11 Kasım 2007 Pazar

HATİCE

Tahsin
Tahsin için zaman geriye döndü , hatıralarına el sallıyor.. Hatice’nin evdeki varlığı, yirmi yıllık yalnızlığına veda ettirirken, karısı ile arasında geçen baş örtüsü meselesi ,Hatice ile birlikte tekrar evin içine taşınmıştı. Hatice yi her gördüğünde,yüreğinde yeşeren sevgi ışıltıları ile ona sarılmak, ” Kızım !” diyerek yirmi yılın hasretini onda gidermek istiyordu.Hatice de annesini, Hatice de babasını, Hatice de Karısını görüyordu. Ama onu ilk gördüğünde başındaki şu kahrolasıca örtü yok mu? Her şeyi berbat etmişti.
Ama kararlıydı kızını kurtaracaktı…
Onu bu baş belası baş örtüsünden, bu kahrolası yobaz görüntüden, bu vatan haini şeriatçı akımdan , Şeyhlerin, Dervişlerin göz bağıcı aldatmalarından ve günün birinde top sakallı bir damat görmekten;Hem kızını hem de kendini kurtarmalıydı..
Hatice’nin başını açmalı ve bu utanç verici zilletten kurtulmalıydı!!!..

““““““““
Bekir
Bekir, gazeteci. Ve Sosyalist , Şu anda da orada. Hemen her gün orada. Saçı sakalı, aklı, zihni yaşı başı, karışmış. Yaşı, kırk beş, kimsesiz. Parkasının altında bir teyp. Kapçonu ensesinde . Her an yağmura karşı hazır. Yağmur aniden gelirse, herkes kaçacak yer arar. Ama o, kaçılacak yeri kış yaz sırtında gezdirir...
Diyeceksiniz ondan başka parka giyen yok mu? Vardır ama biz şimdi Bekir den bahsediyoruz. Başkasından değil. Böyle güneşli bir Eylül ün öğle sonrasında, zaten görünürde başkada parka giyen yok.
Ha! Birde fotoğraf makinesi. Ağzından hiç eksik olmayan sigarası. Avurtları çökmüş, bakışları kısılmış. Herhalde, her şeye fazla dikkat etmekten olmalı. Gözleri küçülmüş ve etrafı kırışıklarla dolmuş.
Kızlardan biri.Meral.
Yaşı yirmi dokuz. Dört yıl önce bitirmesi gereken Fakülteyi bu gün halen 4. sınıfta bekliyor…
İmtihana girecek.Ama başını açmadan olmaz.Çünkü Meral imtihana baş örtüsü ile girerse;
Sistem yıkılır. İlkeler inkılaplar alt üst olur. YÖK feshedilir, Rektörler açığa alınır, tüm ilim adamlarının diplomaları iptal olur, On şiddetinde bir deprem ile bütün orta doğu sokağa dökülür. Memleket mahvolur. Allah korusun.
Yeter ki Meral imtihana baş örtülü girmesin.
Meral baş belası. İnce uzun boylu. Derin bakışlı yeşil gözlü. Yüzü zayıflamış, ama ona apayrı bir ağırlık vermiş.
Kızların ablası.Artık olgun bir kadın tavrına bürünmüş.Bu zamana kadar inancından hiçbir taviz vermemiş. Bir yıl kadar öncede nişan takmış,dini nikahını kıydırmış.Ama düğün sonra. Diplomayı aldıktan sonra.
Ve Halime. Birde Halime var bunların içinde. Bu da yeni. Daha ikinci sınıfta. Ama Halime, Meral gibi değil. İkna odalarında sınıfta kalmış. Kampus girişinde açıyor başını, çıkarken de kapanıyor. Ne yaptığını kendide bilmiyor zavallı.. Din ise ayağının altında. Ne doğulu ne batılı cinsinden. Daha çok başını örtmeye alışmanın acısını şuur altı bir yerlerde yaşıyor. Bastırılmış duygular dosyası hayli kabarık. Bu sebeple üniversite onun için tek kurtuluş olmuş. Aslında ikna odaları işin bahanesi.
Daha önemli bir huyu da ,her türlü şeyi yaşamak ister ve yaşar. Ama bunu çevresinden kimsenin bilmesini istemez. Karakteri böyle. Sanki başını örtmekle veya Müslüman olmakla sorumlu olduğu insanlarmış gibi. Kendini Allah’a değil, insanlara karşı sorumlu sanıyor. Herkes, Halime yi son derce mütevazı ve başındaki örtü ile örtüdeki başını, aklında ve beyninde bütünleştirmiş biri olarak görüyor. Kendi de öyle görünmek istiyordu zaten. Ama bunun sıkıntısından olmalı sürekli olarak etrafına bakınırken, sanki birileri, içindeki pisliği keşfedecekmiş gibi korkulu bakıyor. Ve daha üniversite bitmeden ikinci erkeğini de değiştirdi bile, Hatta Bira bile içmiş tadına bakmıştı. Ama bunu ev arkadaşları bilmiyordu.
Oysa ona biri söylemeliydi. Unutmuş olmalılar;
Ahlak başındaki örtüde değil sende olmalı. “Hadler zorlanmadıktan sonra iffetli bir kadım ikinci bir erkeğe soyunmaz.
*****
Tahsin konferans veriyor
” Din alimleri dinin fıtrata uygun olması gerektiğini söylerler. Öyleyse fıtrat dinin dışında tutulmalıdır ve dinden bağımsız bir insan hakları tanımlanmalıdır. Bunun içinde Freud’un psikanalizi daha reel olarak uygulamaya koymalıdır.. Darvin teorisi, gerçekçi bir şekilde müfredatlara girmeli, saçma sapan bir Allah inancı ve günah sevap kavramlarından kurtulmalı. Çağı ancak bu şekilde yakalayabilir ve Üniversite önlerinde yaşanılan şu çağ dışı görüntülerden ancak bu şekilde kurtulabiliriz.
Müthiş bir alkış tufanı ve Tahsin kürsüden indi. Salonda, Gazeteciler bölümünde kendisi can kulağı ile dinleyenler arasında Bekir de vardı.
Bekir, Kırk yıllık hayatı boyunca işittiği en aptalca konuşmayı bilim kürsüsünden dinlemenin acısı ile, içinden “ Çüş!” dedi.
” Din insan fıtratına uygundur. Bunun için dindar olmak gerekmez! Bunu bilmek ve anlamak için Müslüman olmak da gerekmez. Ama anlamamak ve kabul etmemek için herhalde Tahsin olmak gerekir. Ya da bu ülkede bilim adamı.”
Salona baktı. Kırk yıllık Profesör Vedat bey’de alkışlıyordu ve sanki yanındakine de takdirini belli eden mimiklerle, bir şeyler söylüyordu. Tekrar; “ Çüş” dedi. Ama bu defa yüksek sesle söyledi. Bu arada Tahsin beyin konuşması devam ediyordu.
Bekir, oradan kaçması gerektiğini düşünebildi en son. Nerdeyse kusacaktı. Tam kapıya yöneldiğinde Vedat kendisini görmüştü,
“ Bekir bey merhaba burada olduğunu bilmiyordum”
Bekir derin bir nefes alarak durdu;
“ Merhaba hocam”
Vedat, manalı bir şekilde Tahsin’ i işaret ederek ;
“ Ne diyorsun Bekir bey?”
Bekir, dudağının kenarı ile güldü;
“ Hayatımda duyduğum en aptalca bir tespit.”
“ Evet bunu söyleyeceğini biliyordum.”
Sonra konuyu değiştirdi;
“ Aftan yararlanmadın değil mi? “
“ Karşı olduğum sistemden af dilenmem ben.”
Vedat kınayıcı bir tonla konuştu;
“ Hiç değişmemiş sin Bekir. Halen militansın!”
Bekir aşağılayıcı bir şekilde Yaşlı profesörün gözlerine baktı ve acı bir gülümseme ile;
“ Sizde hiç değişmemişsiniz hocam! Halen alkışlıyorsunuz.”
Vedat yutkundu .
*** * *
Üniversite.
Herhangi bir Üniversite..
Zaten Üniversitelerin bir birlerinden farkı yok…
Lise derecesinde, dünyanın gelişmesini elli yıl geriden takip eden ve bir tür bilim fukaralarının bilim adına unvan paylaştıkları yer… Bol bol diploma dağıtıp, diploma ile övünen, içi kof sistemin laf cambazları…
Hep “ Çağ” dan bahsederler ve arkasına “ Daş “ dizerler.İşte halk ile aralarındaki bu ”daş” duvar…
Ya da Üniversiteler bir tür “ Çağ”daş” duvar…
Neyse! İşin güzel tarafı bu sistemle kavgalı olanlarda,aynı diploma ve unvan ile övündükleri, aynı sistemin “Daş” ı ve “Harcı” oldukları bir garip yer burası…
Ülkenin kaynar kazanı…
Çürüğü, sağlamı , yarımı, tümü, iyisi, kötüsü, aptalı, zekisi, dinlisi, dinsizi bir araya getirilip kaynatılan bir kazan.
Ve;
Şahsiyet, samimiyet, iffet, ahlak ve insani ne kadar değer varsa tamamının burada öğütülüp, kaynatılıp tek tip adam üretildiği çiftlik…
Haydi hep bir ağızdan;
“ Üniversiteliyiz biz!”
Ya da “ Çağ” ın “Daş” duvar malzemeleri…
Üç yüzlü bu duvarın ! İki yüzünden biri yemek, içmek, diğer yüzü eğlenmek. Üst yüzü ise çoğalmak.
Alt yüzü mü? Yani temelini mi sordunuz..
İnanın bilmiyorum ama diğer yüzlerini gördükçe temelinin bozuk olduğunu anlamak için Üniversite bitirip “ bilim adamı” olmaya gerek yok.
Lise çağındaki kızların resmi üniformasını mini etek olarak belirleyen bir zihniyetin; Amacını, niyetini, fikrini, zikrini, alt yüzünü, üst yüzünü anlamayacak ne var ?
Kısaca, yemek, içmek, çoğalmak ihtiyacı ile kıvranan ve sistemin kan ihtiyacını karşılayan kalabalık..
“ On yılda on milyon yarattık biz baştan”
Olmadı, benimki daha mantıklı;
Yetmiş yılda yetmiş milyon olduk sil baştan!
Üstat, Necip Fazıla sordum. O dedi ki;
“ Aahh Cemiyet, cemiyet, yok edilen ruhu’yla,
Ve Cemiyet cemiyet,yok eden güruhuyla.....”

““““““““
Bir Fakültenin önü. Hangi Fakülte mi? Önemli değil.
Birbirinden farkı yok dedik ya!..
Tahsin bey ve onun gibi düşünenlerin korktukları kadar var.
Kampus girişinin önünde tek tip elbiseli yüzlerce kız öğrenci.
Sanki sistemi yıkmaya gelmişler. Hepsi bir ağızdan bağırıyorlar…
“Okuma hakkımızı istiyoruz!”
Haydiii! Sanki kendilerine “ Okumayın!” diyen var.Okuyun, okuyun!!!.
Okuyun da;
Önce şu başınızdaki çağ dışı kıyafetleri çıkartın. Şöyle kalçalarınıza uygun birer kot pantolon giyin. Eğer kalçalarınızı beğenmiyorsanız, önce bir kot pantolonu beğenin, ; Kalçalarınızı ona uydurun. Değil mi ya.?Demokraside çare tükenmez.Tükenen tek çare sizin baş örtülü okula girmenizde…
Buna çare yok işte!
******
Hatice,boynunu büktü. Kimseye karşı bükmediği boynunu orada büktü. Başını öne eğdi.Yüreğinin derinliklerinden gelen bir koku hissetti. Tatlı bir koku. Bir çok güzel kokuyu aynı anda duyduğunu sandı ve hiç bir şeye de benzetemedi. Allah resulünü evinde misafir eden Eyüp el Enser’e dedi ki…
“ Es selam “ün alay küm ,Ye Eyüp el Enser. Sana babamı şikayet etmeye geldim. Benim başımı açmak istiyor. Benim tüm değerlerimi erkeklere peş keş çekmek istiyor babam. Ne yapayım? Gidecek yerim yok. Burada kimsem yok. Bana yol gösterin. Babamı terk edemem. O yaşlanıyor. Ona kim bakacak? Siz Allah’ Resulü nün dostlarısınız. Allah ve Resulü sizin hatırınızı kırmaz. Benim için isteyin. Her şey Allah’a malumdur.Ama O sebepsiz vermez.
Ona deyin ki; Hatice kulunuz darda. Ne yapacağını bilmiyor.Babası ona zulüm ediyor.Hattapoğlu Ömer’e söyle. Ömer e de ki ”Seninin ömür boyu çektiğin acılarını yaşayan ” Bir garip Hatice var” de. Daha küçük o de. Berbat bir zaman diliminde gönderilmiş de. “
Hatice, aklına ne gelirse, ağzına ne gelirse kendini bırakmış söylüyor.
Ne kınayanın kınamasını düşünüyor, ne de birilerinin kendini dinlediğini.
Orada, bir kenarda, yaşlı bir adam, ilgisiz gibi duruyordu ama, arada bir belli etmeden Hatice yi takip ediyordu gözleri ile. Sahi bu adam biraz öncede Camii avlusunda Hatice’nin yakınlarındaydı.
Yazmayı unutmuşum..
Kızaran gözlerinden akan yaşlar iki taraflı yanaklarının biçimli kıvrımlarından kuyruklu yıldız gibi akıyor ve küçük yuvarlak çenesindeki çukura kadar gelerek birleşiyor ve oradan boşluğa uçuyordu.
Dedi ki :
“ Onlar Hatice nin iffetine değil sadece etine önem veriyorlar. De ki Hatice nin Ruhundan değil, vücudundan anlam bekliyorlar. Onlar, Hatice den ilim irfan beklemiyorlar. Onlar Hatice den erkeklere eğlencelik ve göz zevki olmasını istiyorlar. De ki; Onlar Hatice de, Asalet ve Zarafet istemiyorlar, etrafını tahrik etmesini, kadınlık zaaflarını ve ahlakını yitirmesini istiyorlar de."
Gözleri öylesine doldu, göz pınarlarından akan yaşlar öylesine arttı ki;
İri bir yaş damlası göz bebeğini kapatmaya başladı ve;
Gözünün önünde, ne türbenin etrafında dönen insanlar, ne türbe, ne Eyüp camii, ne İstanbul ve ne de iradeyi hapseden zaman, ne de iradeyi kalıplara döken mekan kaldı.
Sanki gök devrildi. Sanki mekan kündeye geldi.
Denizler, okyanuslar öyle bir kaynadılar ki, Bir an da buharlaşıverdiler sanki..
Dağlar, yüksekliklerinden utanmış olmalılar ki bir karınca deliğine kaçıp saklandılar.
Dünya,kendini zor attı güneş sisteminin kızıllığına. Güneş, Saman yolunun bilinmezlerine, Samanyolu, başka gurupların arasında gizlenmeye çalıştı utancından,
Yıldız gurupları , ar etmiş olmalılar ki , hemen kendilerine birer evren bulup onun arkasına kaçtılar.
Evrenler bir araya geldi çareyi zamanın bir “an” lık yerini bulup içine kaçmakta buldular.
Sanki, mikro alanda, kuantum fiziği aslına dönüyordu. Yada, makro alanda kara delikler faaliyete geçmişti. Küçüldüler o kadar ki, bir toplu iğne başı kadar, Ve bir” an “oldular.
O “ an” mercekle bakıp, bilmem kaç milyon kere büyüttüğünüzde ancak görülebilecek bir “ hal” içinde kaldı.
Ve “ O Hal” de boynunu büktü bir nur halesi içinde kayboldu gitti.
Hatice’nin göz bebeklerinde irileşen bir damla yaş, o nur halesi içinde pırıldadı,gülümsedi, yakamozlaştı ve nuru aydınlatan bir nur halesi daha sarmaladı ortalığı..
Ve Hatice de o nur halesine gülümsedi farkında olmadan!
Sanki “ OL “ hükmüne “ MA !” eklendi…
“An” işte O “An!”,anlatmaya çalıştığımız,bu işte be!
Beni niye üzüyorsunuz ki?..

Hiç yorum yok: