11 Kasım 2007 Pazar

sarıkamış

Cehennem denilince aklımıza hemen kavurucu ateşler ve dayanılmaz sıcaklar gelir.
Sarıkamış bir cehennemdi. Ama bembeyaz ve dondurucu bir cehennem. Kavurucu bir soğuk, İnsanın iliklerini donduran bir ateş.
“Ayakta duran gölgeye doğru koştu. Attığı her adımda kar perdesi biraz daha aralandı. Yaklaştıkça gölge netleşti. Ayakta değildi, sırtını bir kayaya vermişti. Kaya kardan görülmüyordu ama sırtını kayaya vererek sanki destek almıştı. Bir eli dürbününde diğer eli ile kemerin de idi. Subaya benziyordu. İyice yaklaştı. Sanki hayatta gibi. Sanki kendine bakıyordu. Sanki bir şey söylemeye hazırlanıyordu. Katırcı Ali önce hayatta zannetti. Ama kaskatı kesilmiş olduğu hemen belli oluyordu. Dikkatle rütbelerine baktı. Binbaşı idi. Mustafa Nihat beydi. Sanki halen canlı ve komut veriyor gibi duruyordu. Katırcı Ali Binbaşının o heybetli ayakta duruşu karşısında farkında olmadan kendiside esas duruşa geçti. Buna hangi yürek dayanır? Bu duruşa dost da düşmana da saygı duyardı. Yakışıklı endamı, siyah saçlarını ak düşüren kar altında bile belli oluyordu. Pala bıyıkları tel tel gerilmişti. Belindeki, fişeklerin yuvaları görülüyordu. Daha beş altı saat olduğu belli idi. Tipi kapatmaya yetmemişti anlaşılan. Sol eli ile boynundaki dürbünü kavramıştı. Sanki düşman mevziilerine bakmaya hazırlanıyordu. Gözleri düşünceli bir şekilde ufka dikilmişti. Ne korku vardı, ne de kaygı. Sadece teslim olmuşluğun, teslim olmak zorunda kalmanın buruk ifadesi okunuyordu gözlerinde. Katırcı Ali’nin dudakları titredi. Tekmil verdi;
“ Kumandanım size malzeme getiriyordum. Ama kurtlar saldırdı. Katırlar gitti.”

Hiç yorum yok: