28 Ekim 2008 Salı

üniversite kapısındaki örtülü kıza


Üniversite kapısındaki baş örtülü kıza !
Ya kendinizi doğru okuyun, ya da içinde bulunduğunuz hayatı. Bir sürü gibi, oynan iğrenç oyunlara alet olmayın. Eğer gerçekten Allahtan korkuyorsanız iffetinizle zarafetinizle bir Müslüman hanım olarak Allahın huzuruna gitmek istiyorsanız.Erkeklerle yarışmayı bırakın fıtratınızın gereği gibi davranın.
Kiminiz baş örtüsü takın, sonra ortalıda flörtünüzle ağız ağza dudak dudağa sigara içerek dolaşın.
Sonra da Müslüman olduğunuzu söyleyin. İyi mi ?
Kiminiz okulun kapısında başınızı açın, dışarıda kapatın. Sanki içerdekiler erkek değil. Onlara günah yok. Sorarsak okuma hakkımız deyin. İyi mi? Sanki okuyunca bir halt olunacak. Allah tarın hesap günü “ çocuklar okumak için açtılar başlarını zararı yok” diyecek herhalde. İslam ile takva ile iffet ile daha da önemlisi Allahın hükümleri ile alay ettiğinizin farkında mısınız acaba?
Diğer taraftan kiminiz kıçınızda ki dona kadar açın, göğüslerinizi tahrik ederek ortaya dökün sonra da “bende Müslüman’ım “deyin. Sorarsak da “benim imanım içimde sana ne” dersin. “ Bu Allah ile benim aramda sana ne” dersin. Dersin tabi demokrasi var.Aslında senin imanını bilmek zorunda olmadığımı bilmiyorsun. Kimsenin imanını kimse bilemez. İslam olmak Müslüman olmak zorunda da değilsiniz. Ancak Müslüman’ım diyorsanız yukarıdaki sözlerinin tekrar gözden geçirin.
Biz zahire bakarak hüküm veririz.
Özellikle şu okumak iddiası ile üniversite kapılarında iğrenç bir görüntü sergileyen türbanlı kızlara bir çift sözüm var.
Sizin bu şekilde okumanız Allahın emri değildir. Bu şekilde üniversite bitirmeniz memleketi düzeltmez. Siz sadece kendi şahsi ikbaliniz ve istikbaliniz için bu iğrenç oyuna alet oluyorsunuz. Ama eğer gerçekten imanlı birer hanım olarak evinizde sadece kendi çocuğunuzu eğitseniz İnanın bana yirmi seneden memleket düzelir. Yani okuduğunuz zaman emekli olmadan, yetiştirdiğiniz çocuklarla Allahın emirlerini daha çabuk uygularsınız. Hem de iffetinizi kaybetmeden. Güzelim duygularınızı dejenere etmeden. Sizde biliyorsunuz ki bu üniversitelerden mezun olmanın insanlığa hiçbir faydası yok. Kendi menfaatiniz içinde dini alet etmeyin. Ya açın başınızı öyle okula gidin gelin.
Ya da hiç okumayın.
Bunu da sakın “ ıkra “ suresi ile karıştırmayın

Bir atatürk resmi ve düşündürdükleri



Bir resim ve düşündürdükleri


Aslında kimseye karşı peşin hükümlü bir düşmanlığım ve tavrım olmadı. meraklı olmamın da getirdiği bir ruh hali ile birine kanım ısınmadığı zaman onu imcelerim. Sebep ararım. aynı şekilde bunun tersini de yaparım. Yani birine kanım ısınıyorsa bununda nedenlerini ararım
Bu genellemeden sonra esas konuya geçelim.
Son zamanlarda bende ciddi bir hastalık başladı. yakın tarih hastalığı. her ne kadar da tarihi bilimsel anlamda bilmiyor olsam da merak her şeye kadirdir. Aslında yakın tarih hastalığı her ne kadar da son beş altı yıldır sıtma halini aldı ise de hastalığın temeli çocukluğuma dayanır. babamız bizi tarih bilgileri ile besledi. o zaman radyo televizyon olmadığı için yatsıdan sonra geç vakitlere kadar babamın tarih konferansı ile zevkli geceler yaşardık.
arkasından tarih hocamın da anlattığı enteresan bazı bilgiler ve söylemlerde şuur altımda bir yerlerde saklanmış ve son beş altı yıldan beri bu artık hastalık halini almaya başladı.
Bu günde elime bir konuşa geçti. Mustafa kemal e ait 1923 yılında söylediği belirtilen bir metin. Önce buraya metni almam gerekiyor.
“ Yüz yıllardır düşmanlarımız, Avrupa ulusları arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri telkin etmişlerdir. bu fikirler bir zihniyet meydana getirmiştir. Avrupa da bu günde Türk ün her türlü ilerlemeye düşman bir adam olduğu sanılmaktadır. bu çok büyük bir yanılgıdır. Bizi aşağı olmaya mahkum bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan batı, yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne lazımsa yapmıştır. “
Evet Mustafa kemal imzası atılmış altına. yanda da Mustafa kemal e ait bir resim gayet manidar geldi bana. Sağ elinde fötr şapka ( hangi kültürün ürünü olduğunu bilmiyorum. Ama Türk kültürü değil bundan eminim.) Sol elinde baston. Üzerinde batılı bir smokin tıraş biçimi kravatı ve her hali ile Türk ten çok İngiliz centilmenlerine özenti. Yani hiç bir yönü ile Müslüman Türk’e benzemeyen bir görüntü. Yani batının bizi yıkmak istediği konusunda doğru söylüyor. bu resim aslında bu yıkımın kimler tarafından çabuklaştırıldığını göstermesi bakımından çok önemli ip uçları veriyor.
Aslında Mustafa kemal kendisi bu taşıdığı misyonu üretene kişi değil. Ondan evvel iki yüz yıla yakın zamandan beri batılılaşma hareketinin son versiyonu kendisi. Yani Mustafa kemal i bu konuda yargılamak haksızlık olur. Sonuçta Mustafa kemal bir devlet adamı değildi. Böyle eğitilmedi. Osmanlının içindeki binlerce subaydan biri idi. Hatta 1918 de mütareke imzalanır imzalanmaz hemen birkaç günün içerisinde İstanbul a dönmesi de ilgimi çekmişti. Mütareke imzalanmadan bir gün önce bu kişi yıldırım orduları kumandanı idi. Mütarekeden hemen sonra Sina çölüne dağılmış olan ve savaş halinde olan yıldırım ordularını bırakıp neden acele ile İstanbul a döndü diye kafama takıldı.
Değil mi ya ?
Ali ihsan paşa halen ırak bölgesinde ordunun başında, İngilizlere kök söktürüyor, ve aylar sonra mütarekeye uyum sağlıyor. Aynı sıralarda Medine savunmasını yapan Fahrettin paşa seksen üç gün sonra mütareke hükümlerine boyun eğiyor . Ama bakıyoruz Mustafa kemal mütarekeden birkaç gün sonra Pera palas otelinde dinleniyor. Hatta bir iddiaya göre İngiliz diplomatlarla görüşüyor. İyi ama Mustafa kemal o zaman diplomat değil, askerlikten başka işi olmayan bir kişi, nasıl olurda orduyu bırakıp hemen İstanbul a döner. Ne işi vardı acaba?
Burayı ben anlamadım bu aceleciliğin sebebini. Anlayan varsa beri gelsin.
Yine bazıları Mustafa kemal i, Enver paşa ile kıyaslıyorlar. Enver paşa da osmanlı ordusunda yetişti. Ama onunla msutafa kemali kıyaslamak haksızlıkolur. Enver paşa Mustafa kemal ile kıyaslanmayacak kadar Müslüman Türk idi. Kültürel anlamda tabi!Ayrıca saray terbiyesi de almış. Bürokraside yetişmiş siyaset adamı idi. Heyecanlıydı aceleciliğide vardı belki biraz.Her idealist gibi atılgan ve korkusuzdu. Kimseyi taklit etmiyordu.Kendine has orijinal fikirleri ve idealleri vardı. Ama bu idealleri asla batıyı taklit etmek değildi. Hatta bu idealler batının hiç hoşuna gitmiyordu. Özellikle Ermeniler ve Yahudiler Enver paşayı hiç mi, hiç sevmezler. Çanakkale savaşlarının baş kumandanı olan Enver paşayı neden anmadıkları anlaşılmıyor mu halen? Neden unutturmak istediklerini düşünmek gerekmiyor mu?İnönü denilen yerde elli atmış kişilik bir müfreze çatışır adı olur İnönüsavaşı. Bir kahraman gerek ya. İşte sanakahraman İsmet inönü. Hatta yetmedi bir de ikinci inönü savaşı ekleyin nasıl olsa kendileri çaldı kendileri söylüyor. Yutar bu millet. Yuttu da zaten. Aman kelalsitlerin kafasını bpzmayalım şimdi birde üçüncü inönü savaşı eklerler başımıza. Bana değil talebelere yazık olur. Birde onu ezberlemeleri gerekir çocukların. Neyse

Mustafa kemal in ise orijinal hiçbir fikri yok. Tamamıda batı kalıpları içinde oluşan zihni organizasyona sahip bir kişi. Bu zihinde çıkan sözlere baktığınız zaman bir taraftan Türklüğü övüyor hatta zaman zaman islam la ilgili de konuşuyor.Ama bunu kahır ekseriyatın müslüman olduğu bir ülkede yapması gayet normal. Ama bir taraftan da batıyı taklit ediyor. Zaten batı ile ilişkisi kültür ve ideoloji olarak var. Sanayi ve seküler bilim alanında yok.Sürekli hamasi sözler, sloganlar. Kurduğu parti CHP halen daha öyle ya. Hatta cumhuriyetin kurulmasından sonrada batı kültürünü dayatıyor. İlginç olan bir taraf daha var ki, hep muasır medeniyet seviyesine yükselmekten bahseden Mustafa kemal in bunu yapmak için attığı tüm adımlar batı orijinli kültür hareketidir.Kurduğu parti kendi döneminde de İsmet İnönü döneminde de ve bu gün Baykal döneminde de hep ideolojik saplantı içinde. Sanki bu millet uzaydan indi kendileride bu millete çatal kaşık tutmasını oturup kalkmasını öğretmek için varlar.
Ne sanayide ne bilimde bir gelişme veya gelişmeye yönelik hareket yoktur. Zaten bu günkü Kemalistlerde hep ideolojik olarak ön plana çıkıyorlar. Sanat ve siyaset alanında hep ideoloji.Bu durumda ise batının kötü kopyası olmaktan öte gidemiyorlar. Üniversitelerde, askerde, iş dünyasında velhasıl nerde ne iş yapıyor olurlarsa olsunlar bilimsel anlamda bir açılım bulamazsın. Bu ülkedeki Atatürkçü siyaset, asker ve üniversite adamlarının samimi olduklarına inanmak çok zor.
İşte yukarıdaki resim. İşte söyledikleri … Herkes düşünsün.

27 Ekim 2008 Pazartesi

hukuk mu guguk mu ?

Peki ne olacak şimdi ?
Anayasa mahkemesindeki on bir kişinin zihniyeti ortalığı karıştırdı. Hukuku, demokrasiye, insan haklarını, insanlığı, medeniyeti, cibilliyeti ahlakı namı-usu dinin hükümlerini.. Velhasıl bu on bir atanmış adam milletin yüzde sekseninin arzularına gem vurdu. Haklarını ihlal etti. Kendi ideolojilerini dayattı, hukukun içene etti.
Sokağa dökülen tepkilerden bir pankart dikkatimi çekti.
” Ya meclis kapatılsın ya da anayasa mahkemesi”
Evet, anayasaya rağmen nemrutça bir tavırla meclis kararını hiçe saydı. Aslında çarpık ideolojinin oluşturduğu çarpık bir rejimden de fazla bir şey beklemek safdillik olacak. Bunları atayanlarda, bunları yetiştirenlerde bunlara diploma verip hukukçu sınıfına koyanlarda aynı zihniyet. Kendisine lazım olduğu kadar hukukçu karakteri taşır bunlar. Evrensel insani değerlerle alakaları yoktur. Müslüman zaten değiller. Peki ya bizde Müslüman’ız derlerse…. Olur a. Neden olmasın. Ama sanmam, en azından utanırlarda demezler.
Neyse konumuza dönelim;
Bu sistem çarpık. Kuruluşunda bile bu çarpıklığı görmek mümkün. Daha Osmanlının nesli ortada iken batı anlayışı bir modeli dayattılar. Çağdaşlık adına model olarak alınan batı normları bin yıllık bir kültür birikiminin dil birliğinin din birliğinin üzerine kara bulut gibi indirildi. Medeniyet adın dilimiz değiştirildi çağdaşlık adına din değiştirilmeye çalışıldı dini ve milli kavramların ırzına geçildi. Bu gün çekilen sancının kaynağı ileriyi görmekten aciz cumhuriyet kurucularıdır. Bir adım önlerini göremeyen, devlet adamlığı ile alakaları olmayan bir avuç kişi ülkedeki azınlığım kültürünü devlet gücü ile çoğunluğa dayattılar.Yani Hıristiyan ın Yahudi nin hayat alanını oluşturdular ve Müslüman ın hayat alanını kısıtladılar. Kamusal alanı gayri İslami tarzda, ve gayri Müslimin inancına göre şekillendirdiler. Sonra da Müslüman a dönüp çağdaşlık, medeniyet çağdaş kıyafet zırvaları ile dayattılar. Millet önce şok geçirdi. Sonra kendince çözümler aramaya başladı. Bu cahillerin kurduğu halk partisinden kurtulup DP ye sarılınca hemen ihtilal yaptılar.
Miletin içinde bulunduğu buhranlı dönemden faydalanan ve yine bu aziz milletin sağ duyusunu, devletine olan sadakatini kullanana bu zihniyet buna rağmen kan dökerek ayakta kalmıştır. Bir şapka meselesinde binlerce kişiyi idam sehpasına göndermekte bir an tereddüt etmeyen despot zihniyet kurduğu çarpık sistem ile de bu millete en büyük kötülüğü yaparak gitmişlerdir.
Bu gün bu ülkede huzur yoksa, kan akıyorsa, Kürt Türk diyerek bir ayırım yapılıyorsa sebebin temeli cumhuriyetin kuruluş amacında aranmalıdır.
Latin alfabesinden tutunda dans kültürüne kadar içerdeki bir avuç Hıristiyan , Yahudi ve Ermeni azınlığın inanç kültür ve hayat anlayışıdır. Dayatılan. Bu gün kamusal alana hakim olmak derdinde olan bu zihniyet aynı mantıkla ve aynı malzemelerle dayatamaya devam etmiyorlar mı? Meclise rağmen anayasa mahkemesinden çıkan kararın cumhuriyetin kuruluş mantığı ile hiçbir farkı yok. Bu mantık kuruluşunda olduğu gibi halen daha dışardan icazet alarak içerde kendi halkına, kendi halkının kültürüne diline dinine karşı adeta savaş açmıştır.Milletin seçtiği başbakanı asmış, bu milletin parlamentosuna karşı daime düşmanca ve kaygı ile bakmışlardır. Halen de aynı zihniyet devam etmektedir. Bürokrasi ve iş dünyasını eline geçiren ve siyasi hayatımıza derin devlet diye geçen bu yapı , bu gün Ergenekon adı altında kirli yüzünü göstermektedir.
Kuruluş icazetini başta İngiliz, Rus, ve batılı ülkelerden alan, Yahudi ve Ermeni lobilerinden aldığı destekle de başımıza bela edilen laik sistem bu gün halen aynı güçler tarafından sürdürülmek istenmektedir. Bunlar bu milletin evladı değildir.
Bunlar kendilerine Türk derler ve Türklüğü kimseye bırakmazlar. İsimlerinin, Kemal, Mustafa, Ahmet Mehmet olması önemli değil. Zihniyetleri önemli. Bir kimse Müslüman değilse adının ve ırkının önemi de yoktur. Sonuçta bu ülkeye o kişilerden hayır gelmez. Onlar menfaatlerinin gereğini yerine getiriler. Dışa bağımlıdırlar ve gerektiği zaman kaçacakları yerler hazırdır.
Bunlar iş adamı, medya, Askerlerin arasında, dış işlerinde, bazen sağcı bazen solcu, çoğu kez liberal. Ve vazgeçilmez hümanisttirler. Mevlana törenlerine ne başta giderler. Hümanist felsefe okurlar ama, iş baş örtüsüne geldi mi, İslam’ın hakkı ile yaşanması meselesine gelindi mi bu zevatların ne insan sevgileri kalır ne çağdaşlık kalır ne hak ne özgürlük. solcu Milliyetçilikleri, Sağcı sosyalistleri çağdaşlıkları, medeniyetleri ve Atatürkçülükleri de bu çerçeveden dışarı çıkmaz.
Onların ilahı da hukuku da medeniyeti de ilkeleri de ateist bir anlayış üzerine kurulmuştur.
Siz bakmayın Süleyman Demirel in “ Namaz kılanlara karışan mı var” dediğine. Elinde gelse idi, o Süleyman kendi yasaklardı namazı, niyazı
Kendi insanlarına kırk yıl yalan söyleyen bir adamdan ne beklenir ki?
Eğer adil ve tarafsız bir mahkeme kurulup geçmişe doğru şu Devletin başına gelen adamları bir hesaba çekse, hesap veremeyeceklerin başında Demirel gelir.
Evet bu geriye dönük geziden sonra tekrar soralım;
Anayasa mahkemesi mi kapatılsın, yoksa meclis mi?
Meclis kapatılamaz. Meclis milletin istişare yeridir. Müslüman Türk milletinin kurduğu bir arada cem olmak, birlikte yaşamak maksadı ile adına da cumhuriyet olarak belirledikleri bir cumhuriyet Meclisidir orası. Bu meclis kapatılırsa o zaman her kes kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır.
Bunun diğer anlamı da şudur.
Her şehirde bir meclis kurulur. Tabi aynı zamanda o meclisi koruyacak birde ordu kurulur. Bu millet ordusunu da düzenini de çok çabuk kurar.
Bunu mu istiyorsunuz? Memleketi buraya mı götürmek istiyorsunuz? Son zamanlarda yapılan ayaklanma denemelerinin arkasında yatan ne?Bu provalar ilerdeki başka bir hareketin habercisi mi ? Nedir bu küçük çocukların taşla sopa ile devlete karşı ayaklanmaları?Güvenlik güçlerine karşı yapılan bu saldırılar acaba oradaki polise mi yapılıyor ?Yoksa devletin yapısına mı ? Küçük şeyler büyük şeylerin habercisidir beyler. Bu topraklar verimli. Tohum ekilmişse hamile kalınacaktır. Sonuçta doğum da olacaktır tabi.
Sadece seçim mi bahane ediliyor. Mahalli seçimler yapılırsa bitere mi bu sizce?
Anlaşıldı ki anayasa mahkemesinin gerekçeli kararı ideolojik kaygılarla alınmış uydurma, ütopya, başka bir deyimle şizofreni üretiminin sonucu alınan bir karar. Ya da peşin bir din düşmanlığı ve daha vahimi Millet düşmanlığı aranır bunun arkasında. Anayasa mahkemesi kapatılabilir. Meclis millet adına yetkileri tekrar eline alır ve yeniden bir yapılanmaya gidebilir.
Anayasa mahkemesi kapatılabilir. Hatta kapatılmalıdır. Yeniden düzenlenen bir anayasa halka götürülmelidir. Bu memleketin kaderi bir kişinin ideolojik kaygılarla yaşayan şizofrenlere bırakılamaz. Has bel kader hukukçu olmuş has bel kader oralara gelmiş ne idüğü belirsiz kişilerle memlekete karanlıklara itilemez.
Artık ne bu anayasaya, ne de bu anayasa mahkemesi üyelerine güven kalmamıştır. Sadece bu aldıkları kararla ilgili değil.
Bu kafanın daha önce aldığı kararlarını da tekrar tartışmaya açmalıdır. Başbakanın dediği gibi. Tam anlamı ile X-CHP kafası. Faşist, diktatör kafaya sahip üyeler.
Ekrandaki görüntülerinin de zaten pek hayırlı tarafı yok. Her şeyi kendilerinin bildiğini zanneden ve bu kuruntu ile, yüzlerinde en küçük bir tebessüm kalmamış, esnemeyi bile zafiyet olarak gören firavunlar oligarşisi.
Evet anayasa mahkemesi kapatılmalıdır. Sadece kapatılmamalı, bu kararın altına imza atanlar yargılanmalıdır. Türkiye Büyük Millet meclisi oluşturacağı bir hukuk meclis kurulmalıdır. Burada bu üyeler millet adına yargılamalıdır.
Aksi, halde Türk milleti adına orada bulunan vekiller bu durum karşısında büyük bir vebal ve sorumluluk altındadırlar.
Anayasa mahkemesi gerekçeli karar kargaları bile güldürecek, ya da öfkeden halkı galeyan getirecek kadar sorumsuz, ideolojik kadınlara ve daha da önemlisi Müslümanlara hakarettir. Bu suçtur. Suç işlediler.
Birincisi hukuk kargaları güldürmek için icra edilmez. Bu gün kargalar gülüyorsa buna anayasa mahkemesi üyeleri suç işlemişlerdir. Hukuku ve daha da önemlisi anayasayı, anayasaya inancı gülünç hale getirdikleri için yargılanmalıdırlar.
Suç işlediler
İkincisi Meclisin büyük bir çoğunlukla aldığı kararı iptal etmiş meclisin küçük azınlık olan CHP nin istediğini yapmışlardır.
Suç işlediler . Halkın hassasiyetini zedelediler. Tahrik ettiler.
Şimdi daha iyi anlaşıldı ki yıllardan beri; “ Demokratik- hukuk” zırvaları ile hep milleti kandırmışlar. İşte Miletlin iradesini meclise yansıtan, siyasi bir iktidarın gücü karşısında afalladılar, şaşkına döndüler, Ne diyeceklerini yaptıklarını nasıl izah edeceklerini de şaşırttılar.
Milletin artık tahammülü kalmıyor. Küçük bir gayri Müslim azınlığın, Sabatasit in, Yahudi nin arzuları ile Müslüman ülkesi idare edilmez. Bunda fazla direnmenin anlamı yok. Yıllarca Demirel kandık.Yıllarca milliyetçilik hikayesine aldandık. Şimdi millet kendi asli yapısına dönmeye başladı. Kimlerin, hangi zihniyetlerin yalancı, hain olduğunu kimlerin samimi olduğunu net bir şekilde görülüyor artık
AKP hükümetleri bunu gösterdi. Önümüzdeki seçimde yüzde atmış ile tekrar iktidara gelecektir.
Hükümete tavsiyem milletten aldıkları yetkiyi hakkı ile kullanmalarıdır. Abdurrahim Karakoç üstadımın dediği gibi
“ Gene tehir etme üç ay öteye, bu dava dedemden kaldı hakim bey”
Karakoç üstadıma saygılarımla
Laikliğin tanımını yaptılar
Ben anlamadım ya sizler

Anayasa Mahkemesi gerekçeli türban kararında daha önce tartışma yaratan, “laikliğin tanımı” da yapıldı. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen laik Cumhuriyet ilkesi “nin ne anlama geldiği ve laikliğin 6 kriteri şöyle sayıldı:

1. Egemenlik ulusa aittir.

Acaba öyle mi? buradan öyle görülmüyor. Herhalde millet adına karar veren sizler ya bu milletin mensubu değilsiniz, ya da bu milleti tanımıyorsunuz.

2. Ulusal irade dışında herhangi bir dogma siyasal düzene yön veremez.

Vay be ne güzel laf bu böyle. Ulusal irademi laikliği getirdi. Laikliği ulusal iradeye mi sordular getirirken. Yoksa silah zoru ile dayatarak mı getirdiler.Hele bir halka sorun bunu bakalım. Ahkam kesmeyin oradan .

3. Hukuksal kurallar dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edilir

Ne demek istiyorsunuz yani şimdi. Dinsel buyruklar bilime aykırımı diyorsunuz. Ama unutmayın ha.. Dinsel buyruklar tarih içinde büyük medeniyetler imza attı.Bir devletin altı yüz yıl ayakta kalmasını sağladı. Resulullah dönemindeki medeniyeti dünya,ne ondan önce ne de onsan sonra bir daha görmedi. Eğer sizin medeniyetteki kastınız “ insanca yaşamaksa” O zaman burnunuzun ucuna iyi bakın. Senin laik hukuk anlayış seksen seneden seksen yerinden delindi


4. Çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğü ayrımsız ve önkoşulsuz herkese tanınır ve Anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmaz.

Ya baş örtüsü meselesi de bu cümlelerin içinde mi?

5. Din veya din duygularının kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanır.
Allah Allah ateist kafaların din ve din ile ilgili yorumlarında hayranım doğrusu.

6. Devlet tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davranır.
Hangi devlet bu. Silahlı kuvvetlermi, silahsız kuvvetlermi? parlamento mu, halk evlerimi?Anayasama mahkemesi mi,Kanadoğlu gibilerin kafasımı? Yargıtay baş savcısı mı ? Karıştırdım da.

Rönesans reform tartışması

Gerekçelİ kararda, laiklik ilkesinin düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma dönemlerinden aldığı belirtilerek şöyle denildi: ”Çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan bu ilkeye göre, siyasal ve hukuksal yapı, dogmalardan arındırılarak akılcılığı ve bilimsel yöntemleri esas alan ulusal tercihlere dayanır. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer olduğu açıktır.”
Sormadan edemedim;
Neden yapamadınız bu zamana kadar. Nede toplumsal barış sağlanamadı bu ülkede. Cumhuriyeti kuranlar da dahil hep kan akıttılar. Ya devlet eli kan akıttılar yada insanları bir birlerine kırdırarak. Seksenden önce solcu sağcı diyerek iki sivil gurup arasında çatılıyordu. Aslında içinde devlet vardı. Ama en azından bilinmiyordu.
Şimdi ise Kürt Türk diyerek çatıştırılıyor. PKK kimin eseri. Neden bitmiyor? Kimlerin işine geliyor?Buna devlet eli ile vatan çocuklarının çatıştırılması denmez de ne denir. Hem de devletin kontrolünde.
Ve böylece kana doymayan dogmatik laiklik bu gün ahkam kesiyor ve devam ediyor ;

“ Hukuksal düzenlemelerin dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar.
Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır.”

Hımm bak burada doğru söylüyorsunuz. Dogmatik laiklik siyasi özgürlükleri kısıtlıyor. Laik adına işkence çektiriyorsunuz Müslümanlara.

“Çağdaş demokrasiler, dogmalara karşı akılcılıkla durur, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır.”

Hangi akılla. Laik düzende akıl olsaydı evvela bu memleketin geçmişine sahip çıkardı. Azınlığın arzularına değil, çoğunluğun arzuları egemen olurdu.
Sorsan şimdi sizlere;
Bu ülkenin adı neden Türkiye? Türklerin olduğu için dersiniz. Türklerin bir dini var mı desem, İslam dersiniz. En azından kahır ekseriyeti Müslüman dersiniz. Peki kahır ekseriyeti Müslüman ise o zaman neden azınlıklarla bu memleketin gerçek sahipleri eşit oluyor. Hangi çağdaş demokrasi bu. Çağdaşlığı kim belirliyor. Bir avuç ateist mi yoksa masonlar mı ? Kim belirliyor.? Kimlerin kıstasları ile hayat anlayışı ile inanç anlayışı ile idare edilmek istiyoruz, açıklayın .
Açıklayamazsınız. Çünkü kahır ekseriyeti rağmen bir azınlığın ideolojisi devlet gücü olarak tutuluyor. Diğerlerine de bol keseden çağdaşlık nutukları. Sevsinler

18 Ekim 2008 Cumartesi

Bak şu yumurcağa


Aslında bak şu ihanete olmalıydı başlık!
Show TV’nin eğitim anlayışına bakın. Özellikle “ bak şu yumurcağa” programında çağdaş eğitim anlayışlarını nasıl ortaya koyuyorlar. Beş on yaşı gurubundaki çocukları batı müziği eşliğinde ortaya çıkarıp kalça sallamayı öğretmek ve onları buna teşvik etmek çağdaş eğitim anlayışı imiş. Laik zihniyetin ülkeyi ne hale getirdiğini görmek için bu işin kökenine inmek gerek. Osmanlı dönemindeki batıcı aydınların İslam’a ve İslami değerlere karşı verdikleri mücadelenin nişanesidir dans. Azınlığın Sultan Süleyman dan intikam almasıdır. Cumhuriyetle birlikte kurulan halk evleri ve özellikle memurların eşleri ile gelerek dans etme mecburiyetlerini düşünürsek laik çağdaşlığın ne anlama geldiğini, neyi hedeflediğini daha net görürüz. Zaten cumhuriyet kurutuluşundan 1950 yılına kadar ülkede teknoloji adına, bilim adına bir çivi bile çakmayanlar, şapka devrimi, kılık kıyafet, dans, harf devrimi gibi milleti kökünden ve değerlerinden koparmaya yönelik bir dizi operasyona imza attılar. Hem de kanlı imzalar bunlar.
Mustafa Kemal kendini halka tescil ettiremedi. Eğer daha 1926 da bir seçim olsaydı halk 1950 ye bırakmazdı bu zihniyeti. Bunu biliyorlardı. Hem içerdeki azınlık biliyordu bunu hem de laik zihniyetin akıl hocası batılı misyonerler.
Bu zihniyet silah zoru ile dikta ile batı kültürünü dayattı ve yapılandırdı. Başta silahlı kuvvetlerde olmak üzere, eğitim müfredatlarında, karma eğitim ile okulların fiziki yapılandırmalarında, Anayasa ve hukukta ve tüm resmi müesseselerde Laik otorite kamusal alan adı altında tüm ülkeye yayıldı. Enver paşa ülkeye neden alınmadı sanıyorsunuz? Kazım Karabekir paşa gibi kültür ve geleneklerine bağlı paşalar neden uzaklaştırıldılar sanıyorsunuz?
Bu gün dahi kamusal alan hassasiyeti bazı çevreler tarafından oldukça manidar değil mi? Baş örtüsü ile okullara, resmi yerlere alınmamasının temelinde yatan hassasiyet bu. Özellikle Silahlı kuvvetlerin hassasiyeti de sistemin kimler tarafından hangi kanallarla korunduğunu anlatması bakımından önemli bir gösterge.
Sanki kamusal alan babalarının malı. Bu milletin alanı değil. Mehmetçik bu milletin çocuğu, silahlar bu milletin malı. Bu ülke Müslüman Türk milletine ait. Şehit kanları ile bedel ödendi. Ama kurulan sistem ve sistem koruyucularının bu değerlerle alakası bile yok.
“Bak Şu Yumurcağa” programını izlerken Show TV nin bu misyonun devamı olduğunu ibretle gördüm. Medeniyetsiz cibilliyetsiz, edepsiz, ahlaksız, milliyetsiz bir çingene güruhu üretmek isteyen bu zihniyetin temsilcileri olarak misyonlarına devam ediyorlar. Türk kimliğini iler sürerek, Türk kimliğine yönelik hamasi sloganlarla Türk milletinin ırki damarlarını okşarken diğer taraftan ahlaksız, cahil, edepsiz, değersiz manasız mefhumsuz bir toplum üretiyorlar. Programda beş on yaş arası çocuklar ezberledikleri müzik parçalarına kalça sallıyorlar. Oysa hatırlıyorum bu yaşta kuran okunmaz diyerek yaygara koparanlarda aynı zihniyetti. Rahmetli Barış Manço nun da benzer bir programı vardı. Daha eğitici daha soylu. Daha milli ve manevi değerleri kapsıyordu.
Cennet mekan Abdulhamid hanı devirir devirmez Yahudilerin İstanbul da gazete satın almaları ve o zamandan bu yana basın yayını ısrarla ellerinde tutmaları bunu silah olarak kullanmaları. İslam’a ve İslami değerlere karşı bu yolla mücadele etmeleri tabii ki tesadüf değil. Bunlar İslam’ alemini bölüp parçalamak. İslam toplumu içinde en büyük tehlike olarak gördükleri Türk milletini dininden soyutlamak için başlatılan operasyonların önemli bir ayağı.

Ak tütün baskının arkasından çocuklara makyaj yapıp ellerine ellişer lira vererek “ okumak istiyoruz” sloganları ile milli eğitime saldıran Uğur Dündar o arada eğitimle ilgili bir takım sözler yumurtladı. Herhalde bahsini ettiği memleketi ne hale getirmeyi düşündükleri eğitici programları bunlar olmalı. Çocuk pornosu satanlarla bunların farkı ne diye düşündüm. Çünkü bu zihniyette o zihniyetin bir alt basamağı da.

17 Ekim 2008 Cuma

Sayın Emekli Albay Sarızeybek


Yıl 2002 AKP iktidara geldi.
Emekli albay Sarızeybek Show tv de konuşuyor. Ali Kırca nın programında . Aslından AKP aleyhinde konuşmasa “Ergenekon Show” yapmasa Show TV yi çok ilgilendirmez konuştukları. Onların ilgi alanı sık sık AKP ye çatması ve Ergenekon savunmasını sağlamak. Esasen bu medyanın amacını niyetini altını üstümü bilmeyen yok gibi. Bunlar hangi hükümetten nemalanırlarsa ülkedeki ne fakirliği görürler ne de olumsuzlukları. Ama hükümet il aralarında em küçük bir sürtüşme çıkar çatışması olursa ülkedeki her olumsuzluğu ekrana taşırlar ballandıra ballandıra anlatırlarda anlatırlar.

Şimdi ne diyor emekli albay “terör biter” diyor. “Nasıl biter” diyorlar 2002 de AKP kanunları çıkartmasa idi biterdi. İyide 2002 den önce bu kanunlar yokken, bu kanunlar çıkmamışken daha da önemlisi sizi rahatsız eden AKP ortada yok iken neden bitirilmedi. Neden hiç önceki hükümetlere değinmiyorsun da neden hiç halen hayatta olan Demirel e dokunmuyorsun da neden hiç Tansu çillere mesut yılmaza dokunmuyorsun ve onların dönemlerinden bir genelleme yaparak geçiştiriyorsun da AKP ye gelince bizzat Tayyib beyin adını anarak partinin ismini telaffuz ederek konuşuyor anlamadım. Sanki emekli bir asker değil, meselesi de terör değil de AKP imiş gibi bir hava hissediliyor.
Arada birde celallenip “ Benim paşam hapiste iken birileri bilmem nerde” diyor. Bu göndermeler de ihtilalci paşalara.
İyide kardeşim 2002 den önce, yani AKP iktidara gelmeden önce ve geldikten sonra PKK ile değil de parlamentoyu baskı altında almaya çalışan bu silahlı kuvvetlerin üst kademesi d eğil mi? Daha önce Refah yol hükümetini devirme planı yapıncaya kadar PKK ile mücadele üzerinde kafa yorsalardı ya.Hani sen diyorsun ya 199 lı yılların başlarında 1993 ve9 4 lerde başarılı olduk. Bu başarı 2002 ye kadar devam ettim ? Etti ise 10 yılda neden başarıların sonucu alınmadı. AKP hükümete gelip sizin elinizi kolunuzu bağlayıncaya kadar on yıl geçmiş. Bakın ülkede kaç kere hükümet değişmiş. Neden Çevik bir ve o dönemdeki subaylar hükümet devirme işini PKK dan daha fazla önemsediler. PKK yı bırakarak Refah yolu devirme derdine düştüler. Osman Öbek değil mi masaları yumruklayarak bu milletin seçtiği başbakana hakaret eden. Ne yapmıştı Erbakan hoca? Ne suçu vardı? Kimin adına hareket etti bu subaylar? Kimin çıkarları için meşru bir hükümeti devirdiler?
Hani bunları sana soruyorum ya sayın emekli albay, veya diğer namınız ile “efsane albay “ Mademki otuz yıllık PKK terör olaylarının siyasi ekonomik askeri bileşenlerini anlatıyorsun. Neden buralara girmiyordun anlamadım. Ülkede siyaseti istikrarsızlaştıranlar kimler? Bu kimlerin emri ile oldu. Millet mi istedi böyle olmasını. Bu subaylara görevi millet mi verdi. Yoksa Amerika ve İsrail çıkarlarına mı ters düşüyordu Refah yol hükümeti. Ya da genel bir değerlendirme ile ülkedeki istikrarsızlık İsrail’in ve Amer,ikanın mı işine yarıyordu. Birde kuzey Iraktaki Yahudi kökenli Kürt yönetiminin mi işine geliyor? Eğer böyle ise ülkedeki siyasi istikrarsızlık ülkeye hayır getirmiyor ise, o zaman neden oradaki çocuklara bunları da anlatmıyorsun. Hastalığın kökünün silahlı kuvvetlerin bünyesinde barındırıldığını burada semirdiğini burada beslendiğini neden anlatmıyorsun?
Bu milletin evlatlarının peygamber ocağı diyerek koştukları vatan savunması namusumuzdur diyerek koştuğu ocak, acaba kaç yıldan beri bu hastalığın mikrobunu bünyesinde taşıyor, biliyor musun ? İttihat ve terakki ile birliktem i yoksa daha eskilere dayanan bir geçmişimi var. Ama ben söyleyeyim. Devşirmelerin asker edildiği, harp okullarına alındığı dönemlerde atılan bir mikrop bu. Ve bir türlü temizlenmedi. Cennet mekan Abdulhamid han 33 yıl direndi bu mikroba ve o da sonuçta tükendi. Osmanlının başını yiyen bu mikrop kamuflaj yaparak cumhuriyet ordusunun içine de yerleşti. Hem de artık kendisini milletin yegane bekçisi cumhuriyet ve laiklik kılıfı ile rahatça dine ve dine dayalı düğerlere hakaret etme hakkını kendinde görerek. Tabi adına din demediler bunun. İrtica dediler. Birinci ve öncelikli tehdit dediler. Sahi PKK askerleri kırarken, pusular atıp gencecik vatan evlatlarını şehit ederken irtica söylemi adı altında beş yaşındaki çocuğun kuran okumasından rahatsız olanları neden anlatmıyorsun?
Neden hep AKP düşmanlığı sayın emekli albay? Gördüğüm kadarı ile hastalığın kökünü senden daha iyi kimse bilmiyor. PKK ile mücadele konusunda kendini çok iyi yetişmiş biri olarak takdim ediyorsun. Olabilir. Konuştuklarının içinde doğruların çok var. Hakkını da inkar edemeyiz. Hatta dua da ederiz. Allah razı olsun. Gittin savaştın tecrübe kazandın. Alay kumandanlığı yaptın. Ama en verimli olacağın çağda emekli oldun. Veya atıldın. Bilmiyorum. Atıldın sa neden ordudan atıldın. Atmadılarsa neden emekli oldun. Ettilerse neden ettiler. Senin gibi başarılı bir askeri emekli edenlerin art niyeti olamaz mı? Senin gibi iyi yetişmiş bir askerin en verimli çağında daha büyük birliklerle ve daha geniş imkanlarla PKK ile mücadele etmen gerekirken seni bundan uzaklaştıranların niyetlerini halis niyet olarak görebilir miyiz?
Neyse sayın albayım. Bu işin temel çözümü sizin dedikleriniz değil. Sizin dediklerinizde çözümün parçası tabi. Gerekli olanlar. Ama temeli değil. Laikliği çukurca hududundaki kerim ağanın evine götüremezsin. İdeolojik yaklaşımlarla çözülemeyeceğini seksen seneden beri anlamadınız ise size söyleyecek bir şeyim yok demektir. Laiklik bu milletin tercihi değildir. Devletin ideolojisi olmaz. Devlet parlamentodan idare edilir.
Temel şart da bu olmalıdır. Askerler kesinlikle bu milletin değerlerine yönelik bir açıklama yapmamalıdırlar. Kesinlikle parlamentoya ve halkın setçiği bir partiye karşı tavı almamalıdırlar. Herkes bulunduğu yeri kendine ait olarak görüyorsa, yani doğru olarak görüyorsa orada duruşunu bozmadan parlamentonun verdiği yetkinini dışına çıkmadan dursun. Yok bulunduğu yerden memnun değilse, başka işlere de karışmak istiyorsa o zaman oradan ayrılsın halkın içine girsin. Oradan konuşsun.
Bu ülkenin tek ve temel ihtiy6acı siyasi istikrardır.
Bunu da bozanları, bozmak isteyenleri siz oradan savunuyorsunuz.

16 Ekim 2008 Perşembe

doğrular ve doğru sanılanlar


Genel kurmay başkanımızın açıklamasını dinlerken öfkenin celallenmenin arasında özellikle vurgulama yaparak birazda sert bir ifade ile dedikleri;
“…. herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum…..”
Aslında asil bir davet. Herkesi doğru yerde bulunması için davet etmek güzel bir misyondur. İmamlar bu sebeple ezan okurlar. Papazlar bu sebeple kiliseye davet ederler insanları. Siyasi partiler oy isterken doğru yerin kendi partileri olduğunu söylerler. Hatta siyasi bir parti kendilerinin doğru yol olduğunu parti simi olarak kullanarak bu kavramı kendilerine mal ettiler. Tabi parti amblemlerinde At resmi olunca sanırım çağ gerisinde kaldığı düşünüldüğü için oy bile alamaz oldular. Kısaca Babalar ve anneler hep kendi doğru bildikleri yere çekerler çocuklarını. Hukuk okumasını doğru bulurlar, ama çocuk gider çorap satmaya başlar iş adamı olur, Makine mühendisi olmasını isterler, çünkü doğru odur onlara göre. Ama çocuk gider bisiklet tamircisine çırak olur.
Geçmiş zamanlarda beni çok sevdiğini söyleyen ve benimde çok sevdiğim bir genç vardı. Ona sık sık “ doğru bildiğini” yap derdim. Bana bir gün sordu; ” Doğru ne abisi” dedi. Ona dedim ki; “ Yaşamak istediğin yeri seç, yapmak istediklerini yap, olmak istediğin yerde ol. Eğer halinden rahatsız isen ve şikayet ediyorsan doğru yerde değilsin demektir. Buna rağmen, halen daha orda durmakta ısrar ediyorsan o zaman yanlışta ısrar ediyorsun demektir. Evet çünkü bu senin doğruların.
Enver paşa Sarıkamış harekatı için emir verdiğinde herhalde iki gün sonra patlayacak tipiyi bilmiyordu.Bilse idi vermezdi o emri. Ama vermesi gerekiyordu çünkü doğru o idi. Koca bir ordu tüm kurmayları ile birlikte bu doğrunun arkasından gitti ölüme.
Cennet mekan Abdulhamid han yıldız istihbaratı kurdu. İç ve dışta Osmanlı devletini abluka altına alanlara karşı vereceği mücadelede doğru bir duruş ancak böyle mümkündü. Onu istihbaratı kurmakla suçladılar. Ama doğru o idi. Herkesin doğru bildiği yer bulunduğu terden gördüğü kadardır.
Özellikle bir asker ( general ) emri altındaki sayısı yüz binleri bulan askerlerini sevk ve idare ederken o rütbeleri alınıncaya kadar oluşan tecrübe birikim ile strateji uygular. Bunu yaparken kendisine ulaşan bilgileri değerlendirir. Raporları değerlendirir. Bu bilgilerin ve ulaşan raporların doğruluğu nispetinde üst kadro doğru kararlar alır. Burada doğru bir tane değildir. Aynı şekilde bulunan başka bir generalde farklı yapabilir harekatı. Hata olabilir bu arada. Yanlış karar alabilir. Hamasi davranabilir. Sonuçta o da bir insan. Ancak ki ihaneti tespit edilmediği sürece bir general askerini sevk ve idaresinde yanlış yaptığı söylenemez.
Ancak siyasi hukuki ve genel anlamda içtimai meselelerde doğrunun çokluğu kaosu da beraberinde getirir. Bu sebeple “ hakikat ferdin hakikatidir” denilmiştir. Otoritenin tek kanalda olması kararların tek kanaldan alınması daha sıhhatlidir. Yanlış olursa yanlışın kimin yaptığı bilinir. Suçlanacak yargılayacak eleştirilecek yer belli olur. Mesela Enver paşa tek yetkili olmasa idi. Bu gün Sarıkamış yenilgisini doğrudan onunla bütünleştirmeyecektik. Ama ne hikmetse aynı Enver paşa aynı yetkileri ile Çanakkale savaşını kazanmasına rağmen bu zafer anılırken adı bile geçmez. İşte bu da meselenin siyasi ve ahlaki tarafı. O zaman mesele siyasi bir anlam kazanıyor ise tavır ve duruşlar siyasi manada bir misyon taşıyor ise, o zaman “ doğru” daha da farklı bir anlam kazanır. Yukarda dediğimiz gibi her parti kendisi doğrusu üzerinde ısrar eder. Siyaset bu anlamda şekillenir.
Mustafa Kemal içinde bulunulan şartların getirdiği bir gerçek. O zamanın doğrusu bu. İsmet İnönü cumhuriyet öncesi pek bilinmeyen Cumhuriyetle yıldızı parlatılan bir doğru. Ama kurtuluş savaşının en güçlü paşalarından biri olan Kazım kara Bekir paşa tam tersi Cumhuriyetle birlikte yıldızı söndürülmek istenilen kişi. Bunlar Mustafa kemal in doğruları. Neden Onun. Çünkü tek yetkili o. Hakikat ferdin hakikati denmiş ya. O dönemim tüm olaylarının hatası da günahı da vebali de bir kişiye ait. Atmıştan sonra aynı şeyi söyleyemeyiz. Çok partili sitem ve arkasından gelen kaos 1980 ihtilaline kadar geçen dönemde bir tane bile suçlu bulamazsınız. Öldürülen on binlerce kişinin katilini bulamazsınız. Siyasi anlamda idari anlamda kimse o dönemin hesabını vermez. Zaten kimse de soramaz. İhtilal doğru bir duruş işte. Kimin ne yaptığı açıkça ortada. Birileri idareye el koydu. Gerekçelerini açıkladı doğru idi. Ama bu gerekçelere kimlerin getirdiğini bir türlü anlayamadık. Özellikle geçmişe yönelik siyasi ve idari bir hesaplaşma olmadı. Aslında beklerdik ki İhtilalciler tam yetkili bir mahkeme kursunlar. Şöyle bir sistemi ve kuruluşundan bu yana cumhuriyet tarihini yargılasınlar. Tabulardan kurtularak. Saplantılara sapmayarak. Tarafsız, ideolojiden arındırılmış bir mahkeme. Halkın tarihi misyonun değerlerini inançlarını esas alarak yargıya giden bir mahkeme.
Bu baba yiğit yok biliyorum.
Ergenekon davası ortaya çıktığında bu olayların nasıl tezgahlandığını azınlık zihniyetin nasıl devlet gücü olarak tutulmaya çalışıldığını anladık. Halkın kime ne için oy verdiğinin öneminin olmadığını AKP’nin ikinci kez ezici çoğunlukla iktidara gelmesinden sonra rahatsız olan çevreleri gördükçe anladık. Yani kısaca anladık ki bu ülkede haklar, eşitlikler özgürlükleri hukuk ve demokrasi devletin gücünü elinden kaçırmak istemeyen azınlık ideolojinin doğruları ile bağdaştığı sürece geçerli olacaktır.
“Doğru ne abisi?” demişti.
Bilmiyorum, Allah ve Resulü ne demişse o doğrudur. Başka doğru tanımıyorum artık .

12 Ekim 2008 Pazar

Dinle


Yirmi yaşının baharında sevda türküleri bestelerken yüreğin
Gönlünde bin bir çiçek açmaya yüz tutmuşken
Hayalinde sevgiliye bin bir çeşit sözler avlıyordun
Nöbet tutarken.
Bazen bir bozlak tırmanıyordu o yalçın yüreğinden
Bazen bir oyun havası dökülüyordu dudaklarından
Nöbet sonrası yatarken ,
Nazlı dalgalanıyordu bayrak,
Dibinde er Mehmetçik
Tüm güzellikleri, ar namus haya çizgisinde şekillendiriyordun
Göndere bakarken.
Hayan namusun
bozlağın uzun havanın
ve hayalindeki sevgilin di o bayrak.
Ama o ihanet günü
Ve havan seslerine makineli tüfek tıkırtılarının karıştığı o gün
Kahpe kurşunlar tertemiz yüreğine saplanırken;
O gün gül kırmızı yeşerir oyun havası eşliğinde toprak
Bebelerin annelerin eşlerin babaların göz yaşlarına karışarak.
Al bayrak farklı nazlanır bu gün.
Bir bozlak derinliğinde,
Derinden titrer feryatlara kulak dayarsan toprak.
Dinle.

9 Ekim 2008 Perşembe

terör zirvesinde doğrular ve yanlışlar


Askerlerin talepleri bir kere baştan sona yanlış. Güney doğuda sıkı yönetim istemek sadece vatandaşa eziyet olacaktır. Askerlerin sorumsuz ve hukuksuz davranışlarının faturasını Ergenekon davasında tüm çıplaklığı ile görüyoruz. Kaldı ki AKP hükümetinin demokratikleşme paketi adı altında beş seneden beri yaptığı uygulamayı kenara koyarsak askerlerin istedikleri daha önceki yıllarda vardı. Bir kişinin ne zaman nasıl ve ne gerekçe ile tutuklandığını altı ayda öğrenemiyor ve hatta kaybolduğu gittiğine bile gazetelerde okuyorduk. Biz bunu 12 Eylülde de aynısı ile yaşadık. Bir kişinin suçsuzluğu ancak altı ayda anlaşılıyordu. Bu sebeple hükümetten istenilen yetki düzenlemesine gerek olmadığı kanaatindeyim
Özellikle Ergenekon skandalından sonra bu gibi talepler terörle mücadelede hiçbir fayda vermez.
Diğer taraftan ;
Bölgeye Özel harekat polisi sevk edilmesi son derece isabetli bir karar. Ancak polislerin askerlerin emrine verilmesi bana göre sakıncalı. Yarın ortaya çıkacak olan başarı veya başarısızlıkların çeşitle olumsuz etkileri olacaktır.
Bana kalırsa Asker tamamen çekilmeli ve Jandarma lav edilerek diğer ordulara dağıtılmalıdır. Polis dağda ve şehirde asayişten sorumlu tutulmalıdır.
Bir harekatın iki başı olmaz. İki başlılıktan çok çektik biz. Bu zamana kadar sadece askere güvenildi. Polis yeri geldiğini de kullanıldı yeri geldi adeta paçavra gibi itildi.
Oysa Özel harekat vakti ile rüştünü ispat etmişti. Dost düşman herkes bu kaplanların dağlarda PKK lı teröristlere kan kusturduğunu biliyordu. Bir susurluk meselesi bahane edilerek bu çocuklar geri çekildi. Aslında susurluk bahane oldu bana göre. Ortada bir çekememezlik vardı. Sadece psikolojik değildi tabi. O dönemde görev yapan ve hükümeti devirme planı yapan bazı Askerler polisin hükümete bağlı olarak bu denli güçlenmesinden de rahatsız olmuştu. Bunu Anadolu da gazetecilik yaptığım dönemlerde çeşitli vesilelerle görüştüğüm bazı üst düzey polis ve hatta üst düzey bir askerle de özel sohbetimizde dile getirmiştim ve teyit edilmişti.
Şimdi hükümet yeniden bir terörle mücadele paketi hazırlarken bu ince ayarlar son derece dikkat etmelidir.
Ne yazık ki asker bu zamana kadar terörle mücadelede aynı başarıyı gösteremedi. Aslında bu da normaldi. Asker terör eğitimi görmüyor. Yanaşık düzen eğitimden geçen kişilerin eline silah değil ne verirseniz verin dağlarda çete savaşı veren teröristle mücadele edemez. Daha yirmi yaşında ve hayatlarının baharında olan tecrübesiz gençlerin, heyecan ile giriştikleri çatışmalarda başarılı olmalarını beklemek yanlıştır. Teröristle mücadele edecek olan kişinin terörist gibi düşünen ve yaşayan kişilerden olması gerekir. BU şekilde eğitilmiş timlerin dağların kovuklarında mağaralarda gerekirse haftalarca dağlardan inmeden mücadele etmeleri gerek. Önemli noktalarda üçer beşer kişilik oluşturulan bu timlere belli noktalarda belli zamanlarda arazi şartlarına uygun araçlarla ( Helikopter katır, veya kara araçları Vs.) lojistik destek sağlanması gerek.
Bunun bir faydası da yetkilerin tamamen polislere verilmesi demokratikleşmede bir adım daha ileri gidilmesi bakımından önemli bir adım olacaktır.
Diğer taraftan Asker yurt savunmasına da ve gerekirse sınır ötesi harekatlar için hazır olarak beklemeli ve yıpranmamalıdır. Saldırıya uğrama ihtimali düşük yerlerde kurulacak olan askeri birliklerden dağda mücadele eden Özel harekatçıların talebi olduğu zaman destek vermelidirler.
Ben polislerin askerin emrine verilmesinde çok ciddi sakıncalar görmekteyim.
Askerler bu arada rahatça golf oynayabilirler.
Bir karakolu yüz metre öteye taşıyacak para bulamadığını söyleyenlerin gittiği her hava üssüne golf sahası yaptırmasını kim nasıl izah edecekse çıksın etsin. Kusura bakmayın ama Hava kuvvetleri komutanı sayın Babaoğlu’nu çok acı bir gerçeği ortaya çıkarttığı için tebrik etmek gerekiyor. Ordunun terörle mücadelede 28 seneden beri süre gelen başarısızlığının neden olduğunu ortaya koyduğu için.

Buna eşeklik de denmez ki sayın rektör


Buna eşeklik de denmez
Bilmem nerenin rektörü Mesut Parlak attı yine. Bilimi kendilerine yakıştıramayan bu rektörler üniversite kürsülerini siyaset arenasına çevirmeye çalışıyorlar. Ama bunu yaparken bakın birde neler yumurtluyorlar.
Hükümeti eleştirmek siyaset değil mi Mesut bey. Üniversiteler siyasallaşmamalı ise sen neden siyaset konuşuyorsun orda.
Senin gibi adamdan diploma almak bana ar gelir. Doğrusu iyi buldunuz zamane gençliğini. Üniversite diploması almak için sahip oldukları ne kadar değer varsa hepsini kaybetmeye razı olan gençliği.
Seni ayakta alkışlayan birkaç kişi ama oturduğu yerden “ çüş diyen o kadar çok onlar ayağa kalkarsa eşeklikte yetmez o zaman. Olsa olsa daha aşağı olunur.

Polisimize yapılan hain saldırı ve düşündürdükleri


Polisimize yapılan hain Pusu ve düşündürdükleri

Diyarbakır da Polis servis otobüsüne yapılan hain saldırı kelimenin tam anlamı ile katliam girişimi. Ancak polisimizin gerek üstün eğitimi, gerek soğukkanlılığı ve Allahın da yardımı ile bu hain pusudan beş şehit ile çıkmaları sevindiriyor. Beş şehidimize Allahtan rahmet diliyorum. Muhakkak ki üzücü tarafı can gitmiş olması. Ama sevindirici tarafı ise böyle bir pusudan çok az zayiatla kurtulmuş olmaları ; Saldırı biçimi araç üzerindeki kurşun sayısı ve otobüsün pusuya düşürüldüğü nokta dikkate alındığın da o otobüsten bir kişinin bile sağ çıkmaması gerekiyordu. Ancak görülüyor ki Kahraman polislerimiz çok çabuk toparlanmışlar ve hızlı bir şekilde karşılık vermişler. Şerefsizler kaçmakta bulmuşlar çareyi.
Son zamanlarda polislere ve polis noktalarına saldırılar çoğaldı. Hem de kelimenin tam anlamı ile imha etmeye yönelik saldırı bunlar. Amerika konsolosluğu önündeki saldırı da doğrudan polislere yapılmıştı. Arkasından Şırnak ta, Ankara da İstanbul da ve Mersinde arkası arkasına gerçekleştirilen bu saldırılar Ergenekon davası ile yakından alakalı gibi geliyor bana. Sanki birileri polise göz dağı vermeye çalışıyor. Sanki birileri parlamentoya bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Hem de kan ve göz yaşına boğdukları satırlarla. Bunun PKK nın düşündüğü bir pusu olduğunu sanmıyorum. Bu daha çok ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen ve PKK yı taşeron olarak kullanan bazı mihrakların planları gibi geliyor. Amerika konsolosluğu önündeki polis noktasına ve doğrudan polislere yapılan saldırının arkasından bu düşüncemi tekrar dillendirmiştim. Bir süre sonra saldırıyı gerçekleştirenlerle Ergenekon davasına adı karışanlar arasında irtibat kuruldu.
Bana kalırsa bu saldırının kaynaklarını en iyi iki kişi bilir. Bir Doğu Perinçek diğeri de Veli küçük. Bu kanın durdurulması isteniyorsa Ordu Polis el ele vermeli ve içerdeki pislikleri temizlemelidirler.
Birde şu sapık medyanın patronlarını. Ağızlarına şehit kelimesi bile yakışmayanların ekranlarında babasız kalan çocukların üzerinden hükümeti yıpratmak için kolları sığadılar. Aslında Aydın Doğan köşeye sıkıştıkça bu habercilere bir telaş düşüyor.
Aktütün köyündeki yavrucakları konu mankeni olarak kullanan medya dan bahsediyorum.
Milli eğitim bakanı doğru söylüyor. Ekrana getirdikleri kızda re3smen makyaj var. O görüntülerin analizi yapılsın bakalım. Mermi eline verilen çocukla daha önce görüntüye getirilerek okumak istediği söylettirilen kız makyajlı. Üstelik o kızın yaşı on beşten aşağı değil. O yaşta bir kızı o köyde kimse ilk okula göndermez bile
Bu memleketin düzelmesi isteniyorsa Ermeni ve Yahudi kaynaklı tüm lobiler, iş çevreleri mason locaları, Amerika sempatizanları takibe alınmalıdır.
Aksi halde üç beş sefili yakalamakla üç beş cahili öldürmekle terör bitmeyecektir.
Ne zamana kadar ?
Bu millet işini kendi eli ile yapmaya karar verinceye kadar. O zaman bakalım kim milletin yanında olmak için yağcılığa başlayacak ve kurtuluş savaşında olduğu gibi adını soyadını değiştirerek Müslüman Türk ün engin hoş görüsüne sığınacak.
Ama devir o devir değil ha beyler. 1920 yılında Kahramanmaraş tan kaçan Ermenilerin Bahçe kazasına varıp kendilerini Müslüman Türk olarak tanıtmaları ve kamufle olmaları o kadar o kolay değildir artık. Şimdi 2000 li yıllarda yol alıyoruz.Ayağınızı doğru atın. Bu memleket Müslüman Türk ün kanı ile kurtarıldı.Benim dedem kan akıtırken bunu ne Laiklik adına yaptı. Ne de birilerinin iktidara gelmesi için. Kurtuluş savaşı Halife adına yapılan bir harekettir.

7 Ekim 2008 Salı

Aktütün karakolu Enver paşa ve düşündürdükleri I


Cennet Mekan Abdulhamid hanı tahtan indirerek ülkeyi kaosa sürükleyen İttihat ve Terakkici hainlere karşı bir darbede Enver paşadan geldi. Her ne kadar kendisi de İttihat ve Terakkici olsa da Abdulhamid hanın indirilmesine karşı çıkarak 31 mart vakasına karışmadı. 31 mart vakası Yahudi Ermeni ve beyinsiz İttihatçıların ortak harekatıdır. İşte bu sebeple Enver paşa babı aliye bir baskın düzenleyerek, İngiliz yanlısı ve Yahudi Ermeni işbirlikçisi olan hükümeti devirerek iktidarı kendisinin kontrolünde olan bir hükümet kurdurdu. Dikkat edilirse Ermeniler ve Yahudiler Enver paşayı sevmezler. Enver paşa Büyük Turan İslam Devleti ideali ile yola çıkan bir serdengeçti idi. Nitekim İstanbul – Türkistan demir yolu projesi de bu idealinin demir yolunu oluşturuyordu. Ancak önceki hükümetin açtığı tahribatlar kolay kapatılacak gibi değildi. Ülke savaşa girmeye ramak kalmıştı. Bu hükümet döneminde Araplar ayaklanmış, düşman Edirne ye kadar gelmiş ve Edirne elimizden çıkmıştı. Ruslar Erzurum a kadar ilerlemişlerdi .İşte bu gelişmeler karşısında Enver paşa, Abdulhamid hanın daha önce muhtemel bir cihan savaşında Alman ittifakı düşüncesini harekete geçirdi. Almanlarla ittifak yaptı. Üçüncü ordu hazırlandı ve Rus harekatını durdurmak için Sarıkamış önlerinde toplanıldı. Bunun için beş sivil gemi dolusu askeri mühimmat Karadeniz de Artvin e doğru yola çıktı. Aslında binlerce askeri donarak ölümüne yol açtığı için suçlanan Enver paşanın niyeti üçüncü ordunun Sarıkamış ta kalmaması idi. Diğer ve genel adı ile Kafkas harekatı olan Sarıkmış harekatı çok önemli siyasi ve coğrafi açılımında öncüsü olacaktı. Yani Enver paşa için Sarıkamış değil Büyük Tura n davasının öncü hareketi idi bu. Ama öyle olmadı. İhanet her tarafı sarmıştı. İttihatçıların ortağı olan Ermeni ve Yahudi bürokrasi İstanbul u adeta işgal etmişler ve İngilizler ’e ve Ruslara casusluk yapıyorlardı. Nitekim gizlice yola çıkarılan ve içinde askeri malzeme taşıyan beşi sivil gemi Ruslara gammazlandı ve silahsız beş gemi Karadeniz de Rus gemileri tarafından batırıldı. Oysa sivil gemilere ateş açılması uluslar arası anlaşmalar gereği yasaktı. Ama Ruslar bu gemilerde taşınan malzemenin askeri olduğunu ve üçüncü orduya mühimmat taşıdığını istihbarat etmişlerdi. Sarıkamış harekatının diğer başarısızlık sebebi ise adına ister ihanet deyin isterseniz inat ve cehalet deyin üçüncü ordu kumandanı Hasan İzzet paşanın verilen emirleri zamanında yerine getirmemesinden kaynaklanıyordu.Ve üçüncü sebep ise şansızlık. Enver paşa gemilerin batırıldığı haberini aldığında kendisi bizzat cepheye gelmiş ve bir alayın kumandasını eline almıştı. Arkasında İzzet paşayı görevden alarak İstanbul’a göndermişti. Ve harekata bizzat kendisi emir verdi. Ancak şansızlık yakasını bırakmadı. Harekatın daha ikinci gününde, asker hayli mesafe aldı. Aşağı Sarıkamış Türk askerinin kontrolüne girdi. Ruslar sıkışmışlar ve çekilmek için Rus genel kurmayından ve hatta Müttefikleri olan İngilizlerden yardım istemeye başladıkları bir sırada o malum zemheri kışı açıktaki askerin üzerine hışım gibi indi. İşte bu gün eleştirilen ve Enver paşayı suçlayan Sarı kamış faciası diyerek birilerinin sürekli Enver paşayı kötülemek için malzeme olarak kullandıkları tarihi vakanın oluşumu.Peki bu neyi düşündürüyor?Bu gün Güney doğuyu savaş alanına çeviren ve birilerini ısrarla Kürt Türk kapışması için gösterdiği, aslında Ermeni, Yahudi ve Amerikanın işbirliği ile oluşturulan Anadolu’yu bölme planı. Tam otuz seneden beri fiili, 26 seneden beri silahlı olarak güney doğuda ve son on yıldan beride büyük şehirlerde terör havası estiren, kendisini PKK olarak tanıtan, ancak aslında Global Müslüman Türk düşmanlarının ortak harekatı. Öyle ki bu PKK içinde Türkiye içindeki Masonlar, Yahudiler, Ermeniler ve ilginçtir ki bunların başını çekenler, İslam dinin irtica olarak gören Türklerde var. Kısmen milliyetçi, sosyalist ama ortak noktaları ırkçı ve Laik. Tıpkı ittihat ve terakkiciler gibi. Bu gün Ergenekon davası açıklığa kavuştukça ibretle görüyorum ki Abdulhamid hanı deviren komplonun tüm oluşumu bu günde Ergenekon kimliği ile şekillenmeye başlamış.Enver paşada ittihat ve Terakki kurucularındandı.İttihat ve terakki birlikte yükselmek anlamına geliyordu ve Osmanlının parçalanmasını ön görmüyordu. Ancak 1909 yılında Enver paşa daha teşkilata tam manası ile hakim olamadığı, daha çok Yahudilerin ve Ermenilerin kontrolüne giren cemiyet Abdulhamid hanı devirerek Osmanlıyı yıkmanın yolunu açmışlardı.Aslında Enver paşa fikirlerinde yalnızdı. Her idealist gibi yalnızdı. Talat paşa ve diğerleri Enver paşa gibi düşünmüyorlardı. Sadece Cemal paşa Enver paşanın fikirlerini destekliyordu.Bu gün bu ittihatçıların torunları aynı işlemi yapmaya devam ediyorlar mı diye düşünmeden edemiyorum .Aktütün karakoluna yapılan ve 17 Mehmetçiğimin şehit edildiği haberini görünce ister istemez kafam tarihi vakalarla kaymaya başladı. Bu saldırı aynı karakola beşinci imiş. Toplam 46 askerimiz bu karakolda şehit olmuş.Acaba diyorum, elinde tabancası ile üçüncü ordunun başında Ruslara karşı aynı dondurucu soğuk altında askerleri ile birlikte savaşan ve hatta sol karın boşluğundan kurşun yiyerek yaralanan Enver paşa olsa ne yapardı? Golf oynamaya mı giderdi, yoksa tabancasını alır ordunun en ucunda er Mehmetçik ile yan yana omuz omuza kuzey Irak’a girer ihanet yuvalarını mı basardı? Sordum ama cevabını biliyorum. Dediğim gibi yapardı. Çünkü o askerdi. Gerçek bir asker. İdealist bir askerdi. Şimdikilerden farklı olarak. Aktütün karakolunda son olarak 17 yiğit şehit oldu. Onlar “ Emret komutanım” derlerdi. Sormazlar sorgulamazlardı. Verilen emirleri harfiyen yerine getirmek için kış demez yaz demez gece demez gündüz demez vatan topraklarını beklemek için komutanlarının ağzına bakarlardı. Belki de şehit olurken de bakıyorlardı komutanlarının ağzına. Belki de bir komutanın “ Ölme” emrini vermesini beklediler.Ama Enver paşa Sarıkamış savaşı ile uğraşırken müttefiklerin iki ay sonra İstanbul’a saldıracakları haberini aldığı için geri çekildi. Acele ile İstanbul’a geldi ve Çanakkale savunmasını hazırlamaya başladı. İşi çoktu yani Enver paşanın. Tüm dünya üzerine geliyordu. Genel kurmay başkanı o idi. Savunma bakanı o idi.Ama utanmadan “ Askeri Sarıkamış’ta kırdırdı ve kaçtı “ dediler. Ama Sarıkamış harekatı ile Çanakklae savaşının başlaması arasında sadece kırk gün var.Acaba, terörle mücadele eden bu günkü generallerin işi ne? Her türlü araç gereç mühimmat ve daha da önemlisi emirlerinde ölmeye hazır yüz binlerce Mehmetçik. Acaba ne ile uğraşıyorlar. 28 seneden beri kendi vatan topraklarımızda kökü dışarıda olan bir ihanet örgütünü yok etmek için daha ne bekliyorlar? Ne istiyorlar bu milletten? Evlat dediler verdik. Yirmi yaşına getirip teslim ettik sapasağlam. Al kanlar içinde getirdiler eve geri. Vatan için dediler. Vatan sağ olsun dedik. Millet için dediler Millet var olsun dedik. Bayrak için dediler, kanımız helal olsun dedik. Para dediler bu milletin kanı ümüğü emilerek toplanan vergilerin dört biri ordumuza gitti. Yıllarca kurban derileri verildi. Daha ne isteniyor? Kışlalarda ne eksik ? Getirelim evlerimizden.Ama sanırım bu değil sıkıntı. İnsan sormadan edemiyor. Acaba burada görev yapan üst düzey generaller ne yapıyorlar?Yoksa baş örtüsünde düşman aramaktan, milletin seçtiği parlamentoya müdahale planı yapmaktan PKK ile mücadeleye elleri değmiyor mu? Yolsa bunlar birinci ve öncelikli düşmanı üniversite kapısındaki kızın başındaki örtüde mi arıyorlar, yoksa imamın başındaki sarıkta mı ?Üzgünüz, üzüntülüyüz, acılıyız. Benimde oğlum birkaç sene sonra askere gidecek inşallah . Ben oğlumun beyhude yere mi şehit olacağını düşünüyorum bazen. Beyhude yere şehit olurumu demeyin. Olunur. Beceriksizce yönetilen harekatlar amacına ulaşmıyorsa, 28 seneden beri halen daha gündüz gözüne karakol basılıyorsa bu zamana kadar bir adım bile gidilmemiş demektir. Sahi 28 seneden beri şehit sayısı kaç oldu acaba? Bilen var mı ? Netice olarak Parlamento başta olmak üzere silahlı kuvvetlerimiz ve diğer emniyet birimlerimizin büyük bir devlete yakışır biçimde ve en kısa zamanda bu meseleyi kökünden temizlemelerini bekliyoruz. Üzmek istemedik. Askerimiz polisimiz yıpratmak ise ne fazla karşı olduğum bir meseledir. Her zaman için ben inanıyorum ki bu milletten ne istiyorsanız vermeye hazırdır, siz sadece isteyin. Millet olarak hep bir ağızdan vereceğimiz tek cevap iki kelimeliktir.Emret komutanım.Yeter ki siz aldığınız rütbelerin hakkını verin vesselam .

cumhurbaşkanına hakaret etmek edepsizliktir


Şehit cenazesinde Cumhurbaşkanına yuh çeken bazı edepsizler türemeye başladı. Türk Miletlinin Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin başkanı olan bir kişiye edepsizce hareketler ve hakaretler ediliyor. Bu devlete kurşun sıkanlarla yuh çekenler arasında fark var mı acaba ?
Bunlar Müslüman Türk değildir. Bunları yönlendirenlerin kimler olduğu belli aslında. Ama o edepsizlerin de buna sahip çıkmayacaklarını bildiğim için söyleyemeyeceğim.
O ayrı.
Cenaze törenine katılan cumhurbaşkanına hakaret etmek şehide saygısızlı etmek? kimin geleneği, kimin töresi, kimin hoşuna gider. Parlamentonun yüzde seksen desteği ile Cumhurbaşkanlığına getirilen Sayın Gül, bu edepsizliği hak edecek ne yaptı? Bu soru ayrı. Velev ki hak etti. Bunun yolu bu değil. Müslümanların gözlerine bakarak Ramazan ayında kürsüden su içen Ahmet Necdet Sezer e bile biz hakaret etmedik . Ama düşüncelerimizi, üzüntümüzü yazdık.
Aslında Cumhurbaşkanının açıklamasında dediği gibi; ”Bunlar halkın tepkisi değil”
Ben söyleyeyim;
Bunlar bir kaç edepsiz, terbiyesiz hayasız ve PKK dan farkı olmayan bölücü zihniyet. Türk Miletlinin yüzde seksenin dışında kalan azınlık zihniyet bunlar. Beyler , edepsizlik etmeyin. Cumhurbaşkanını sevmek zorunda değilsiniz. Ama saygı duymak zorundasınız. Bu hakaretlerini Türk Miletline yapılmıştır. Türk devletine yapılmıştır. Bunu vakti ile komünistler bile yapmamıştı. bunlar Bunlar daha aşağılık bir fikri yapıya sahip olmadırlar. Aksi halde hiçbir anlamı olmayan bu tür hakaretlere girişmezlerdi.
Şimdi soruyorum. Bu saygısızlıkla elinize ne geçti. Hakaret ederek nereye varmak istiyorsunuz? Üstelik sizi bu yaptığınız saygısızlık sadece Cumhurbaşkanına da değil.
Bir şehit cenazesinde sizin.Siz hem cenazeye hem şehide hem şehit ailelerine ve hem de devlete saygısızlık ediyorsunuz. Merak etmeyin bu hakaretlerle partiniz oy almaz. Ya da amacınıza ulaşamazsınız. Üç beş sefil bir araya gelerek milleti temsil ettiğinizi sanıyorsanız size bunu telkin ederek oraya gönderen ağa babalarınıza dönün ve;” Bir gün belki seçilirseniz size de hakaret ederlerse ne yapacaksınız?” deyin bakalım . Aslında ülke genelinde ellerine geçen her fırsatta sözde hükümeti ve devleti yıpratarak kendilerine meşru zemin hazırlayan ittihat ve terakki artıkları, sözde vatan severlerin bölücülük noktasına PKK dan farkları yoktur.

6 Ekim 2008 Pazartesi

AK TÜTÜN KARAKOLU YÜREĞİMİZİ YAKTI


Aktütün karakolu yüreğimiz yaktı …

Önce Aktütün karakoluna yapılan baskının kısa analizini yapalım . CIa ve Mossad işbirliği ve içerdeki hainlerinde katılımı ile gerçekleştirilen organiza bir eylemdir.

PKK veya başka bir terör örgütü. Fark etmez. Kim eline silah alarak, organize olarak planlı programlı bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı çıkıyorsa. Bunlara yardım ve yataklık yapanlarda var ise;
Mesenlenin Hukuki, Siyasi ve ekonomik sebeplerinin iyi tahlil edilmeleri gerekir. Dış güçleri saymayın.. Çünkü onların işi bu . Onlarda n dostluk beklemek aynı oranda hatadır zaten.
Hukuk süreci…
İdam yasası getirilmelidir. En küçük ceza müebbet hapis olmalı ve hiçbir sebeple af dan yararlanmamalı … Kim elinde silah ile Devleti zorla değiştirmeye, ülkeyi bölmeye, bu amaca yönelik en küçük bir eylem tespitinde idam yasası ile yargılanmalıdır. Bunların içinden zorlanma, tehdit veya cehaletten kaynaklı olursa bunların da aynı ceza maddesi ile yargılanması ve müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalıdırlar.
Eğer burada devletin bekası ve milletin huzuru söz konusu ise tabii.

İç Siyasi süreci; Ak parti modelinde olduğu gibi adaletli dağılım ve paylaşım ülkenin her köşesinde devletin varlığını ve şefkatini götürmek .

Dış Siyasi süreci ise terörist hangi ülkenin topraklarında barınıyorsa ve besleniyorsa bu ülke ile ilgili her türlü yaptırım yapılmalı ve eğer işe yaramıyorsa bu ülke deki terör kampları havadan ve karadan vurulmalıdır. Bunun için dünyanın ne dediği de önemli değildir. Zaten siyasi manevralarda burada kendinin gösterir.

Ekonomik tedbirler ise zaten olması gereken şekli ile yapılmalıdır. Bu konuda neler yapılabileceği yıllardır konuşulmaktadır.

Şimdi Askeri ve polisi ile, ortalama bir milyon nüfuslu silahlı bir güç. Arkasında yetmiş milyon halk . Canını seve seve veren gönüllü asker. Dünyanın en iyi yetişmiş polisi. Bu tabloyu okuduktan sonra otuz küsur yıldan beri PKK belasını bitiremedi. Acaba bitiremedi mi? Ortada suç var mı ? Varsa suçlu kim? İhmal mi var ? Otuz yıl ihmal olur mu ? Hata mı var ? Hiç bir devlet bir konuda otuz yıl hata yapmaz. İki yılda bir genel kurmay başkanı değişiyor. Manzara aynı. Bir zamanlar dediler ki asker savaş düzenine göre eğitiliyor terörle mücadele edemez. Edemiyor. İyi o zaman özel harekat timleri kuruldu. Aslan yavruları dağları dar getirdiler bölücülere. Ama ne oldu? Nasıl oldu ? Anlaşılmadı. Zamanın bazı askerleri rahatsız oldu bundan. Ve beklenen oldu. Özel harekat devre dışı bırakıldı.
Kısaca bu gün halen daha terör örgütü gündüz gözüne ülkeye girip bir karakolu basıyor ise. Burada beş altı saat çatışma sürüyor ve sonra da ellerini kollarını sallayarak gidiyorlarsa. Ellerimizi şakaklarımıza koyup düşünmemiz gerekecek. Düşman içerde beyler, dışarıda değil. Terörün bitmesini istemeyenler var içerde. Bu kaynaklar kurutulmadan bu kanın akmasını kimse engelleyemez ve zaman geçtikçe ülke iç savaşa gider. O zamanda bunun faturasını kimse ödeyemez. Hangi makamda olurlarsa olsunlar.
İnsanlar gergin. Askere de güvenlerini yitirmekteler. Oysa bizim silahlı kuvvetlerimizden başka bu coğrafyada güvenebileceğimiz başka bir gücümüz yok.Silahlı kuvvetler hata nerde yapılıyor ise kısa zamanda bunu bulup kendi bünyesindeki hastalığı tedavi etmesi gerekir. İdeolojik takılmak, siyasete karışmak. Parlamentoya müdahale etmek bizim askerimizin işi değil. Herkes kimi ne için seçeceğine kendisi karar verir. Halk isterse şeriat kuracak insanları da parlamentoya gönderir. Ordu milletin evladıdır. Birkaç kişinin istediği zaman istediği yerde kullanacağı malzemesi olmamalıdır. Bir baş örtüsünde devlet düşmanlığı arama yerine, asli görevlerindeki en küçük hataları masaya yatırıp hükümet ve emniyet mensupları ile koordineli çalışma planlanmalıdır. Bu ülkede Türk Kürt düşmanlığı yoktur. Olamayacaktır da. Ama düşman boş durmaz. Siz düşmanı içimizdeki Yahudilerde mason locasına kayıtlı kişilerde ve kuzey Irak ta oynana oyunlarda arayın. İsrail ve Amerika ajanlarının faaliyetlerini bulup çıkarın.
Aksi halde 1978 Aralık ayında olan Kahramanmaraş olayları gibi sayısız olaylar çıkmaya gebedir bu ülke. Artık bu durum geldiğinde silahlı kuvvetler bile baş edemez.
Allah göstermesin.

5 Ekim 2008 Pazar

TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ (TGB)


Kendilerini kısa adı ile TGB Türkiye gençler birliği olarak tanıtan bir gurup cumhurbaşkanımızı ve başbakanımızı protesto etmişler. Futbol takımı gibi kendilerine bir isim yakıştıran bu kişiler y a da bu gurup acaba kendilerini tanıtılarda ben mi tanımadım ?Kim bunlar ? Türkiye nin tüm sorunlarını tespit etmişler ve bunu yayınlamışlarda biz mi görmedik. Türkiye nin tüm açmazlarını açacak formül bulmuşlar ve yayınlamışlarda biz mi okumadık. Siyasi sosyal hukuki içtimai tüm dertlerimize çözüm buldular da acaba hükümetin göz ardı etti? Nedir bunlar kimler nerden çıkıyorlar kimler sürüyor piyasaya bu üç beş sefili. Önlerine on tane eşek katsam dokuzunu kaybedecek kadar cahil ve aptal olan bu çocuklar kalabalığa karışmışlar Cumhurbaşkanına hakaret ediyorlar. Halkın yüzde sekseninin seçtiği cumhurbaşkanına. Bunu demokrasi şemsiyesi altında mı yapıyorlar.?
İçine edeyim ben bu demokrasinin.
Halkın yüzde ellisinin oyları ile hükümet kuran başbakana hakaret ediyorlar. Nerden cesaret alıyorlar demokrasimi doğruyor bu otu bu eşeklerin önüne
İçine edeyim ben öyle demokrasinin .
Başını örtmek isteyen bir bayana müdahale eden demokrasisini de içine edeyim . Ne bu rezalet kepazelik ipini koparan sokağa gönderiliyor. Bire teresler Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olunca mı terör ortaya çıktı. Tayyib başbakanlığa gelince mi terör çıktı ki utanmadan bu cenazede onları protesto ediyorsunuz. Eğer illa meraklı iseniz; otuz yıldan beri ülkede oynamadıkları oyun kalmayan ve dosyalar açıldıkça terörü kimlerin beslediğini göz yumduğunu Ergenekon davasına takılanları protesto edin . Hiç kimsenin devletin başındaki insanlara hakaret etme hakkı yok vesselam ..

1 Ekim 2008 Çarşamba

Darvinistler değişmedi



“ FİTNE UYKUDADIR , UYANDIRANA LANET OLSUN- “- 1
Darvinistler halen daha değişmediler. Sanırım genetik evrimleşmeleri tamamlandı ama, ruhi evrimleşmeleri tamamlanmadığı için halen daha köpek gibi havlamaya devam ediyorlar.
“ Allah Ademi yarattı cennete koydu.”
Tarih in hiç bir döneminde İslam dini ile bilim ( Tıp fen fizik ve kimya bilimi ) çatışmamıştır .Bu gerek doğulu gerekse batılı tüm bir bilim adamları tarafından teyit edilmektedir. Hatta bazı ateist bilim adamları bile bir yaratıcının varlığını inkar etmemişlerdir. Ancak felsefeciler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Ya da felsefecilerin arkasına düşenler için. Ne yazık ki bu tipler, kendileri dinde yay imanda piyade kaldıkları için hem bir yaratıcıya inanmışlar, en azından bunu söylemekteler, hem de felsefecilerin sapık görüşlerini savunma gereği duymaktalar . Bunu yaparken de yine kurandaki ayetleri tevil ederek kendileride fitneye yeni boyut ( dini boyut) ekleyerek fitneyi artırmaktadırlar.
Kısaca tamamen şeytani bir fitne.
Bu fitne İslam aleminde genç ve taze beyinleri şüpheye sevk etmektedir. Yaratılış gayesini saptırmakta ve hatta ortaya sürülen bu iddialarla iman zafiyeti ortaya çıkıyor. Seküler bilim alanında gelinen nokta bu gün bilgisayar çağını yaşarken, bu zamana kadar hiçbir insan evrime uğramamıştır. İnsanlık tarihi bilindiğinden bu yana genetik anlamda böyle bir evrimin oluştuğunu ispat etmemiştir.
Hatta ; Arkeolojik araştırmalar fosilleşmiş firavun zekaları şeytanın da iş birliği ile yeni fitneler üretse de, bu zekaların binlerce yıl evvel yaşayan firavun zekasından ( Firavun- Şeytan iş birliğinden) farkı yoktur.
29:19 ALLAH ’ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır.”
29,19 ayet İnsanlara bilimin kapısını aralayan, diğer yaratıklardan farklı olarak yaşadığı alemi düşünmesini isteyen , eşyanın ve mekanın hayatın ve hadiselerin hikmetini yakalamalarını emreden, dünyanın tasarruf edilmesi gerektiğini bu nimetleri insanların emrine verildiğini ifade eder. Varlığın gayesi insandır. İnsanın yaratılış gayesi ise Allaha kulluktur. Tüm canlılardan çok daha farklı , çok daha karmaşık ve daha da önemlisi “ Akıllı” olarak yaratılan insanın eşref olduğunu ifade eder. Kendisini düşünen hayvan olarak nitelendirenlere bir sözümüz yok aslında. Kendisinin maymundan türediğini iddia edenlere de sözüm yok. İnsan şeklinde yaratılmak her ne kadar bu kendilerinin seçimi değilse de; Evsele safilinde olmayı kendileri tarafından kabul edilmesi ne bilimi ne de dini ilgilendirir. Bu artık onların hakkında Allah’ın hüküm vermesine kalmıştır.
“ Biz tüm canlıları sudan yarattık” Tüm canlılar derken bu ifade doğrudan insana hitap ettiği doğrudur. Zaten kuran ın muhatabı insandır. Ancak sadece insanı kapsamaz. Zaten Kuran’ın hiçbir yerinde Allah insanları “ canlılar” sınıfına koyarak hitap etmemiştir. Kuran insandan bahsederken onun özel yaratılmış bir eşrefi mahluk olduğunu ifade eder ve çoğunlukla “ ey Nas” veya “ Ey İnsan” şeklinde hitap eder. Bu ayette de insana “ Tüm canlıları sudan yarattık” derken muhatabı olan insana yaratılışla ilgili ip ucu vermektedir.
Yani bir sanatçının bir arkadaşına yaptığı resmi anlatması gibi.Bunu anlatırken kullanılan malzemelerden bahsetmesi gibi. Eğer öyle olmasa idi Allah ; Biz sizi de tüm canlılarla birlikte sudan yarattık derdi.
Bu ne şeref insan için
Fitne, ayetleri kullanıyor aklı sıra. Aynı surenin 20. ayeti de zaten bizim dediğimizi teyit ediyor. Ancak fitneciler , ayeti sanki Darvin ’in sapık görüşünü destekliyormuş gibi alıyor. Ne diyor Allah?
29:20 De ki, “Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün.” Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH ’ın her şeye gücü yeter. “
Yani “ nasıl yaratıldığınız” demiyor. Yaratılışın nasıl başladığını görün” diyor. Çünkü İnsan (Adem ) yer yüzüne çok sonra geldi. İnsan geldiğinde yaratılış tamamlanmıştı. İnsan (Adem) bu yaratılış hikmetini yakalamaya donanımlı olarak indi. Burada yaşayan cinler vardı.
Ne oldu? Ne anladınız bundan?Allah gözlerinizi kör mü etti? Allah muhatabı olan insana yaratılışla ilgili ip uçları vermeye devam ediyor. Sapık fikirliler diyor ki Amenna Allahın her şeye gücü yeter. Bu sebeple Ademi insan olarak eşref olarak ayrı yaratmıştır ve kendinden ruh üflemiştir. Buna da gücü yeter. Aksi halde sizin iddialar gibi olsaydı aynı ruhun tüm yaratıklarda da bir şekilde görülmesi gerekirdi.
Ben daha bu zamana kadar bir beygirin köpekleri taklit etmeye çalıştığını görmedim. Buna gerek duymamıştır herhalde?Ama gerek duyması için akıllı olması gerek beygirin. Aklı olan çevrede neler olduğunu kendinin dışına bir şeylerin varlığını hisseder, duyar, akıl eder ilgilenir.Oysa hayvanlar bir fıtrat üzeredir. Onlar için hayat yemek, barınmak, korunmak ve çiftleşmekten ibarettir. Bunu onlara kimse öğretmez. Kendi familyasının milyonlarca yıldan beri gelen devamıdır. Bu zamana kadar insanlık tarihi bir maymunun insan haline geldiğine şahit olmamıştır. Veya bir balığın ayaklanıp yürümeye başladığını. İnsan DNA larının bile birbirlerine benzemediğini bilim adamları açıkladığında insan kendi hakikatini yaşadığını görmüştüm. Bu durum Allah ın insana verdiği özellik genetik anlamda da bir birinin devamı olmadığını her biri bir fert olarak yaratıldığını göstermesi bakımından önemli değil mi? İslam öğretisinde bir kavram vardır “ Hakikat ferdin hakikatidir. “ Oysa hayvanlar için bunu söylemek mümkün değildir.
24:45 Allah bütün canlıları sudan yaratır. Onlardan kimi karnı üzerinde hareket eder, kimi iki ayakları üzerinde hareket eder, kimi de dört ayak üzerinde hareket eder. ALLAH dilediğini yaratır. ALLAH her şeye gücü yetendir.” Amenna …
Mikroskobik organizmalar halen daha var ama nedense içinden bir tane bile insan çıkmıyor. Ve aşağıdaki ayet;
71:14 Oysa sizi evreler halinde yaratan O’dur.
Evrelerin evrim teorisini işaret ettiğini de nerden çıkartıyorsunuz. İnsanın ana rahminde geçirdiği evreler ifade ediliyor. Her canlı kendi tohumu içinde gelişir. Gelişmesi tabiî ki evreler halindedir. İnsan Ana rahmine tüm bir bebek olarak inmez. Bir sudur. Sudan yaratılmasının hikmeti budur. Ayrıca Ademin topraktan yaratıldığını, sonra balçık haline getirilip şekillendirildiğini kuran söylüyor. Daha sonrada bir kirli sudan yaratıldığı evreleri izah ediyor. Zaten bu başlı başına bir evredir. Bunu illa ki insanı da diğer ayetlere tezat olsun diye bazı ayetlerdeki işaret edilen evreleri kullanmak ve insanların kuranla ilgili çelişkiye düşmesini sağlamak mı gerekir.
71:15 ALLAH ’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını görmez misiniz?
Ne alakası var iddianız ile?
71:16 Ayı bunların içinde bir ışık, güneşi de bir lamba yaptı. “
Eeee ?
71:17 Ve ALLAH sizi topraktan bir bitki olarak bitirdi.
Evet bu arada “ gibi ” bir benzetmedir. Eğer sizin iddianıza uygun olsaydı herhalde Allah “gibi” ifadesine gerek görmez doğrudan sizi bitki olarak yetiştirirdi derdi. Yoksa bu yaratıcı için zor mu?
Fitne; “ Evrim tanrının düzenlediği bitkiden başlayıp insana kadar yükselen harika bir sistemdir. Nuh peygamberle birlikte biz insanların son bir evrim daha geçirdiği anlaşılabilir. “diyor ve ekliyor ayeti;
7:69 “Sizi uyarmak amacıyla Rabbinizden bir mesajın aranızdan bir adama gelmesine mi şaştınız? Nuh’un halkından sonra sizi halifeler yaptığını ve yaratılışta sizi onlardan güçlü kıldığını hatırlayın. Başarmanız için ALLAH’ın nimetlerini düşünün.”
Neden son evre olsun. Bunun için elinizde delil mi var. Madem baştan beri bitkiden insana dönüştüğünü iddia ediyorsun. o zaman tekrar bitkiye dönüşmeni engelleyen ne olabilir?
Yukarda ki ayet fitneyi desteklemez. Bir kere tam olarak ayet şöyle; 7:69 A’raf suresi 69. ve 70. ayetler “ Sizi uyarmak amacıyla Rabbinizden bir mesajın aranızdan bir adama gelmesine mi şaştınız? Nuh’un halkından sonra sizi halifeler yaptığını ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı Allah’ ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz. (70) Dediler ki; “ Ya demek sen, tek Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi geldin?Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin o azabı o azabı başımıza getir”
Dip not; Aslında Darvinistleri anlıyorum. Tarih boyunca sapıklar, hak yoluna girmeyenler hep atalarının yolundan bahsederler. Ve bu sebeple peygamberleri ret ederler.
Gelelim ayete ; Bu ayet Hud As, peygamberin kavmi için gelmiştir. Nuh tufanından sonra olduğu için örneği Nuh tufanından vermektedir. Buradaki güçlenme ise bilgi ve ibretlerden kaynaklanır. Hatta insanlığın tecrübesi de denilebilir. Bir insan için bile geçirdiği musibetler bir güç olur. Nuh as da dahil olmak üzere helak olan bir çok kavim vardır. Bunların hepside bir medeniyet kurmuş kavimlerdi. Sapıttıkları için helak edildiler. Genetik evrim geçirmeleri için değil. Ancak şu anlamda evrim diyebilirsin. İman anlamında. Ad kavmi Lud kavmi bir medeniyet kurmuş kavimlerdir. Bu ayetleri sapık iddialara delil olarak koymak bile cehlinizi ifade etmekten başka anlam taşımaz. Bir sürü yarı İngilizce deyimleri ve kavramları sıralayarak fitne üretmeyin milletin anlayacağı dile ve açık yazın .
Fitne devam ediyor;
İnsanların Allah’ın halifesi olamayacağını, halifenin Kuran’daki anlamının “izleyen” veya “daha sonra gelip egemen olan” olduğunu, meleklerin Adem’in yeryüzünde yaratılışından önce yeryüzünde kan döken vahşi bir cinsin varlığını bildiğini düşünürsek aşağıdaki ayet bu konuda ilginç ipuçları verir:
2:30 Rabbin, meleklere şöyle demişti: “Yeryüzüne bir halife yerleştireceğim.” Melekler de: “Orada bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birisini mi yerleştireceksin? Halbuki biz seni överek yüceltiyor ve mutlak otoriteni onaylıyoruz,” dediler. “Bilmediğinizi Ben bilirim,” dedi.
Sadece bu ayet değil devamındaki ayetlere de bakalım . Elmalılı mealinde bu ayet ve hemen arkasından gelen ayetler şöyle
2,30- 31-32-33-34-34 ” Ve düşün ki Rabbin meleklere” ben yer yüzünde bir halife yapacağım. “ dediği vakit “ A.!. Orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahluk mu yaratacaksın. Biz hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken” dediler. Muhakkak ki ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim “ buyurdu. ( 32 ) Ve Ademe bütün isimleri öğretti. Sonra o alemleri meleklere gösterip “ Haydin davanızda haklı iseniz bana şunları isimleri ile haber verin” dedi. (32 ) “ Her şeyden münezzeh ya Rab. Bizim için senin bize bildirdiğinden başka ilimler ne mümkün. Muhakkak ki her şeyi bilen alim ve hakim ancak sensin” dediler. (33) (Allah) “ Ey Adem bunlara onları isimleri ile haber ver” buyurdu. Bu emir üzerine Adem onlara isimleri ile bunları haber verince (Allah) Ben size ;göklerin ve yerin gayblarını bilirim. Sizin açıkladığınızda gizlediğinizi de bilirim dememiş miydim?” buyurdu. (34) O zaman meleklere”” Adem için secde edin” dedik. Derhal secde ettiler. Ancak İblis dayattı.Kibrine yediremedi. Zaten o kafirlerden idi. (35) Dedik ki “ Ey Adem sen ve eşin cennette oturun. İkinizde ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa haddi aşanlardan olursunuz.”
Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki Adem yaratıldığında bir insan olarak yaratıldı ve kendisine bir takım bilgiler verildi. Fitnecilerin iddia ettiği gibi akıl mikroskobik organizmaların evreleşmesi sonucu oluşmuş değil. Öyle olsa bu eşeklerin bir çoğu şimdiye kadar insan kadar akıllı olmaları gerekirdi. Ama görüyorsunuz insanların yanında kırkı yılda yaşadıkları halde nedense akılları evrimleşmiyor.
Babam derdi ki; “ Yaşlanmış eşekte yıllanmış tecrübe olur “ derdi. Yıllarca çevremdeki eşekleri inceledim. Ama onlarda akıl olmadı, akıl tekamül etmedi. Vaki de değil zaten.
Bu konu kısır şartlarda tartışılacak bir konu değil. Bu sebeple kısa keselim. Şimdi ayetleri tek tek ele aldığımızda çıkacak sonuç Darvin’ in teorisini desteklemez. Zaten Darvin kendisine kuran ’dan destekte aramış değil. Adı üzerinde bir teori ortaya atıyor. Ama kendisini Müslüman olarak tanımlayan fitne kaynaklarının bu ayeti örnek vermekte kasıtta anlaşılmış değil. Darvin teorisi ile ne alakası var. Ayrıca halife kelimesi sadece o anlamlarda gelmez. Biraz daha lügat karıştırsanız iyi olur.
Allah dilediğini dilediği gibi yaratır. Dilediğini dilediği yerde dilediği gibi yaşatır. Bilim adına hikmetlere karşı kör olmak denir buna.
Adem yeryüzüne paraşütle inmedi herhalde , bunu bilemiyorum . Ama kesin emin olduğum ve inandığım ş u ki; Yeryüzünde solucan gibide türemedi. Adem türeme değil yaratılmıştır. Yaratıldı ve cennete yerleştirildi. İnanmak zorunda değildir kimse. İmansızlar için miraç meselesi de sorun olmuştu. Bunun içinde Resulullah ’ın gök yüzüne ne ile ve nasıl çıktığını tartışmaya kalktılar. Hangi beyin ile tartışacaklarsa.
Darvin bir felsefecidir. Felsefe bilim alanında teori üretir. Öncü ve derin düşünceler aleminde ihtimaller üzerinde seyir eder. Bu derin düşünce aleminde metafizik alemin sakini olan cinlerde müdahale eder. Düşünceyi saptırmaya çalışırlar. Bu sebeple İslam alimleri yaratıktan hareketle üretilen felsefeyi tasvip etmemişlerdir. Yaratandan hareketle girilen felsefi derinliğe itiraz etmezler. Ama her halükarda felsefe mutlaka içinde gerçekleri ifade eden görüşler vardır. Mutlaka içeriğinde Seküler bilime ışık tutacak söylemler taşır. Ancak bunu siyasi anlamda ve o gaye için kullanmak, Müslüman insanların dini ile inançları ile alay etmek yanlıştır. Üstelik kaba, hakaret içeren sözlerle ve saldırgan bir üslup ile daha da yanlıştır.
Dip not; Benimde bir teorim var. Bazı insanlar maymundan türediklerine inanıyorlar. Sanırım Freud un görüşlerini alarak hayatı a cinsel organları ile bakan bazıları da eşekten türemiş olabilirler,