Bir uçak havada kaybolsa ilk aranacak yer, yeryüzüdür. Denizdir, ormanlık alanlardır Vs yani düştüğü tahmin edilen yerde aranır. Ama koca uçak bulunamaz. Sakın parçalandı da kayboldu demeyin. Küçük parçası da bulunamaz. Bir ceset bile yoktur ortalıkta.
Yani uçak havada kaybolmuştur.
Öyle ya yer de olmadığına göre. “Uçak havda kaybolmuştur “ tabiri tam olarak burada kullanılır.
Geçelim
Havalananındayım akşamdan sonra. Dış hatlar terminalinin çıkışında bekliyorum. Neyi beklediğim önemli değil. Kimi beklediğim de önemli değil. Beklemek bazen neyi, kimi beklediğimizi bilmeden bir süre sürer gider hayat.
Kapıdan turistler çıkıyorlar. Yaşlı genç, yarı çıplak, fötr şapkalı kel kafalı, uzun saçlı. Dinç ve aceleci adımlarla uzaklaşıyorlar. Kimi hemen bir taksiye kimide oradaki hazır servise yürüyor. Herhalde Turist bunlar. Öyle düşünüyorum. Anadolu insanının yanık yüzü yok onlarda. Işıltılı gözlerle bakmıyorlar çevrelerine. Donuk zoraki tebessüme benzeyen mimiklerle çevrelerine bakıyorlar. Kimini gözleri birini arıyor, kimi de kararlı ve donuk bakışlarla yürüyor. Belki de yere sağlam inmenin heyecanı böyle yansıyor yüzlerine kim bilir. Uçak yolculuğunu bilirim. Hele kanat kısmına yakın iseniz. Hele bir de oturduğunuz koltuk vidalarından gevşemiş ise. Uçağın her sallanışında kulağınızı tırmalayan gıcırtılar, uçağın her an düşeceği düşüncesi ile zihninize yükleniyor. Korkmak ve sabretmek arasında kıvranmaya başlıyorsunuz. Belki bunlarda öyle. Gecenin karanlığında saatler süren bir uçuştan sonra yere sağlam inmek herhalde Azrail ile randevuyu iptal etmek gibi bir şey.
Turist zannettiğim kişiler yanımdan geçiyorlar. Ne o? Bunlar turist filan değil. Yanımdan geçerken rahat bir Türkçe konuştuklarını işitiyorum. Ama Turiste benziyorlar. Peki, Turist nasıl biri ki bu kadar güzel Türkçe konuşana ve Türk oldukları anlaşılan kişilerdeki de Turiste benzettim ben.
Birkaç genç kız. Baba ve ağabey veya damat olduğunu sandığın birkaç erkek. Kızlar mini etekli. Tazeliğin tüm alımlı davranışları birleşince değme fahişede görülmeyecek bir cazibe oluşturuyorlar.
Davranışlar konuşmalar, mimikler Türk değil. Müslüman demiyorum dikkat edin. Türk bile değil. Dört bin yıllık milli bir tarihe sahip Türk insanının kendine ait karakteri nerde? Davranışı cazibesi nerde. Bunlar Avrupalıya da benzemiyorlar tam olarak. Sanki kırma.. Her ikisi arasında bir şey. Bir ucube. Ne Avrupalı ne Asyalı bunlar. Ne Müslüman ne Hıristiyan. Herhalde bunlar, kendilerini bir yere ait göremeyen asalak bir tür olmalı.
makineleşmiş bir davranış tarzı.
O güzelim Anadolu insanını düşünüyorum. İş adamından küçük esnafına, memurundan işçisine köylüsünden şehirlisine kadar hepsinde de sıcaklık, gözbebeklerinde bir pırıltı. Helen daha toprak kokuyor burcu burcu.
Makineleşmemiş
Gökyüzünü düşünüyorum. Olabildiğince derin bir boşluk. Trilyonlarca yıldızın, milyarlarca galaksinin, yüz milyonlarca yıldız kümesinin arzı endam ettiği o deruni boşluk. Yeryüzünü ayakta tutmak için emir almış ve görevini aksatmadan sürdüren bu devasa kâinat.
İnsanlığın hizmetine verilen bir uzay. Uçaklar buradan geliyor. Bu karanlık gökyüzünden. Önce bir ışıltı ipiliyor gökyüzünün zifir karanlığında. Arkasından derinden derine bir homurtu. Gittikçe artan tüyler ürpertici motor sesi. Yer çekiminin cazibesi ile hava basıncının arasında taşıdığı canların korkusu yankılıyor sanki motor sesinde.
Kendimi bir ara orada, yıldızlarla yakın bir yerde, bir madeni araç içerisinde madeni sesler, yılışık ve donuk gülüşler, Sabit bakışlar, ne oldukları nereli oldukları bellisiz ucubelerin arasında yapayalnız hissettim. Bir Anadolu insanının yalnızlığında baktım onlara. Kimliğimi kişiliğimi tarihi derinliğimi, inançlarımı ve değerlerini anlatmak istedim onlara. Nasıl olsa aynı dili konuşuyoruz dedim kendi kendime. Ama aynı dili konuşsak da aynı inancı paylaşmadığımızı ibretle gördüm. Nereye gidiyordu bu uçak? Ya da nerden geliyordu unuttum. Uçak düşmedi. Bunu biliyorum. Sanırım bu havada kayboldu.
Kendimi o olabildiğince derin âlemde koltuk gıcırtıları ve motor gürültüleri arasında kaybolmuş hissettim.
Makineleşmiş
31 Temmuz 2009 Cuma
Yargı üyeleri Sütle mi temizlendiler ?
HSYK Ergenekon davasına bakan hakim ve savcıları görevden uzaklaştırmakta ısrar ettiği iler sürülen HSYK üyesi Ali Suat Ertosun malum resmi çekenlerle ilgili Ankara cumhuriyet savcılığına suç duyurusu yapacakmış
Hakkıdır, yapabilir.
Haspam için üzerinde durulması gereken en vahim! durum ise fotoğrafın çekilmesi.
Rahatsız olabilir en tabi hakkıdır.
Ama bakın bunu hangi cümle il e ifade ediyor;
'' Üzerinde durulması gereken bu fotoğrafın neden ve kim tarafından çekildiği veya çektirildiğidir. Eğer bu fotoğraf, devlet görevlileri tarafından çekilmişse ortada daha vahim bir durum söz konusudur. Bu konunun araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvuracağım. Bu ülkede bir Yargıtay, Danıştay üyesi takip ediliyorsa, bu konu üzerinde çok durulması gerekir. “
Yani burada altı çizilecek cümle şu” Bu ülkede bir Yargıtay, Danıştay üyesi takip ediliyorsa, bu konu üzerinde çok durulması gerekir”
Güzel, bu ülkede parlamentoya müdahale planı hazırlayanlar vahim değil. Bunun için kargaşa üretip, terör estirenler vahim değil. Her yeri cephaneliğe çevirenler de vahim değil. Faili meçhul cinayetleri hiç önemli değil. Meşru hükümetleri devirme planları yapanlar bizim çocuklar. Generallere suikast planı yapan teğmenler kahramanlarımız ve daha sı ülkede yüzde elliye yakın oy alarak başbakan olan kişiye suikast planı yapanlar, memleketi kurtaracakları için madalyayı bile hak eden vatanseverler ve hiç vahim değil (!).
Ama bu ülkede hukukun ırzına geçen savcılar ve hâkimlerin fotoğrafını çekmek çok vahim ve üzerinde durulması gereken hassas bir mesele.
Şimdi soralım bakalım; Başta siz olmak üzere sayın Ertosun, yargı üyeleri sütten çıkmış ak kaşık mı?
Kamuoyu artık bıktı bu hukuk dalavereliğinden. Yargıtay, Danıştay, Anayasa mahkemesi, HSYK, YARSAV gibi hukuk kılıfına sokulmuş ideolojik örgütlerden de bıktı.
Beyler ;
Sıkıntı nedir biliyor musunuz? Bu saydıklarım ve adını hukuk, yargı vs gibi insanı ilgilendiren kurum ve kuruluşlar da, insanı değil de ideolojilerini koruma adı altında gösterdikleri faaliyetleri ile Ergenekon davası içine giriyor. Sancının kaynağı bu.
Kanadoğlu nun kıvranması ve hasetinden alt dudağını yara etmesinin sebebi bu. YARSAV başkanının “ Bunu hukuk yolu ile açacağız” derken, hukuk konusunda zırvalamasının arkasında da bu ruh hali var.
Kısaca bunların hukuk anlayışı kendi ideolojilerini dayatmak anlamına geliyor. Kendi ideolojileri tahdit altına girdiğinde hukuk evrensel anlamını yitiriyor ve hüküm başka yerlerinden çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi örneğinde gördüğümüz gibi.
Öyle ya! en vahimi yargı üyelerinin takip altına alınması. Ne kadar kötü. BU tertemiz seçilmiş insanlar takip edilir mi? Paksüt ’ün hanımını gördük . Emdiği Süt ne kadar ak bilmem ama, Telefonda neler konuştuğunu işittikten sonra bana pekte siti pak gelmedi. Ama buna rağmen soramazsınız. Çünkü bunalr uzaydan geldiler. Farklı insanlar. Hanların hamamların dedelerinde mi kaldığını yoksa sonradan mı edinildiğini araştırmaya gerek yok. Çünkü bunlar seçilmiştir. Çünkü bunlar dokunulmaz. Bunlar hukuk üretir.Sonra sıkıştılar mı gugukla maya başlarlar. Ses başka yerlerinde gelir
Velhasıl mı ? tipik firavun dönemi yaşıyoruz vesselam.
Hakkıdır, yapabilir.
Haspam için üzerinde durulması gereken en vahim! durum ise fotoğrafın çekilmesi.
Rahatsız olabilir en tabi hakkıdır.
Ama bakın bunu hangi cümle il e ifade ediyor;
'' Üzerinde durulması gereken bu fotoğrafın neden ve kim tarafından çekildiği veya çektirildiğidir. Eğer bu fotoğraf, devlet görevlileri tarafından çekilmişse ortada daha vahim bir durum söz konusudur. Bu konunun araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvuracağım. Bu ülkede bir Yargıtay, Danıştay üyesi takip ediliyorsa, bu konu üzerinde çok durulması gerekir. “
Yani burada altı çizilecek cümle şu” Bu ülkede bir Yargıtay, Danıştay üyesi takip ediliyorsa, bu konu üzerinde çok durulması gerekir”
Güzel, bu ülkede parlamentoya müdahale planı hazırlayanlar vahim değil. Bunun için kargaşa üretip, terör estirenler vahim değil. Her yeri cephaneliğe çevirenler de vahim değil. Faili meçhul cinayetleri hiç önemli değil. Meşru hükümetleri devirme planları yapanlar bizim çocuklar. Generallere suikast planı yapan teğmenler kahramanlarımız ve daha sı ülkede yüzde elliye yakın oy alarak başbakan olan kişiye suikast planı yapanlar, memleketi kurtaracakları için madalyayı bile hak eden vatanseverler ve hiç vahim değil (!).
Ama bu ülkede hukukun ırzına geçen savcılar ve hâkimlerin fotoğrafını çekmek çok vahim ve üzerinde durulması gereken hassas bir mesele.
Şimdi soralım bakalım; Başta siz olmak üzere sayın Ertosun, yargı üyeleri sütten çıkmış ak kaşık mı?
Kamuoyu artık bıktı bu hukuk dalavereliğinden. Yargıtay, Danıştay, Anayasa mahkemesi, HSYK, YARSAV gibi hukuk kılıfına sokulmuş ideolojik örgütlerden de bıktı.
Beyler ;
Sıkıntı nedir biliyor musunuz? Bu saydıklarım ve adını hukuk, yargı vs gibi insanı ilgilendiren kurum ve kuruluşlar da, insanı değil de ideolojilerini koruma adı altında gösterdikleri faaliyetleri ile Ergenekon davası içine giriyor. Sancının kaynağı bu.
Kanadoğlu nun kıvranması ve hasetinden alt dudağını yara etmesinin sebebi bu. YARSAV başkanının “ Bunu hukuk yolu ile açacağız” derken, hukuk konusunda zırvalamasının arkasında da bu ruh hali var.
Kısaca bunların hukuk anlayışı kendi ideolojilerini dayatmak anlamına geliyor. Kendi ideolojileri tahdit altına girdiğinde hukuk evrensel anlamını yitiriyor ve hüküm başka yerlerinden çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi örneğinde gördüğümüz gibi.
Öyle ya! en vahimi yargı üyelerinin takip altına alınması. Ne kadar kötü. BU tertemiz seçilmiş insanlar takip edilir mi? Paksüt ’ün hanımını gördük . Emdiği Süt ne kadar ak bilmem ama, Telefonda neler konuştuğunu işittikten sonra bana pekte siti pak gelmedi. Ama buna rağmen soramazsınız. Çünkü bunalr uzaydan geldiler. Farklı insanlar. Hanların hamamların dedelerinde mi kaldığını yoksa sonradan mı edinildiğini araştırmaya gerek yok. Çünkü bunlar seçilmiştir. Çünkü bunlar dokunulmaz. Bunlar hukuk üretir.Sonra sıkıştılar mı gugukla maya başlarlar. Ses başka yerlerinde gelir
Velhasıl mı ? tipik firavun dönemi yaşıyoruz vesselam.
25 Temmuz 2009 Cumartesi
kadın erkek sendromu
Kadın ve Erkek Sendromu
Ömür boyu bir kadını taşımayı göze almadan, onunla yatağa giren erkek, erkek değildir.
Ömür boyu, kendini terk etmeyen bir erkeği terk eden, daha erkeğinden boşanmadan başka erkek bulan, üzerinde nikâh olmadan başka bir erkeğe soyunan kadın ise hayâsızdır, edepsizdir, kişiliksizdir,
Paylaşılan haram yatağın iki haramzadesinden kadının adı var, Hoş olmadığı için yazmıyorum. Peki, erkeğin adı nedir? “
Genetik yapılanma ve ruhi beraberlik!
Laik sistem “ genetik” yapının ruhta mana bulması gerektiğini bilmeyecek kadar da hakikatten yoksul. Ulusalcılık ve Milliyetçiliği sistem iddiasında bulunanlarda öyle.
Evet, genetik yapı Ruhi yapılanma ile tanımlanmazsa burada “ baba ve kardeşten ” den söz edemeyiz. Böyle bir baba, kızına karşı herhangi bir kadına karşı takınılacak her türlü tavrı takınır.
Bu kardeşler içinde geçerlidir.
Allah Resulü ; “Sadece İnananlar kardeştir” buyuruyor.
Üzerinde detaylı düşünmek gerekemez mi?
Genetik gerçeklik Ruhi hakikat değildir. Ancak tamamlayıcıdır.
Genetik gerçeği, ruhun hakikati ile tamamlamadığınız sürece, Ne aile, ne millet ne kardeş, ne evlat Ve nede İnsan olmanın şuurunu elde edemezsiniz.
Bu gün Darvin nazariyesini esas alarak insan tanımlamaya çalışan bizdeki sözde aydınlar seksen yılda ülkeyi hangi noktaya getirdiler bakmak gerek. Yazık ki insanlık tarihinde ve günümüzde bunun sonucu, ensest vakaları da az değildir.
Biz Dedik ki; Can! “ can “ olduktan sonra, Solucanda da can var insanda da can var. Farkınızı koyun ortaya.
Bir insan, hem Müslüman olduğunu Söylüyor, hem de Allah’ın emirlerini dinlemiyorsa, Bu onlarla Allah’ın arasında. Laik sistemle bir alakası yok! Laik sistemin din hükümlerinin yerine getirilip getirilmemesi hususunda taraf olmaması gerekir.
Eğer kendini bu uygulama alanında hakem tayin ettiyse, o zaman açık olanlara karışmadığı kadar, kapalı olanlara da karışmaması gerekir.
Erkek kadın karşısında diz çökmez. Çökmemelidir. Erkek diz çökerse asaletini yitirir.
Kadın zariftir. Diz çökmek kadına yakışır. Erkeğin elini öpmek kadına yakışır. Onu zarafet sahibi kılar. Kadın erkeğe âşık olabilir. Ama erkeğin aşık olmaması gerekir. Erkek kadını sevmeli ve saygı duymalıdır.
Kadını kullanıp atmamalı buruşturup bırakmamalıdır. Asaletli bir erkek kadını kandırmaz, aldatmaz ve para vererek bir kadınla birlikte olmaz. Beş dakikalık zevki için bir kadının hayatını karartmaz. Erkeğin asaletini, kadının zarafetini yetirdiği bir topluluk da aile hayatı ve cemiyet hayatı perişan olur.
Kadın hakları safsatası il e gerçek amaçlarını uygulayan toplum mühendisleri bu gün kadını sokağa dökerek fuhşu artırarak ahlaksızlığı tetikleyici yayınlarla cinsel hastalığı yaygınlaştırarak bu günkü manzaranın da mimarlarıdır
Kısaca bu Hastalık tablosu Laik sistemin eserdir.
Ömür boyu bir kadını taşımayı göze almadan, onunla yatağa giren erkek, erkek değildir.
Ömür boyu, kendini terk etmeyen bir erkeği terk eden, daha erkeğinden boşanmadan başka erkek bulan, üzerinde nikâh olmadan başka bir erkeğe soyunan kadın ise hayâsızdır, edepsizdir, kişiliksizdir,
Paylaşılan haram yatağın iki haramzadesinden kadının adı var, Hoş olmadığı için yazmıyorum. Peki, erkeğin adı nedir? “
Genetik yapılanma ve ruhi beraberlik!
Laik sistem “ genetik” yapının ruhta mana bulması gerektiğini bilmeyecek kadar da hakikatten yoksul. Ulusalcılık ve Milliyetçiliği sistem iddiasında bulunanlarda öyle.
Evet, genetik yapı Ruhi yapılanma ile tanımlanmazsa burada “ baba ve kardeşten ” den söz edemeyiz. Böyle bir baba, kızına karşı herhangi bir kadına karşı takınılacak her türlü tavrı takınır.
Bu kardeşler içinde geçerlidir.
Allah Resulü ; “Sadece İnananlar kardeştir” buyuruyor.
Üzerinde detaylı düşünmek gerekemez mi?
Genetik gerçeklik Ruhi hakikat değildir. Ancak tamamlayıcıdır.
Genetik gerçeği, ruhun hakikati ile tamamlamadığınız sürece, Ne aile, ne millet ne kardeş, ne evlat Ve nede İnsan olmanın şuurunu elde edemezsiniz.
Bu gün Darvin nazariyesini esas alarak insan tanımlamaya çalışan bizdeki sözde aydınlar seksen yılda ülkeyi hangi noktaya getirdiler bakmak gerek. Yazık ki insanlık tarihinde ve günümüzde bunun sonucu, ensest vakaları da az değildir.
Biz Dedik ki; Can! “ can “ olduktan sonra, Solucanda da can var insanda da can var. Farkınızı koyun ortaya.
Bir insan, hem Müslüman olduğunu Söylüyor, hem de Allah’ın emirlerini dinlemiyorsa, Bu onlarla Allah’ın arasında. Laik sistemle bir alakası yok! Laik sistemin din hükümlerinin yerine getirilip getirilmemesi hususunda taraf olmaması gerekir.
Eğer kendini bu uygulama alanında hakem tayin ettiyse, o zaman açık olanlara karışmadığı kadar, kapalı olanlara da karışmaması gerekir.
Erkek kadın karşısında diz çökmez. Çökmemelidir. Erkek diz çökerse asaletini yitirir.
Kadın zariftir. Diz çökmek kadına yakışır. Erkeğin elini öpmek kadına yakışır. Onu zarafet sahibi kılar. Kadın erkeğe âşık olabilir. Ama erkeğin aşık olmaması gerekir. Erkek kadını sevmeli ve saygı duymalıdır.
Kadını kullanıp atmamalı buruşturup bırakmamalıdır. Asaletli bir erkek kadını kandırmaz, aldatmaz ve para vererek bir kadınla birlikte olmaz. Beş dakikalık zevki için bir kadının hayatını karartmaz. Erkeğin asaletini, kadının zarafetini yetirdiği bir topluluk da aile hayatı ve cemiyet hayatı perişan olur.
Kadın hakları safsatası il e gerçek amaçlarını uygulayan toplum mühendisleri bu gün kadını sokağa dökerek fuhşu artırarak ahlaksızlığı tetikleyici yayınlarla cinsel hastalığı yaygınlaştırarak bu günkü manzaranın da mimarlarıdır
Kısaca bu Hastalık tablosu Laik sistemin eserdir.
Türk milleti devletin ta kendisidir
Türk milleti, devletin ta kendisidir.
Eğer bu kavramı bu söylemi doğru anlamamız gerekirse, kamusal alanın bu millete ait olması gerekir. Laik ideolojiyi dayatarak Müslüman Türk milletinin dinine saldırmak akıl karı değildir. Bu ancak olsa olsa ihanetle ifade edilir.
Milli” ifadesi bünyesinde din başta olmak üzere dil birliğini de esas alır. Birini diğerinden ayıramaz yok sayamazsınız. Din mana birliğidir dil ise kavram birliğidir. Laik ideoloji bu her iki değeri de elli seneden beri yok etmek için çırpınmaktadır. Laikliğin arkasına saklanarak bir yandan dinimize sövülüyor bir taraftan dilimiz Arap saçına döndürülüyor. Dolayısı ile kavram kargaşası sistematik bir biçimde Milleti bölmeye değerler üzerinde hem fikir olmamaya ve dolayısı ile safları ayırmaya kadar götürüyor.
Gerçek bölücü CHP dir. Yıllardan beri devlet politikası haline gelen söylemleri ve tavırları ile bu millete gün yüzü göstermemiştir. Seksen öncesi de CHP Komünist ideolojiyi bünyesinde beslemiş ve büyüterek Türk milletinin başına bela etmişti.
Bu millete yıllarca “ halk” “ halkçılık” “ halklar” gibi bölücü söylemler CHP literatürüne aittir. Daha ağzından “ Türk Milleti “ ifadesi çıkmamıştır. Özellikle “ millilik “ kavramı CHP ye çok yabancıdır. Bunlar demokrasi derler ama bahsini ettikleri demokrasi herkes “ halk partili” olursa geçerlidir. Başka partili olmak başka fikirde olmak onlar için devletin yıkılmasıdır. Türk milletinin tamamıda başka partiye gitse Baykal yine bağırır” Devleti yıkıyorlar” Oysa demez ki köhnemiş zihniyet yeniden yapılandırılıyor ve Milletin uyku dan kalkıyor.
Eğer bu kavramı bu söylemi doğru anlamamız gerekirse, kamusal alanın bu millete ait olması gerekir. Laik ideolojiyi dayatarak Müslüman Türk milletinin dinine saldırmak akıl karı değildir. Bu ancak olsa olsa ihanetle ifade edilir.
Milli” ifadesi bünyesinde din başta olmak üzere dil birliğini de esas alır. Birini diğerinden ayıramaz yok sayamazsınız. Din mana birliğidir dil ise kavram birliğidir. Laik ideoloji bu her iki değeri de elli seneden beri yok etmek için çırpınmaktadır. Laikliğin arkasına saklanarak bir yandan dinimize sövülüyor bir taraftan dilimiz Arap saçına döndürülüyor. Dolayısı ile kavram kargaşası sistematik bir biçimde Milleti bölmeye değerler üzerinde hem fikir olmamaya ve dolayısı ile safları ayırmaya kadar götürüyor.
Gerçek bölücü CHP dir. Yıllardan beri devlet politikası haline gelen söylemleri ve tavırları ile bu millete gün yüzü göstermemiştir. Seksen öncesi de CHP Komünist ideolojiyi bünyesinde beslemiş ve büyüterek Türk milletinin başına bela etmişti.
Bu millete yıllarca “ halk” “ halkçılık” “ halklar” gibi bölücü söylemler CHP literatürüne aittir. Daha ağzından “ Türk Milleti “ ifadesi çıkmamıştır. Özellikle “ millilik “ kavramı CHP ye çok yabancıdır. Bunlar demokrasi derler ama bahsini ettikleri demokrasi herkes “ halk partili” olursa geçerlidir. Başka partili olmak başka fikirde olmak onlar için devletin yıkılmasıdır. Türk milletinin tamamıda başka partiye gitse Baykal yine bağırır” Devleti yıkıyorlar” Oysa demez ki köhnemiş zihniyet yeniden yapılandırılıyor ve Milletin uyku dan kalkıyor.
Ben girdabım ey can !
19 Temmuz 2009 Pazar
Miraç
Allah Habibibini aldı katına
Ebediyetten önce ebedsin dedi
Kâinatı senin sevgin ile kuşattım
Sen her rahmetime sebepsin dedi
Ebediyetten önce ebedsin dedi
Kâinatı senin sevgin ile kuşattım
Sen her rahmetime sebepsin dedi
16 Temmuz 2009 Perşembe
AŞK, bütünlüğün ifadesidir. Bütünü ile yönelmektir. Hesapsız kitapsız tam bir teslimiyet gerektir. Kelimenin yapısı da tıpkı duygusal alanında olduğu gibi bir bütünlük ifade eder. AŞK .
Sanatçıyı sevmek veya sanatçı tarafından sevilmek aslında incelenmesi gereken bir konu. Tabi burada gerçek anlamda üreten sanatçıdan bahsediyoruz. Derinlerde gezen zihin âlemlerinin kıvrımlarında gezen sanatçıdan. Sahnelerde kalça sallayarak kendilerine sanatçı diyenlerden değil. Ya da bir atımlık barutları ile kıytırık iki şiir veya biri diğerinin versiyonu roman yazan sonrada midesinin şişirerek sanatçı geçinenlerden de değil.
Tek kelime ile sanatın, insanlığın çilesini çekenlerden bahsediyoruz.
-------
Önce sevmek;
Her hangi bir yere veya kişiye içinden ılık duygular olduğunu hissetmek, aşk demek değildir. Bu genellikle hoşlanmak haz duymak veya sevginin ilk işaretleri olabilir. Aşk’ın da ilk işaretleri olabilir. Ama Aşk değildir bu yanıltmasın.
Özellikle sanatçı kişiliği olanlar bu konuda çabuk yanılırlar. İçlerindeki o kıpırtıya fazla güvenirler ve çoğu zamanda hüsranla sonuçlanır ilişkileri. Onlar bu yoğunluk ile yönelirler sevdiklerine.
Yoğun, kıskanç ve ölesiye.
Ama karşıdaki buna karşılık veremez. Bu yoğunluk bu kıskançlık karşı taraftan algılanamayabilir. O zaman sevilen kaçar. Kaldıramaz bu yükü. Sanatçının sevgisi ilgisi yüktür. Sanatçıdaki bu yoğunluğunu normal kişi taşıyamaz.
Çünkü sanatçı severken aradaki maddeyi aşar. Mana iklimlerinde bu yoğun sevgisinin girdabına kapılır ve çoğu zaman reel hayat ile sevgisini paylaşamaz. Aşırı kıskançlık burada oluşur. Aslında bu sevdiği kişiden şüphelenmesinden değildir. O tamamen sevgisini ilahi hikmetlerle seküler hayatın arasında gel-git’ler yaşatarak yorumlamaya çalışır. Bunu normal düşünen, dünyevi düşünen karşıdaki sevgili asla anlamaz.
Ve bir süre sonra ayrılık sevgilini kaçması ile son bulur. Bu durum henüz olgunluğa erişmemiş sanatçılar da daha fazla görülür. Zaten ham bir sanatçı hikmet zincirlemesinin ilk halkalarında arıyordur sanatı. Ya da kendini. Fark etmez. Sanat sanatçının kendisini aramasıdır aslında.
Ve Sanatçı yine yalnız kalır. Kendine ait dünyasında. O dünyayı kimse ile paylaşamaz. Buna gayret eder. Tam sever. Yalan söyleyemez. İnkâr edemez. Hakikatin temsilcisidir gerçek sanatçı. Er geç kendi yaratılış hikmetine ulaşacaktır. O yoldadır. O yolda olan sanatçı ikiyüzlü ve dönekte olmaz. Ama sevgilisi kaçacaktır. İşte sanatçı kaçan sevgilisi için acı bir tecrübe daha yaşarken zihin aleminde insanlığa bırakacağı yeni şeyleri de bulacaktır. Daha da önemlisi sonsuzluğa ulaşmak,hakiki aşk a ermektir bu sevgi basamaklarından geçerek.
Diğer taraftan Sanatçıyı sevmek sanatçı tarafından sevilmek kadar zordur. Sanatçıyı anlamak onun hallerini kabul etmek zordur. Hatta çoğu zaman mümkün değildir. Bu sebeple kaçar sevilen. Anlayamaz, sabredemez. Önce onun ruh dünyasını beğenerek gelmiştir. Ama, birlikteliklerinde sanatçının ruh dünyasından yansımalara dayanamaz. Oysa dayansa, sabretse çok daha güzel olacaktır. Yerli yerine oturacaktı her şey. Ama hep öyle olur. Sanatçının cazibesine kapılırlar sinek gibi. Koşarlar gelirler. Her şeylerini de verirler. Ama sonra sanatçının zihin dünyasına giremezler. Onu anlamaya bile çalışmazlar. Hatta ona kendi hayatlarını dayatmaya çalışırlar. Oysa sanatçının yanında çoktan değerini yitirmiş boş şeylerdir dayatmaya kalktıkları şeyler. Veya hayat tarzı. Ama kendileri için yeni ve orijinaldir. Öyle sanırlar. O zaman sanatçı sevdiği kişiyi küçük görmeye başlar. Basit görmeye başlar. Oysa baştan öyle değildi. Sanatçı kendine koşup gelen kişide bir şeyler var sanmıştı. Sanatçıya değer veren biri sanmıştı onu. Kendisini anlayacak yoldaşı olacak biri sanmıştı. Ama gördü ki o kişi sanata sanatçıya değil kendi değerlerine saygılı geliyor ve onları dayatmaya çalışıyor. İşte ayrılık kaçınılmaz olur,
Sanatçı yine yalnız kalır. Giden ise hayatında bir daha göremeyeceği bir değerden kaçarak sıranda bir hayata düşer.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İzleyiciler
Blog Arşivi
- Kasım (99)
- Aralık (9)
- Ocak (17)
- Şubat (35)
- Mart (10)
- Nisan (16)
- Mayıs (10)
- Haziran (14)
- Temmuz (11)
- Ağustos (7)
- Eylül (8)
- Ekim (16)
- Kasım (4)
- Aralık (1)
- Ocak (9)
- Mart (4)
- Nisan (7)
- Mayıs (9)
- Haziran (2)
- Temmuz (9)
- Ağustos (2)
- Eylül (2)
- Ekim (1)
- Kasım (4)
- Aralık (5)
- Ocak (3)
- Şubat (2)
- Mayıs (1)
- Kasım (1)
- Aralık (1)
- Ocak (4)