Medine Müdafaası ve Fahrettin paşa hakkında
· Son Alperendi…
· Düşmanları istihbarat yazışmalarında ondan “ Çöl Aslanı” diye bahsettiler.
· O, Allah ve Resulüne olan sevgisi ile gönüllere taht kurdu.
· O, Osmanlının kuruluşunda yatan hikmete bağlı bir kumandan olarak Osmanlının son Alpereni idi.
· Medine de kaldığı sürece Ravza yı eli ile süpürdü ve temizledi
· Allah Resulünün huzuruna hiç bir zaman rütbeleri ve silahları ile girmedi.
· Tren seferlerini devam ettiği sıralarda Ravza dan duyulacağı mesafeye kadar rayları keçe ile döşetti.
· Savunma hatlarını şehrin yirmi kilometre kadar dışında tuttu ve top atışlarının Resulullahın marketine düşmesini engelledi.
· Asker ne yedi ise onu yedi asker nerde ise hep orda oldu.
· Kendisine teklif edilen elli bin altını ret ederek savunmaya devam etti. Oysa hükümeti de teslim olması için tebliğde bulunmuştu. Elli bin altını alsa bile kendisine hiç bir suçlama yapılamazdı.
· O bu gün Amerikanın Irak a yaptığı operasyonları o zamanda fark etti.
· İngiliz politikasının geleceği noktayı biliyordu.
· Bu sebeple Osmanlı ordu kumandanlarının direnmeleri gerektiğini düşünüyordu.
· Ama öyle olmadığını da acı bir şekilde gördü. Mütarekenin imzası ile birlikte hemen hemen bütün subaylar ya İngilizlere teslim olmuşlar ya da İstanbul a dönmüşlerdi.
******
Subaylar arasında çıkan tartışma
Yarbay Sakallı Emin bey, önceden planladığı şekilde müdahale etti:
“ Paşa hazretleri Bu direnişimiz beyhude yere kan akıtmak değil midir?”
Fahrettin paşa aslında her şeye tahammül eden biri idi ama, Nedense Yarbayın niyetini öğrendiğinden beri ona karşı sıcak davranamıyordu
“ Yarbay , Allah ve resulü uğruna dökülen hiçbir kan beyhude değildir. Mümkün olduğu kadar Osmanlı devletine vakit kazandırmalıyız.Irak bölgesinde Ali İhsan paşa da teslim olmadı Osmanlı ordusunda bir çok ordu kumandanı hükümetin imzaladığı mütarekeyi tanımıyor.Bu sebeple hepinizden istediğim Ümitlerinizi kırmayın, Allah’a tevekkül olun.”
Yarbay Paşanın ses tonundaki gıcırtıyı fark etmiş olmalı idi. Amacı onu subayların önünde zor durumda bırakmak ve teslim olmaya zorlamaktı. Ama Paşanın tavrı kesindi. Ses tonunu yumuşatarak devam etti;
“ Bu gün pek nazik vaziyette bulunduğumuz meydandadır paşa hazretleri. Buradaki hali yakından bilmeyen hükümetimizin vermek zorunda kaldığı emirleri de yerine getirmek zordur. Ancak içinde bulunduğumuz zorluklar ve bilhassa kıtlık yüzünden”
Paşa Yarbayın sözünü kesti.
“ Yarbay içinde bulunduğumuz kıtlık, dünyanın her hangi bir yerinde muhasara altında olan bir kalenin olması gereken kıtlıktan daha fazla değildir.”
“ Ama paşam şu ana kadar yüz elli kişi sadece bu sebeplerle telef oldu. On dört bin kişiyi yakın açlık ve çöl sıcağı altında üç yüz kilometrelik alanda İngilizlerle ve asilerle savaşan askerlerin durumu çok kötü ve bunun vebali de çok ağır olacaktır. “
Başka bir yarbay araya girdi ;
" Kanaatimce buna gerekte kalmamıştır paşa hazretleri”
Paşa hiddetle ona döndü;
" Sana kanaatini sorduğum zaman söylersin Yarbay!”
Yarbay sakallı Emin bey, yumuşak konuşmaya çalışıyordu ama kararlı bir ses tonu vardı.
“ Ama Meşrutiyet hükümetinin emridir paşa hazretleri”
“ Ben bizzat Padişah efendimizin kendi iradeleri ile bir emir verdiği zaman onu gaale alırım.”
Albay İdris, Yarbaydan cesaret alarak konuya girdi;
“ Meşruti idarede emir doğrudan hükümetten gelir paşa hazretleri. Padişahın iradesine hacet yoktur.”
Paşa aynı hızla albaya döndü.
“ Ama hükümetin meşru olup olmadığından da emin değiliz Albay.”
Yarbay Emin daha da inatlaşmaya başlamıştı;
“ En doğru hareket hükümetin emrine uyarak buradan derhal gitmek paşam.”
Paşanın yaveri Necip albay durumun kritik olduğunu fark etmişti Subaylar arasında elle tutulur şekilde isyan görülüyordu. İdris albayda onlara katılmış gibiydi. Oysa paşayı çok severdi.
Karargah odasına derin bir sessizlik çöktü. Subaylar birbirlerine bakmaya korkuyorlardı sanki. Hepsinin de başları önlerindeydi. İdris albay paşadan daha yaşlıydı. Bu sebeple Fahrettin paşa ona ayrı bir önem verirdi. İdris albay kulağına gelen bilgilere dayanarak beyhude bir direnişe karşıydı. Mademki hükümet teslim olmuştu o zaman burada kalmanın hiç anlamı yoktu.
“ Suriye deki birlikler teslim olmuşlar paşa hazretleri. Filistin…”
Paşa , kaşlarını çattı, merakla Albayın gözlerine baktı. Sanki ondan bunu beklemiyormuş gibi bir süre baktı. Sonra mümkün olduğu kadar sakin olmaya çalıştığı ses tonu ile;
“ Münferit hareketler tabi ki olacaktır Albay. Hatta ben daha fazlasını söyleyeyim ittihat zihniyetinde olan tüm subaylar bu anlaşmayı fırsat bilerek ya ülkeyi terk ettiler yada İngilizlere sığındılar. “
Yarbay sakallı Emin tekrar fırsat yakalamış gibi araya girdi;
“ Münferit hareket dediğiniz Yıldırım ordularının dağılması paşa hazretleri. Anadolu ile aramızda bize yegane destek veren birlikler teslim olmuşlar ve biz burada kelimenin tam anlamı ile yalnız durumdayız.”
İdris Albay, tekrara araya girdi;
“ Suriye de bulunan birlikler teslim oldular paşam bunun anlamı artık en küçük bir yardım gelmeyecek demektir…”
“ Bunun ne anlama geldiğini biliyorum albay!”
Kısa bir an durdu. Zor nefes alıyor gibiydi. i
“ Bunun ne anlama geldiğini sizler kadar biliyorum.”
Fahrettin paşa, bacaklarını bir yay gibi gererek subayların önüne doğru bir kaç adım attı ve durdu. İri siyah gözleri pırıldıyordu.
“ Dedikodularla ahkam yürütülüp zihinleri bulandırmanın bir cephede hıyanete varan bir suç olduğunu bilmeniz lazımdır. Bu suç insanı divan-ı harbe kadar götürür beyler.”
Cümleyi birden kesti.,Sonra kestiği hızda da içerdekilerin kanını donduran bir ifade ile;
“Alimallah kurşuna dizilirsiniz.”
******
Şuur
“ Sana kimin Mehmet’i derler?"
Mehmet gururla gerilerek,;
" Bana Muhammed’in Mehmet’i derler paşam!"
Paşa daha da şaşkın daha da heyecanla bir kaç adım yaklaştı askere.
" Peki Mehmet, Sen ne diyorsun savaşalım mı yoksa teslim mi olalım?
Mehmet, son çatışmadan aldığı yaraların üzerindeki kanı ile duruyordu halen .Ve Mehmet konuştu. Sesi paşanın ses kadar gür ve paşanın konuşması kadar da rahattı.
Alanda bulunan askerler ve subaylar Paşa ile asker arasında geçen bu konuşmaları dikkatle ve merakla takip ediyorlardı.
Mehmet’in sesi, sessizliğin üzerinde düştü. Sakin ama etkili;
" Paşam
Dedi, ses tonu o kadar etkili ve pürüzsüzdü ki Paşa bir kere daha şaşırttı.
" Paşam ben beş yıldan beri sizinleyim. Sizin komutanızda savaşıyorum. Halife hazretlerinin çağrısı ile geldim. Eğer bir rey hakkım varsa, ben burada ölmemiz gerektiğini düşünürüm.
Sonra, ses tonuna yüklenen biraz yakarış, biraz duamsı ama daha çok arzu ve istekli duygularla devam etti konuşmasına;
" Gidemeyiz paşam. Allah resulünü İngiliz çizmeleri altına bırakıp gidemeyiz. Gözümüz arkada kalır paşam. Her an her saniye Allah resulüne bir zarar verileceği düşüncesi ile yaşamaktansa burada vuruşarak ölmeli ve takdiri Allah’a öyle bırakmalıyız. Gözümüz arkada kalır paşam. Hani Uhud gibi demiştiniz paşam. Uhud gibi. Gözümüz arkada kalmasın paşam."
Fahrettin Paşa, İdris albayın gözüne baktı. Subaylar bir birlerine baktılar. Askerler şaşkın ama bir o kadarda etkilenmiş vaziyette suskun bakıyorlar. Mehmet göğsünü germiş sanki bir komutan edasında konuşuyor .
O sırada askerler arasında yer yer kıpırtılar başladı. Önce ön sıradan bir asker daha kalktı ve yüksek sesle bağırdı
“ Bende Anadoluluyum paşam. Bende Mehmet im”
Sonra diğer taraftan kalktı biri
“ Bende Anadoluluyum.Bende Muhammed in Mehmet iyim”
Sonra arka arkasına sesler artarak çoğaldı çoğalarak arttı ve alan bir anda
“ Bende Muhammed in Mehmet iyim”
Bir diğeri;
“ Bende Muhammed in Mehmet iyim
Bir diğeri ;
“ Bende Muhammed in Mehmet iyim
Bir diğeri
“ Bende Muhammed in Mehmet iyim
“ Bende Muhammed in Mehmet iyim!
Ve alanda askerler hep birlikte ayağa kalkmışlardı.
Sesleri akşamın esmerimsi renginin üzerinde sanki Resulullah ’a duyurmak istermiş gibi yüksek, ama Resulullah ’ın huzurunda olmanın adabında edepli.
Her biri Muhammed in Mehmet i… Muhammed…Muhammedcik bunlar! Ama Muhammedcik olmaz. O zaman .Onunla yükselen ruhlar. O’nun la halleşen. O! nun uğruna yanan yürekler .O değiller ama O’ndan. O zaman! O zaman Onlar Mehmetçik. Evet Onlar Mehmetçik…
Onlar Muhammed in Mehmetçikleri!
Paşa heyecanlanmıştı. Aklına ilk defa gelen “Mehmetçik” lakabı öylesine hoşuna gitti ki heyecanı bir kat daha arttı. Ve tarih de ilk defa “Mehmetçik “ ifadesini orada kendinin kullandığını aklına bile getiremedi . ve gür sesi ile konuyu kapattı.
“ Mehmetçiklerim. Evlatlarım. O zaman. O gün geldiğinde Ravzanın etrafında mevzileneceğiz onları kılıç mesafesine alacağız. “
Kılıcı kaldırdı;
“ Tıpkı Bedir de, Uhud da olduğu gibi. Sahabe gibi. Allah resulünün çevresinde etten ve kemikten bir duvar öreceğiz. Ve böylece Allah resulünün huzuruna topluca varacağız Muhammed Aleyhisselam Mehmetçiklerini orada kucaklayacak. Ben de bu kılıcı Allah resulüne vermek istiyorum “
Ve alanı inleten tekbir sesi;
“ Allah u Ekber ”
Ve belki de savaş tarihinin en muazzam savunması
Paşa, tabancasını alarak mevzilere yaklaştı ve ateş etmeye başladı. Subaylar telaşlanmışlardı. Sadece subaylar değil o sırada yakın çevrede İngiliz piyadesi avlayan askerler paşanın mevziden ateş ettiğini görünce hemen onu korumaya aldılar . O tarafa doğru yoğunlaşan ateşe seri şekilde karşılık vermeye başladılar.
Necip albay ve diğer subaylarda ilk telaşlarını bırakarak bir taraftan paşayı korumaya bir taraftan da ateş etmeye başladılar.
İngiliz taburu ilk ateşle duraklamasına rağmen makineli tüfeklerin desteğinde oldukça yaklaşmışlardı. İngiliz hücum taburu komutanı Yarbay aslında Fahrettin paşayı arıyordu. Kendisinde son an verilen bir istihbarat bilgisi ne göre Türklerin genel komutanları karşısındaki mevzilerdeydi. Onun her zaman asker arasında olduğunu biliyorlardı Bu sebeple Merkez diyerek hedef aldıkları aslında hareketli bir hedefti. Yani Fahrettin Paşa. O nerde ise Merkez orasıydı. Nitekim İngiliz Yarbay yakın mesafede mevzilendiği çukurdan dürbünü ile Türklere bakarken rütbeli subayları ve tabii olarak Fahrettin paşayı da görmüştü. Takım komutanlarına gerekli haberleri saldıktan sonra saldırmak için hazırlık başlattı.Bu arada Gerideki makineli tüfeklere de merkezi bildirdi.
İngiliz makineli tüfek nişancısı işaretlenen merkeze doğru yoğun bir taraklama başlatmıştı Ve menzili verilen üç top aynı anda Fahrettin paşanın bulunduğu yere mermilerini gönderdiler.
Bunlardan haberi olmayan paşa bir anda üzerine gelen ateşin yoğunluğunu anlamıştı. Herhalde kendini fark etmişlerdi. Aklına kendinin orada olduğunu İngiliz topçularına bildirenler geldi. Teslim olması için emir geldiğinden beri herkesten şüphelenmeye başlamıştı.
Bu arada havadan gelen mermilerin ıslık sesleri kesilmiyordu. Ama üç merminin üçünün de Fahrettin paşanın bulunduğu yere nokta atışı yaptığını kimse fark edemezdi.
Tam bu arada Fahrettin paşa üzerine birinin atıldığını fark etti ve aynı anda atlayan kişi ile birlikte arka taraftaki kum torbalarının arkasına doğru savruldular. Daha ne olduğunu sormaya fırsat bulamadan korkunç bir patlama ile ortalık adeta kıyamet yerine döndü. Paşa kolundaki acıdan evvel üzerinde abanan vücudun parçalandığını fark etti. Her tarafı kan içinde kalmıştı. Aynı anda kulağının dibindeymiş gibi İngilizce komutu duydu.
" Şurayı ateş altına alın…
" Hücuuummm..
Ve arkasından Necip albayın sert komutu geldi kulağına .
" Paşa hazretlerini koruyun .Takviye gelsin buraya düşman kılıç mesafesine girdi. Yerlerinizi koruyun kimse yerini terk etmesin.
“ Herkes bulunduğu yeri korusun – Kimse yerinden ayrılmasın.” Necip albayın söyledikleri ile Uhud u hatırladı Fahrettin paşa üzerindeki kanlı bedeni kucaklayarak kalktı ve kolları üzerindeki cesede baktı. Halen yaşıyordu. Ama paramparça olmuş bir vücudun yaşaması nasıl olursa öyle işte
Fahrettin paşa, kolunun üzerinde yatan askerin çok genç bir çocuk olduğunu o anda fark etti. Şaşkın, acılı baktı çocuğa. On altı yada on yedi yaşlarındaydı herhalde. Son seferberlikte katılanlardan olmalıydı.
Genç çocuk yaşına rağmen iri ve güçlü görünüyordu..Fahrettin paşa saçlarını okşadı şefkatle. Ne yaptığını düşünmeden kanlı saçları ve toz toprak içindeki yüzünü okşadı. Genç asker, o sırada Fahrettin paşanın anlam veremediği bir şey söyledi.
“ Paşam, Mehmet”
dedi durdu. Ağzı zorlukla açıldı. Kanlı ağzında herhalde hiç diş kalmamıştı. Paşa daha sıkı sarıldı.
“ Ne dedin oğlum? Mehmet mi?”
“ Evet Paşam Mehmet. dedi ki paşam tehlikede yanında dur”
“ Kim bu Mehmet ne zaman dedi ?”
“ Gece yanında idik. Yanında… Amasyalı…”
Ve Asker sustu. Hem de kıyamete kadar. Ama yaralanmış ve parçalanmış yüzüne rağmen iri ela gözleri öylesine saf ve öylesine duru bir şekilde bakıyordu ki herhalde artık hiç konuşmasa da bu bakışlar kıyamete kadar o anın güzelliğini öyle anlatacaktı.
Paşa böyle bir güzellik görmediğini hisseti nedense. Ama “Mehmet” demişti. Kimdi bu Mehmet. Subaylardan Mehmet isimli kimse yoktu.” Paşa tehlikede” demiş. Hem de savaş başlamadan demiş. bunu. Yanında ol demiş. Sanki özel olarak görevlendirmiş bu çocuğu.Peki kendisinin o gün o mevziilere geleceğini nerden bilecekti ki?
İdris Albayın sesi ile dikkati o tarafa döndü
- Paşam taarruza geçtiler. İkinci dalga geliyor. Geri çekilin. Sizi fark ettiler
Fahrettin paşa onu duymamış gibi halen askere bakıyordu. Bu arada bir çok asker oraya gelerek paşanın çevresinde yer aldılar. Çatışma şiddetini artırmıştı. Paşa, yaralı olmasına rağmen çatışmalara katıldı. Bu arada İdris albay dan değerlendirmeleri alıyor, bir taraftan da askerlere moral veriyordu
- Hadi evlatlarım. Kurşunlarınızı idareli kullanın. Boşa kurşun harcamayın.
Ve yüksek sesle düşüncesini dillendiriyordu
“ Ya Resulullah senin uğruna senini dinin uğruna bunca canlar alınıyor veriliyor kabul et ya Resulullah. kabul et Sana aç midemizle kapatamadığımız kanlı yaralarımızla geliyoruz. Bizi kabul et. Bizden razı ol ya Resulullah..”
Maraşlı Abdullah tüfeğinin mekanizması kaçıncı defa kurdu ve tetiği kaç defa çekti hatırlamıyordu ama, İngiliz piyadelerin merkeze doğru ikinci dalga saldırıları başladığında Amasyalı Mehmet Çavuşun sesi kulağının dibindeymiş gibi geliverdi Sanki gece mevziiye geldiğindeki söylediği cümle
“ Vakit geldi Abdullah çavuş Vakit geldi Maraşlı.”
Ne vakti? Neyin vakti? .
Kan ter içindeydi. Yüzünde kum tanelerini açtığı yırtıklardan kanlar sızıyordu. İngiliz subayın hücum emri ile tüm dikkatini o tarafa verdi.
“Vakit bu mu. Bunlar mı? Bunlar geri çekilecekler. Allah resulünün yanına varamayacaklar. Fahrettin paşa sağ oldukça, o başımızda oldukça bunu yapamayacaklar. Evet Fahrettin paşa . Fahrettin Paşa. Ama o nerede? “
Abdullah bunu düşünmesi ile hücuma kalkan İngiliz piyadelerinin ateşlerinin yoğunlaştığı yere baktı. Ve Fahrettin paşayı o anda fark etti. Göğsündeki armalar her hareket ettiğinde kızgın güneşten pırıldıyor ve adeta savaşı kendi göğsüne çekiyordu. Amasyalı Mehmet Çavuşun sesi “ Vakit geldi.” Ama ne vakti?
Maraş ’Iı Abdullah çavuş o an hücuma kalkan İngiliz piyadelere baktı. Bu saniyenin bile iflas ettiği bir zaman dilimi idi.
Belki de o anda iki gözü daha olmuştu da onlarda İngilizlere bakmıştı. Bir İngiliz keskin nişancısı gerilerden tüfeğini omuzlamıştı. Evet namlu Fahrettin paşaya dönüktü. Herhalde o “an”ı bekliyordu o “an”. O “an”ı kendisi iyi bilirdi. O an Yahşi' nin Hazreti Hamzaya kaldırdığı mızraktı. O an şehadetin büyük olacağı andı. O anı kendisi de iyi bilirdi.Bir çatışmada İngiliz albayı vurmak için dakikalarca kalabalıklar arasında arpacık vererek onu aradığını hatırladı. Her şey o “an” da hepsi o “an” da hatırlandı sanki her şeyin vakti belki o “an” dı. Belki de her şey o “an” içinde olacaktı. Bunu Maraşlı Abdullah çavuş da bilemezdi.
Tüm dikkatini Fahrettin paşaya ve İngiliz nişancısına yönlendiren Maraşlı Çavuş açığa çıktığının farkına varmamıştı. Hızla doğruldu tüfeğini omzuna bastırdı ve İngiliz keskin nişancının kafasını gezin içine aldı tetiği çekti. O anda Tahir teğmenin sesini duyar gibi oldu.
” Maraşlı dikkat et”
Çok hızlı her şey bu. O kadar hızlı olmuştu ki. O anda tüfek sanki kendi beynine patlamıştı. Her şey o “ an “ içinde oldu ve bitti. O “an”.
Şahit ol ya Rab’ bim O “ an” a !!! ŞAHİT OL.
Maraşlı Abdullah çavuş kafasına isabet eden mermi ile mevziinin sıcak kumları arasına yuvarlanırken İngiliz keskin nişancıda kafasından aldığı mermi ile Fahrettin paşadan vazgeçerek arkadaşlarının ayakları dibine düşmüştü.
--------------
11 Kasım 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder