniyor, başını aşağı yukarı kaldırıyordu. Enver paşa atın beyaz yelelerini ve eğerin altına doğru gelen boyun kısmını kaşıdı sevgi dolu bir sesle mırıldandı;
“ Ne oldu Derviş? Koşmak mı istersin ?”
Akıllı hayvan sanki söylenenleri anlamış gibi başını tekrar indirip kaldırdı.
“ Tamam az kaldı. Şimdi çıkacağız.”
O arada Kerim bey, az ilerde Enver paşa gibi gök yüzüne bakan Sami beye baktı. İki bin kişilik tabur arkada bekliyordu. Tam bu arada daha gerilerden bir atlı geldi. Sami beye yaklaştı ve orada bir şeyler konuştular. Sami bey atlıyı geri gönderdikten sonra Enver paşanın yanına geldi;
“ Tamam paşam”
Enver paşa gülümseyerek baktı Sami beye. Karanlıkta bile beyaz dişleri görülüyordu ;
“ Her şey hazır mı Sami bey ?”
“ Hazır paşam”
“ Tamam o zaman.”
Sonra Kerim beye döndü;
“ Kerim bey askerlerin başına geç. İşaretimi alır almaz saldıracağız.”
Kerim bey Devletment bey gibi” Hakanım” diyordu;
“ Buyruk senindir hakanım.”
Sonra atının başını çevirerek arkada tepe aşağısında bulunan adamların yanına gitti. Sami bey, bir süre Rus birliğinin bulunduğu aşağıdaki düzlüğe baktı Aslında Ruslar görülmüyordu. Onların orada olduğunu akşamdan önce görmeseler bilemezlerdi de. Hilal biçimindeki ay yeteri kadar aydınlatmıyordu. Sadece büyük çadırların kayalara benzeyen hareketsiz siluetleri görülüyordu.
“ Sanırım, beş bin kişilik bir tümen bu Paşam” dedi Sami bey. Sonra ekledi;
“ Devletment bey, diğer taraftan saldıracak. Bizden işaret bekliyor. Şu anda iki subay arkadaşımız Suphi bey ve Kemal bey, karargaha sızmış durumdalar az önce haber aldık.
Enver paşa, Alman marka otomatik tabancasını çıkarttı, kontrol etti, sonra Sami bey bakarak gülümsedi.
“ İşaret ver Sami bey, gidiyoruz”
Sami bey, her zaman, her çatışmaya girecekleri zaman korkarak bakardı ona. Onu son kez görme korkusu yaşardı. Yine öyle yaptı. Enver paşaya bakamadı. Geriye giderek işaret verdi;
Çok geçmeden iki bin Atlı Türk süvarisi Rus karargahına saldırmak için harekete geçmişlerdi. Kısa bir süre Atlılar birer hayalet gibi sessizce ilerlediler. Düzlüğe indiklerinse Rus çadırları ile aralarında beş yüz metre mesafe kalmıştı. Burada dağılarak ilerlemeye başladılar. Atlar tırısa kalkmıştı. Çadırlara yaklaştıkça Türk atlıları gökteki hilal gibi olmuşlardı. Sanki çadırların tamamını da bu hilalin arasına alacak şekilde oluşturmuşlardı. Sabahın bu erken saatinde ellerindeki tüfekleri ile atlarının üzerinde dimdik oturan iki bin adam çadırların çevresinde kendilerini bekleyen makineli tüf eklere doğru gittikçe artan bir hızla ilerliyorlardı. Enver paşa beyaz atı ile en önde ve hilalin ortasında idi. Sami bey hemen yakınında ve sağ yanında At sürüyordu. Kerim bey sol tarafında idi. Diğer kumandanlarda küçük mangalar halinde düzenlenen birliklerinin başında idiler.
İnce hilal gibi ay, en küçük bir bulut olmayan gök yüzünde yapayalnızdı. Milyonlarca yıldızın arasında yapayalnız. Kendini de öyle hissetti. Yapayalnız. Yıldızların ve hilalin yeryüzüne bu kadar çok yaklaştığı başka bir yerde görmediğini düşündü. Sonra daha aşağılarda düzlükte konuşlanmış bulunan Rus birliğine baktı. Bu arada Beyaz atı Derviş huzursuz olmaya başlamış gibi gemini çiğniyor, başını aşağı yukarı kaldırıyordu. Enver paşa atın beyaz yelelerini ve eğerin altına doğru gelen boyun kısmını kaşıdı sevgi dolu bir sesle mırıldandı;
“ Ne oldu Derviş? Koşmak mı istersin ?”
Akıllı hayvan sanki söylenenleri anlamış gibi başını tekrar indirip kaldırdı.
“ Tamam az kaldı. Şimdi çıkacağız.”
O arada Kerim bey, az ilerde Enver paşa gibi gök yüzüne bakan Sami beye baktı. İki bin kişilik tabur arkada bekliyordu. Tam bu arada daha gerilerden bir atlı geldi. Sami beye yaklaştı ve orada bir şeyler konuştular. Sami bey atlıyı geri gönderdikten sonra Enver paşanın yanına geldi;
“ Tamam paşam”
Enver paşa gülümseyerek baktı Sami beye. Karanlıkta bile beyaz dişleri görülüyordu ;
“ Her şey hazır mı Sami bey ?”
“ Hazır paşam”
“ Tamam o zaman.”
Sonra Kerim beye döndü;
“ Kerim bey askerlerin başına geç. İşaretimi alır almaz saldıracağız.”
Kerim bey Devletment bey gibi” Hakanım” diyordu;
“ Buyruk senindir hakanım.”
Sonra atının başını çevirerek arkada tepe aşağısında bulunan adamların yanına gitti. Sami bey, bir süre Rus birliğinin bulunduğu aşağıdaki düzlüğe baktı Aslında Ruslar görülmüyordu. Onların orada olduğunu akşamdan önce görmeseler bilemezlerdi de. Hilal biçimindeki ay yeteri kadar aydınlatmıyordu. Sadece büyük çadırların kayalara benzeyen hareketsiz siluetleri görülüyordu.
“ Sanırım, beş bin kişilik bir tümen bu Paşam” dedi Sami bey. Sonra ekledi;
“ Devletment bey, diğer taraftan saldıracak. Bizden işaret bekliyor. Şu anda iki subay arkadaşımız Suphi bey ve Kemal bey, karargaha sızmış durumdalar az önce haber aldık.
Enver paşa, Alman marka otomatik tabancasını çıkarttı, kontrol etti, sonra Sami bey bakarak gülümsedi.
“ İşaret ver Sami bey, gidiyoruz”
Sami bey, her zaman, her çatışmaya girecekleri zaman korkarak bakardı ona. Onu son kez görme korkusu yaşardı. Yine öyle yaptı. Enver paşaya bakamadı. Geriye giderek işaret verdi;
Çok geçmeden iki bin Atlı Türk süvarisi Rus karargahına saldırmak için harekete geçmişlerdi. Kısa bir süre Atlılar birer hayalet gibi sessizce ilerlediler. Düzlüğe indiklerinse Rus çadırları ile aralarında beş yüz metre mesafe kalmıştı. Burada dağılarak ilerlemeye başladılar. Atlar tırısa kalkmıştı. Çadırlara yaklaştıkça Türk atlıları gökteki hilal gibi olmuşlardı. Sanki çadırların tamamını da bu hilalin arasına alacak şekilde oluşturmuşlardı. Sabahın bu erken saatinde ellerindeki tüfekleri ile atlarının üzerinde dimdik oturan iki bin adam çadırların çevresinde kendilerini bekleyen makineli tüf eklere doğru gittikçe artan bir hızla ilerliyorlardı. Enver paşa beyaz atı ile en önde ve hilalin ortasında idi. Sami bey hemen yakınında ve sağ yanında At sürüyordu. Kerim bey sol tarafında idi. Diğer kumandanlarda küçük mangalar halinde düzenlenen birliklerinin başında idiler.
Son Cihangir Enver paşa- Yüzyılın en büyük şehidi
BÜYÜK ŞEHİT SENİ RAHMETLE ANIYOR SAYGIYLA SELAMLIYORUM
Çegen nedir ? Nerededir kim bilir? Çegen nerdedir nasıl bir yerdir kim bilir? Orda şimdi kimler yaşar kim bilir ? Çegen Aaah Çegen Sen böyle bir yiğitlik gördün mü? Gördüğün günler içinde .
Çegen köyü Abıderya suyunun kuzey sırtlarına düşer. Altta, büyük bir dere yatağı ile açılır dünyaya. Orda yaşayanlar o dereye Dere-i Hakiyan vadisi derler.
BALCEVAN LİDERİ DEVLETMENT BEY, ENVER PAŞA İLE ORADA ŞEHİT OLDU
Çegen, Balcevan ’a on beş kilometre kadar doğudadır. Balcevan lideri, Son cihangir Enver paşanın can dostu. Ona ölümüne bağlı yiğit Türkmen beyi Devletment bey. Haberi aldığında atını çatlatırcasına koşturuyordu. Başından börkü uçmuş, ak sakalları ve saçları dağılmıştı. Yüreğinin derinliklerinde bir dua, beyninde ise sadece Cihangir paşaya yetişmek vardı. Adamları arkasından dağılmışlardı. Sadece yüz kadara atlı Devletment beyin yakınında at sürüyorlardı.
“ Yetişmem gerek Cihangir sultana yetişmem gerek. Onun orada kalması yanlıştı. Dedim ben. Çegen bir tuzaktır oyyyy. Paşam beyim Oy! Cihangirim orada durmaman gerekti. Yetişmem gerek. Arkadan vurmalıyım kahpe tuzakçıları. Geçidin arkasından varıp onları dağıtmalıyım. Allah’ım beni ona yetiştir.”
Sür atını Devletment bey sür. Bak, güneş durdu sana bakıyor. Hem de dünyanın tam tepesinde. Zaman durdu sizlere bakıyor bak hem de mübarek kurban bayramının birinci gününde. Son Cihangir O, asla esarete boyun eğmeyen Adam. Yapayalnız. Tıpkı İstanbul dan çıkarken olduğu gibi. Arkasında yirmi beş kader arkadaşı ile yapayalnız. Mitralyözlerin ağzına At sürüyorlar. Koştur atını koştur bakalım bu şahadete yetişebilecek misin?
İBRAHİM BEG LAKAY BU YİĞİT TÜRKMEN BEYİ ENVER PAŞANIN ŞEHADETİNDEN SONRA RUSLARLA SAVAŞINI SÜRDÜRDÜ ANCAK 1926 YILINDA YAKALANDI. GKB AJANLARI TARAFINDAN 1933 YILINA KADAR SORGULANDI. DAHA SONRA KAFASINA KURŞUN SIKILARAK ŞEHİT EDİLDİ;
Diğer tarafta haberi alan İbrahim beg Lakay “ Eyvah “ dedi atına atladı.
“ Eyvahlar olsun ki eyvah. Hemen atlarınızı atlayın, Enver Paşaya yetişelim.”
Çegen de çifte bayram var İbrahim Beg Lakay. Güneş durdu bak. Hem de tam tepede durdu. Çegen in tam tepesinde. Gölgeler uzamaz kısalmaz oldu. Bu gün kurban bayramının birinci günü . Bu gün son Cihangirin çifte bayramı . Enver Paşa iki bayramı bir yapıyor.
Yüreğinde Pamir dağlarının zirvesine dikilmesini arzu ettiği Turan İslam ordusunun bayrağı. Allah’ın nizamını temsil edecek, mahşerde Allah’ın dinin yücelten bir kavim olarak bu bayrak altında Allah’ın huzuruna çıkacaktı. Bu bayrak İstanbul dan da, bu bayrak Naciye sultanın gözlerinden de nazlı idi.
Bu bayrak Mekke idi, Medine idi. Onun gönlünde bu bayrak Edirne de Selimiye, İstanbul da Ayasofya ve Sultan Ahmet ti. Onu gönlünün en derin yerinde büyütüyordu. Oraya ne Naciye Sultanın gözleri, nede Naciye sultanın gözleri kadar derin İstanbul boğazının suları varabilirdi.
İstanbul boğazının derin sularına, derin sular gibi hayranı olduğu Naciye sultanın gözlerine değiştiği makama doğru koşuyor. Haydi yetişin bakalım.
Zaman kısa yol uzak. Atlar çatlasa da, yiğitler patlasa da yol uzak. Zaman durmuş . Cehennemden kaçar gibi koşan atlar belki de hayatlarında ilk defa bastıkları yeri bilmeden koşuyorlardı. Dağların yamaçlarından, tepelerin eteklerinden , derelerin çakıllarından, budur meşe ağaçlarının üzerlerinden, sık otların arasından yıldırım gibi gidiyorlardı. Ama heyhat İbrahim Beg Lakay, ideali uğruna baş koyduğu adama ulaşamayacaktı.
Ama, Şahadet koşan bir adama kim yetişebilirdi ki. Şahadeti hisseden akıllı Atı Dervişe kim ulaşabilirdi ki?
Tepede mevzileşmiş ve onlarca makineli tüfekleri bulunan bir düşman taburuna karşı aşağıdan, vadiden ve ancak atlar üstünde çekilmiş kılıçlarla, azlık, bir nevi fedai süvari grubunun saldırıya geçmesi gibi.
Ama Enver Paşa en öndeydi. Atını yıldırım gibi sürüyordu. Ne yardım için gönderilen adamların gelmesini bekliyordu, nede her hangi bir yerden ümit bekliyordu. O halde iken İstanbul boğazının Çamlıca tepelerinden görüntüsü geliyordu gözlerinin önüne.
Ve birde en az İstanbul boğazı kadar derin bakan Naciye sultanın gözleri. Aman Allah ım Aman Allah ım Bu ne zevk”
Ses geliyor, Sami bey gibi, Yaveri Ali Rıza bey gibi.
“ Paşam sakın kendini Paşam bizi öksüz bırakma paşam”
Çegen nedir ? Nerededir kim bilir? Çegen nerdedir nasıl bir yerdir kim bilir? Orda şimdi kimler yaşar kim bilir ? Çegen Aaah Çegen Sen böyle bir yiğitlik gördün mü? Gördüğün günler içinde .
Çegen köyü Abıderya suyunun kuzey sırtlarına düşer. Altta, büyük bir dere yatağı ile açılır dünyaya. Orda yaşayanlar o dereye Dere-i Hakiyan vadisi derler.
BALCEVAN LİDERİ DEVLETMENT BEY, ENVER PAŞA İLE ORADA ŞEHİT OLDU
Çegen, Balcevan ’a on beş kilometre kadar doğudadır. Balcevan lideri, Son cihangir Enver paşanın can dostu. Ona ölümüne bağlı yiğit Türkmen beyi Devletment bey. Haberi aldığında atını çatlatırcasına koşturuyordu. Başından börkü uçmuş, ak sakalları ve saçları dağılmıştı. Yüreğinin derinliklerinde bir dua, beyninde ise sadece Cihangir paşaya yetişmek vardı. Adamları arkasından dağılmışlardı. Sadece yüz kadara atlı Devletment beyin yakınında at sürüyorlardı.
“ Yetişmem gerek Cihangir sultana yetişmem gerek. Onun orada kalması yanlıştı. Dedim ben. Çegen bir tuzaktır oyyyy. Paşam beyim Oy! Cihangirim orada durmaman gerekti. Yetişmem gerek. Arkadan vurmalıyım kahpe tuzakçıları. Geçidin arkasından varıp onları dağıtmalıyım. Allah’ım beni ona yetiştir.”
Sür atını Devletment bey sür. Bak, güneş durdu sana bakıyor. Hem de dünyanın tam tepesinde. Zaman durdu sizlere bakıyor bak hem de mübarek kurban bayramının birinci gününde. Son Cihangir O, asla esarete boyun eğmeyen Adam. Yapayalnız. Tıpkı İstanbul dan çıkarken olduğu gibi. Arkasında yirmi beş kader arkadaşı ile yapayalnız. Mitralyözlerin ağzına At sürüyorlar. Koştur atını koştur bakalım bu şahadete yetişebilecek misin?
İBRAHİM BEG LAKAY BU YİĞİT TÜRKMEN BEYİ ENVER PAŞANIN ŞEHADETİNDEN SONRA RUSLARLA SAVAŞINI SÜRDÜRDÜ ANCAK 1926 YILINDA YAKALANDI. GKB AJANLARI TARAFINDAN 1933 YILINA KADAR SORGULANDI. DAHA SONRA KAFASINA KURŞUN SIKILARAK ŞEHİT EDİLDİ;
Diğer tarafta haberi alan İbrahim beg Lakay “ Eyvah “ dedi atına atladı.
“ Eyvahlar olsun ki eyvah. Hemen atlarınızı atlayın, Enver Paşaya yetişelim.”
Çegen de çifte bayram var İbrahim Beg Lakay. Güneş durdu bak. Hem de tam tepede durdu. Çegen in tam tepesinde. Gölgeler uzamaz kısalmaz oldu. Bu gün kurban bayramının birinci günü . Bu gün son Cihangirin çifte bayramı . Enver Paşa iki bayramı bir yapıyor.
Yüreğinde Pamir dağlarının zirvesine dikilmesini arzu ettiği Turan İslam ordusunun bayrağı. Allah’ın nizamını temsil edecek, mahşerde Allah’ın dinin yücelten bir kavim olarak bu bayrak altında Allah’ın huzuruna çıkacaktı. Bu bayrak İstanbul dan da, bu bayrak Naciye sultanın gözlerinden de nazlı idi.
Bu bayrak Mekke idi, Medine idi. Onun gönlünde bu bayrak Edirne de Selimiye, İstanbul da Ayasofya ve Sultan Ahmet ti. Onu gönlünün en derin yerinde büyütüyordu. Oraya ne Naciye Sultanın gözleri, nede Naciye sultanın gözleri kadar derin İstanbul boğazının suları varabilirdi.
İstanbul boğazının derin sularına, derin sular gibi hayranı olduğu Naciye sultanın gözlerine değiştiği makama doğru koşuyor. Haydi yetişin bakalım.
Zaman kısa yol uzak. Atlar çatlasa da, yiğitler patlasa da yol uzak. Zaman durmuş . Cehennemden kaçar gibi koşan atlar belki de hayatlarında ilk defa bastıkları yeri bilmeden koşuyorlardı. Dağların yamaçlarından, tepelerin eteklerinden , derelerin çakıllarından, budur meşe ağaçlarının üzerlerinden, sık otların arasından yıldırım gibi gidiyorlardı. Ama heyhat İbrahim Beg Lakay, ideali uğruna baş koyduğu adama ulaşamayacaktı.
Ama, Şahadet koşan bir adama kim yetişebilirdi ki. Şahadeti hisseden akıllı Atı Dervişe kim ulaşabilirdi ki?
Tepede mevzileşmiş ve onlarca makineli tüfekleri bulunan bir düşman taburuna karşı aşağıdan, vadiden ve ancak atlar üstünde çekilmiş kılıçlarla, azlık, bir nevi fedai süvari grubunun saldırıya geçmesi gibi.
Ama Enver Paşa en öndeydi. Atını yıldırım gibi sürüyordu. Ne yardım için gönderilen adamların gelmesini bekliyordu, nede her hangi bir yerden ümit bekliyordu. O halde iken İstanbul boğazının Çamlıca tepelerinden görüntüsü geliyordu gözlerinin önüne.
Ve birde en az İstanbul boğazı kadar derin bakan Naciye sultanın gözleri. Aman Allah ım Aman Allah ım Bu ne zevk”
Ses geliyor, Sami bey gibi, Yaveri Ali Rıza bey gibi.
“ Paşam sakın kendini Paşam bizi öksüz bırakma paşam”
Son Cihangir Enver paşa
Gerçek ile İdeal.
Gazneli Mahmut geçti bu yollardan. Babür Şah baş koydu bu uğurda, Timur da At sürdü bu ince cılga da. Ama onların hiç birinin de karşılaşmadıkları jeopolitik kanunlar, çağın ideolojik akımları silahlı düşmanlardan daha tehlikeli ve güçlü olarak son cihangirin karşısına dikilmişlerdi.
4 Ağustos 1922 Türkistan, Balcevan kasabasının Çegen köyü.
Kurban bayramının birinci günü
Türk ordusunun yirmi beş kurmay subayı Son cihangir Enver paşanın arkasından Çegen tepesinde kurulmuş olan mitralyözlerin üzerine saldırdıklarında güneş tam tepedeydi.
O an zaman durdu. Takvimler durdu. Güneş durdu seyretti o anı. O an tarihte eşine ender rastlanacak bir cihangirin” Şehitlikten büyük rütbe mi var? “dediği makama doğru at kopartmasıydı. Altındaki süt beyaz rengi ile ilk bakışta seçilen Derviş, sanki bu şerefli koşunun son koşusu olduğunu biliyormuş gibiydi. Sanki son cihangiri en büyük makama taşıdığını anlamıştı. Köpükler fışkıran ağzını gökyüzüne çevirmişti. Süt beyaz rengine inat, kızaran gözlerini meydan okuyormuş gibi devirmiş düşmana bakıyor ve süratle ölüm kusan mitralyözlerin üzerine gidiyordu…
****
Bu romanda geçen yer isimleri, Tarih ve kahramanlar tamamen gerçek kişilerdir. Bu anlamda bu roman bir hayal mahsulü, sadece hamaset ve kurgu değildir.
Son yüzyılın bu en büyük şehidine ve kendisi ile birlikte orada şehit düşen 25 Türk Kurmay subayına Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerim TAŞKENT HAPİSHANELERİNDE SORGULANAN VE SONUNDA KAFASINA KURŞUN SIKILARAK ŞEHİT EDİLEN YİĞİT TÜRKMEN BEYİ İBRAHİM BEG LAKAY IN ENVER PAŞA VE ONUN tÜRKİSTANDAKİ MÜCADELESİ İLE İLGİLİ VERDİĞİ İFADELER ESER İÇİN KAYNAK TEŞKİL ETMİŞTİR.
KAYNAK; KARAKUTU YAYINLARI TARAFINDAN TARİHİMİZE VE KÜLTÜR DÜNYAMIZA SUNULAN" GKP ARŞİVLERİNDE ENVER PAŞA" İSİMLİ ESER
Mehmet Alperen
Gazneli Mahmut geçti bu yollardan. Babür Şah baş koydu bu uğurda, Timur da At sürdü bu ince cılga da. Ama onların hiç birinin de karşılaşmadıkları jeopolitik kanunlar, çağın ideolojik akımları silahlı düşmanlardan daha tehlikeli ve güçlü olarak son cihangirin karşısına dikilmişlerdi.
4 Ağustos 1922 Türkistan, Balcevan kasabasının Çegen köyü.
Kurban bayramının birinci günü
Türk ordusunun yirmi beş kurmay subayı Son cihangir Enver paşanın arkasından Çegen tepesinde kurulmuş olan mitralyözlerin üzerine saldırdıklarında güneş tam tepedeydi.
O an zaman durdu. Takvimler durdu. Güneş durdu seyretti o anı. O an tarihte eşine ender rastlanacak bir cihangirin” Şehitlikten büyük rütbe mi var? “dediği makama doğru at kopartmasıydı. Altındaki süt beyaz rengi ile ilk bakışta seçilen Derviş, sanki bu şerefli koşunun son koşusu olduğunu biliyormuş gibiydi. Sanki son cihangiri en büyük makama taşıdığını anlamıştı. Köpükler fışkıran ağzını gökyüzüne çevirmişti. Süt beyaz rengine inat, kızaran gözlerini meydan okuyormuş gibi devirmiş düşmana bakıyor ve süratle ölüm kusan mitralyözlerin üzerine gidiyordu…
****
Bu romanda geçen yer isimleri, Tarih ve kahramanlar tamamen gerçek kişilerdir. Bu anlamda bu roman bir hayal mahsulü, sadece hamaset ve kurgu değildir.
Son yüzyılın bu en büyük şehidine ve kendisi ile birlikte orada şehit düşen 25 Türk Kurmay subayına Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerim TAŞKENT HAPİSHANELERİNDE SORGULANAN VE SONUNDA KAFASINA KURŞUN SIKILARAK ŞEHİT EDİLEN YİĞİT TÜRKMEN BEYİ İBRAHİM BEG LAKAY IN ENVER PAŞA VE ONUN tÜRKİSTANDAKİ MÜCADELESİ İLE İLGİLİ VERDİĞİ İFADELER ESER İÇİN KAYNAK TEŞKİL ETMİŞTİR.
KAYNAK; KARAKUTU YAYINLARI TARAFINDAN TARİHİMİZE VE KÜLTÜR DÜNYAMIZA SUNULAN" GKP ARŞİVLERİNDE ENVER PAŞA" İSİMLİ ESER
Mehmet Alperen
13 Kasım 2007 Salı
Mektup
Kızım ........... ye mektup!...
“Sırlar” aleminden zuhur eden yaratılış hikmeti, macerasına Adem ve Havva ile başladı...
Sen, tüm yaratılmışlardan üstün kılınan İnsansın...
Rızada ve Kazada, Allah’ın hikmetini sürekli şahsından pırıldatan, hatalarınla, günahlarınla, sevaplarınla, doğrularınla, Tüm bunları düzenleyen akıl, şuur, mantık, zeka ve duygularınla hikmetler zincirini (Hikemiyat) tamamlayan, devam ettiren ve diğerine bağlayan muazzam bir yaratıksın.. Sen İnsansın kızım...
Dil, renk, ırk-şekil, tavır, tarz, üslub ve dininle, inancınla, meshebinle, meşrebinle Allah’ın şaheserisin...
Sen insan kızım...
İnsanı, renklere, ırklara tasnif ederek onları Milletler halinde yaratan, Yaratıcı , bu tasnif ettiği İnsanlara ayrı ayrı özellikler, renkler, karakterler ve kültürler vermiş, Yaratılış gününden bu güne kadar gelen zaman dilimleri içerisinde Milletleri kendilerine has, dil, edebiyat, sanat, ocak başı kültürü (Aile içi eğitim-Milletin tabii seyri) oluşturmuştur. Günümüze gelinceye kadar dünya medeniyetleri sahasında bir kimlik kazanmışlardır...
Bu manada baktığımızda sen Türksün kızım...
Fıtrati bir karakter özelliği taşıyan, Millet olma özelliği çerçevesinde sen, bu milletin bir ferdi olarak, aynı karakteri dışa yansıtmak, şuurla yaşamak ve duygularınla yüceltmek, dünya arenasındaki milletler arası mücadelede ise kendi milletini temsil etme makamındasın, çünkü sen Türksün kızım!...
Yaratıcı, bununla da kalmamış muazzam bir şekilde yarattığı kullarına, aynı zamanda, yeryüzündeki hayatlarını idame ettirmek, medeni olarak yaşamak, muazzam akıl, zeka, engin duygular ve şerefli yaratılışlarını, kendi cüzi iradeleri ile heba etmemeleri için bir takım düsturlar ve yollar göstermiştir... bunun adı DİN’dir... Tarih boyunca bir çok DİN(yol) gelmiştir. Ama İnsan’lar kendilerine verilen o muazzam akıl ile kendi cüzi iradelerini de kullanarak, yolları değiştirmişler, saptırmışlar ve kendi kendilerine zarar vermişlerdir...
Allah, insanoğluna o kadar kıymet vermiştir ki gönderdiği dinlere mensup olup olmaları konusunda serbest bırakarak zorlama kudretini sarfı nazar ettirmişlerdir.
İnsanlık fert fert yoldan çıkabildiği gibi, millet millet, kavim kavimde yollarını sapıtmışlardır.
Yine insanlık fert fert doğru yola erişebildikleri gibi, millet Millet, kavim , kavimler halinde de doğru olanı bulmuşlar ve mensubu olmuşlardır. Hatta bazı kavimler ALLAH ’ın vaaz ettiği DİN’i tebliğ ve yeryüzüne yayma noktasında diğerlerinden daha fazla çaba sarf etmiş ve yüzyıllarca yeryüzüne adalet tevzi ederek, medeniyet dağıtmışlardır...
İşte sen Türk olarak, böyle bir milletin mensubusun kızım...
Yani! Sen Müslüman Türksün kızım!...
Yukarda “milletler karakteristik özellikleri ve dilleri ile diğerlerinden ayrılırlar” dendi. Sen Türk İnsanı olarak, üstün idrak gücüne, iffetine ve namusuna bağlı, ailesine sadık, dürüst, aldatmaca, kandırmaca, yoldaşına yolda bırakmaca gibi basit karakterli bir milletin çocuğu değilsin.. senin ceddin, MÜSLÜMAN olmadan önce bile üstün karakter yapısı ve engin adalet anlayışına sahip büyük bir milletti...
Kaldı ki, ALLAH ’ın insanlığa gönderdiği son dinin vecibelerini kendi öz karakterlerine uygun bulan ceddimiz, tek tek değil, kavim kavim gelerek bu yola girmişler, ve dini en saf, en temiz şekli ile alarak, üstün yaratılış hikmetine ulaşmışlardır...
İşte sen, böyle bir milletin bu günkü temsilcisisin kızım..
Sen Müslüman Türksün !...
Bu gün, milletler mücadelesi, eskiden olduğu gibi kılıçla yapılmamaktadır... Sanayinin, ekonominin, küçülen dünyadaki medya nın günümüz savaşlarında önemli rol oynadığı, hatta önemli derecede rol oynadıkları bir tür savaş modeli yaşıyoruz... Dün, adalet tevzi eden, yeryüzüne ALLAH ’ın kelamını taşıyan ceddimizin bir temsilcisi olarak bu gün bizlerinde: gerek ekonomide, gerek sanatta, gerek edebiyatta, gerek sanayide, gerekse medyatik alanlarda, (Ekrandaki herhangi bir program türünde) ceddimizin bize emanet ettiği bu ulvi görevi sürdürmek borcundayız...
Kimseyi taklit etmekle “O” olunmaz kızım! Batıyı taklit etmekle batılı olunmaz... Taklit, aynı zamanda insanı kendi özünden uzaklaştırır ki, bu gün millet olarak geldiğimiz noktayı incelediğimiz ve bu noktaya bizi getiren tarihi sürece bir göz attığımız zaman, ne doğru düzgün MÜSLÜMAN TÜRK, nede batılı olamadığımızı apaçık görebiliriz. Ve biz bugün ne yazık ki “HİÇ BİR ŞEY” iz kızım!..
Saçını tarama modelinden, giydiğin elbiselere, yolda yürüyüşünden, tarz ve tavrına kadar MÜSLÜMAN TÜRK insanın milli karakterini dışa yansıtma borcundasın... Bunları yaparken, harcadığın her kuruşun, BATI ekonomisine mi, milli ekonomiye mi kazandırıldığını bilmek ve bunun şuurunda olmak mecburiyetindesin...
Neticede SEN : Yaratılış hikmetinin zincirlemesi içerisinde, fıtratında Var olan o muazzam enerjiyi, taklitçilikle, beyhude yerlerde, dans salonları, şarkı pistleri, flört takiplerinde tüketmek, posası çıkan duygularını ve aklını ezbercilik derslerine vererek geçtiğin sınıflarla bitirdiğin okullarla gururlanmak gibi bir gaflete düşmeyesin.. Bu gün Yanlış da ısrar eden SİYASİLERİN, halen daha ruh köküne kezzap döktükleri TÜRK insanını anlayamadıkları apaçık ortadadır.. Hangi halde olursan ol, hangi düşüncede ve fikirde olursan ol ama, hiçbir zaman kurtulamayacağın bir geçek var ki : Sen İNSANSIN, sen KUL'SUN, sen TÜRK'SÜN ve sen MÜSLÜMAN TÜRKSÜN kızım!..
Ya da: sen Ayşe'sin, Fatma'sın, Meral'sin, Hacer'sin kızım...............!'
Hülasa, TÜRK MİLLETİ OCAK BAŞI KÜLTÜRÜNE YÖNELMELİDİR ve BU ANCAK SENİNLE OLACAKTIR kızım!...
“Sırlar” aleminden zuhur eden yaratılış hikmeti, macerasına Adem ve Havva ile başladı...
Sen, tüm yaratılmışlardan üstün kılınan İnsansın...
Rızada ve Kazada, Allah’ın hikmetini sürekli şahsından pırıldatan, hatalarınla, günahlarınla, sevaplarınla, doğrularınla, Tüm bunları düzenleyen akıl, şuur, mantık, zeka ve duygularınla hikmetler zincirini (Hikemiyat) tamamlayan, devam ettiren ve diğerine bağlayan muazzam bir yaratıksın.. Sen İnsansın kızım...
Dil, renk, ırk-şekil, tavır, tarz, üslub ve dininle, inancınla, meshebinle, meşrebinle Allah’ın şaheserisin...
Sen insan kızım...
İnsanı, renklere, ırklara tasnif ederek onları Milletler halinde yaratan, Yaratıcı , bu tasnif ettiği İnsanlara ayrı ayrı özellikler, renkler, karakterler ve kültürler vermiş, Yaratılış gününden bu güne kadar gelen zaman dilimleri içerisinde Milletleri kendilerine has, dil, edebiyat, sanat, ocak başı kültürü (Aile içi eğitim-Milletin tabii seyri) oluşturmuştur. Günümüze gelinceye kadar dünya medeniyetleri sahasında bir kimlik kazanmışlardır...
Bu manada baktığımızda sen Türksün kızım...
Fıtrati bir karakter özelliği taşıyan, Millet olma özelliği çerçevesinde sen, bu milletin bir ferdi olarak, aynı karakteri dışa yansıtmak, şuurla yaşamak ve duygularınla yüceltmek, dünya arenasındaki milletler arası mücadelede ise kendi milletini temsil etme makamındasın, çünkü sen Türksün kızım!...
Yaratıcı, bununla da kalmamış muazzam bir şekilde yarattığı kullarına, aynı zamanda, yeryüzündeki hayatlarını idame ettirmek, medeni olarak yaşamak, muazzam akıl, zeka, engin duygular ve şerefli yaratılışlarını, kendi cüzi iradeleri ile heba etmemeleri için bir takım düsturlar ve yollar göstermiştir... bunun adı DİN’dir... Tarih boyunca bir çok DİN(yol) gelmiştir. Ama İnsan’lar kendilerine verilen o muazzam akıl ile kendi cüzi iradelerini de kullanarak, yolları değiştirmişler, saptırmışlar ve kendi kendilerine zarar vermişlerdir...
Allah, insanoğluna o kadar kıymet vermiştir ki gönderdiği dinlere mensup olup olmaları konusunda serbest bırakarak zorlama kudretini sarfı nazar ettirmişlerdir.
İnsanlık fert fert yoldan çıkabildiği gibi, millet millet, kavim kavimde yollarını sapıtmışlardır.
Yine insanlık fert fert doğru yola erişebildikleri gibi, millet Millet, kavim , kavimler halinde de doğru olanı bulmuşlar ve mensubu olmuşlardır. Hatta bazı kavimler ALLAH ’ın vaaz ettiği DİN’i tebliğ ve yeryüzüne yayma noktasında diğerlerinden daha fazla çaba sarf etmiş ve yüzyıllarca yeryüzüne adalet tevzi ederek, medeniyet dağıtmışlardır...
İşte sen Türk olarak, böyle bir milletin mensubusun kızım...
Yani! Sen Müslüman Türksün kızım!...
Yukarda “milletler karakteristik özellikleri ve dilleri ile diğerlerinden ayrılırlar” dendi. Sen Türk İnsanı olarak, üstün idrak gücüne, iffetine ve namusuna bağlı, ailesine sadık, dürüst, aldatmaca, kandırmaca, yoldaşına yolda bırakmaca gibi basit karakterli bir milletin çocuğu değilsin.. senin ceddin, MÜSLÜMAN olmadan önce bile üstün karakter yapısı ve engin adalet anlayışına sahip büyük bir milletti...
Kaldı ki, ALLAH ’ın insanlığa gönderdiği son dinin vecibelerini kendi öz karakterlerine uygun bulan ceddimiz, tek tek değil, kavim kavim gelerek bu yola girmişler, ve dini en saf, en temiz şekli ile alarak, üstün yaratılış hikmetine ulaşmışlardır...
İşte sen, böyle bir milletin bu günkü temsilcisisin kızım..
Sen Müslüman Türksün !...
Bu gün, milletler mücadelesi, eskiden olduğu gibi kılıçla yapılmamaktadır... Sanayinin, ekonominin, küçülen dünyadaki medya nın günümüz savaşlarında önemli rol oynadığı, hatta önemli derecede rol oynadıkları bir tür savaş modeli yaşıyoruz... Dün, adalet tevzi eden, yeryüzüne ALLAH ’ın kelamını taşıyan ceddimizin bir temsilcisi olarak bu gün bizlerinde: gerek ekonomide, gerek sanatta, gerek edebiyatta, gerek sanayide, gerekse medyatik alanlarda, (Ekrandaki herhangi bir program türünde) ceddimizin bize emanet ettiği bu ulvi görevi sürdürmek borcundayız...
Kimseyi taklit etmekle “O” olunmaz kızım! Batıyı taklit etmekle batılı olunmaz... Taklit, aynı zamanda insanı kendi özünden uzaklaştırır ki, bu gün millet olarak geldiğimiz noktayı incelediğimiz ve bu noktaya bizi getiren tarihi sürece bir göz attığımız zaman, ne doğru düzgün MÜSLÜMAN TÜRK, nede batılı olamadığımızı apaçık görebiliriz. Ve biz bugün ne yazık ki “HİÇ BİR ŞEY” iz kızım!..
Saçını tarama modelinden, giydiğin elbiselere, yolda yürüyüşünden, tarz ve tavrına kadar MÜSLÜMAN TÜRK insanın milli karakterini dışa yansıtma borcundasın... Bunları yaparken, harcadığın her kuruşun, BATI ekonomisine mi, milli ekonomiye mi kazandırıldığını bilmek ve bunun şuurunda olmak mecburiyetindesin...
Neticede SEN : Yaratılış hikmetinin zincirlemesi içerisinde, fıtratında Var olan o muazzam enerjiyi, taklitçilikle, beyhude yerlerde, dans salonları, şarkı pistleri, flört takiplerinde tüketmek, posası çıkan duygularını ve aklını ezbercilik derslerine vererek geçtiğin sınıflarla bitirdiğin okullarla gururlanmak gibi bir gaflete düşmeyesin.. Bu gün Yanlış da ısrar eden SİYASİLERİN, halen daha ruh köküne kezzap döktükleri TÜRK insanını anlayamadıkları apaçık ortadadır.. Hangi halde olursan ol, hangi düşüncede ve fikirde olursan ol ama, hiçbir zaman kurtulamayacağın bir geçek var ki : Sen İNSANSIN, sen KUL'SUN, sen TÜRK'SÜN ve sen MÜSLÜMAN TÜRKSÜN kızım!..
Ya da: sen Ayşe'sin, Fatma'sın, Meral'sin, Hacer'sin kızım...............!'
Hülasa, TÜRK MİLLETİ OCAK BAŞI KÜLTÜRÜNE YÖNELMELİDİR ve BU ANCAK SENİNLE OLACAKTIR kızım!...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)