25 Mayıs 2009 Pazartesi

İslam dini ve Hoşgörü


İslam Dini Ve Hoş Görü
İslam hoş görü dinidir. Bu cümleyi bu ülkede herkes işine geldiği yerde işine geldiği gibi kullanır. Laiklerden sosyalistlere, ateistlerden putperestlere, Hıristiyan’dan hocalara kadar herkes kullanır.
İkincisi “ Benim kalbim temiz Müslümanlığım Allah ile benim aramda”
Daha var, ama makalenin içeriğinde onlara da değinerek geçeceğiz
Evvela bu konuda kendimi takdim edeyim. Ben âlim değilim. Dinci yazar değilim. Hoca değilim. Hacca gitmek nasip olmadı bu anlamda hacı da değilim. Evliya, ulema, ilahiyatçı filanda değilim.
Ben Müslüman’ım elhamdülillah. Ve bir Müslüman ın bilmesi gerektiği kadar dinimi bilirim. Ve yine Ahiret inanan bir Müslüman olarak dünya ile Ahiret berzahında yaşarken kurmam gereken, gözetmem gereken sosyal dengeyi ve nefsi muvazeneyi kurarım. En azından buna çalışırım ve başarabildiğim kadarda Allah indinde iyi bir kul olacağıma inanırım.
Şimdi meseleye dönelim.
İslam dini İman noktasında her din gibi ferdidir. Kimsenin kalbini niyetini fikrini zikrinin bileyiz. Kalpler Allaha açıktır.
Öyleyse İman noktasında kişi Allah ile baş başadır.
O zaman Müslümanlar birbirlerini nasıl tanıyacaklar? Veya Müslüman kendisinin nasıl tanımlar sorusu akla gelir. Muamelesinden tavrına, ahlak anlayışından söylemlerine, kılık kıyafetine kadar Müslüman kişinin tarzı tavrı diğer din mensuplarından farklı olması gerekmiyor mu?
Bir kişi hem Allahın kurandaki emrinin çiğneyecek, Kendi çiğnediği yetmiyormuş gibi bu emri yaşamak isteyenlere de yobaz gerici irticacı yaftaları ile suçlayacak hem de kendisinin Müslüman olduğunu söyleyecek.
Daha net bir örnekleme ile
Bir kadın kıçını açacak, açık giysi giyinecek, sokaklarda Allahın kapatın dediği yerlerinin açarak çevresine fitne fuhuş üreterek gezecek, sonra da ben Müslüman’ım diyecek. Öyle mi?
Ve bunu bir Müslüman hoş görecek!
Allahın hoş görmediği bir fiili acaba kim hoş görmek gibi bir yetkiyi kendinde buluyor?
Dahası fitne kazanını kaynatılarak, bunun adına çağdaşlık diyecekler kadın özgürlüğü diyecekler yandaş medyalarında yanlarına aldıkları sözde ilahiyatçılarla ahkâm kesecekler ve hatta burs vererek kızlarımızı gayri İslami bir hayata hazırlayacaklar. Bunun adı da çağdaş yaşamı destekleme derneği olacak. Yani iyilik yapmış oluyorlar
Körpecik kızları ekranlara açık seçik giysilerle çıkartıp dans ettirerek ar damalarını çatlatmak mı çağdaşlık?
Karma eğitim modeli ile zaten nesilleri yeteri kadar iğdiş ediliyor. Karma eğitimin getirdiği korkunç tahribat açık ve net şekilde ortada iken bu yetmiyor birde dernekler kurarak, burada sözde burslar vererek ahlaki değerleri İslami değerleri çiğniyorlar sonrada ben Müslüman’ım diye yırtınıyorlar. Ya da birileri, birilerinin Müslüman olduğunu ispat edebilmek için yırtınıyor ekranlarda. Hatta şahit olarak çağdaş imam ve diyanet görevlisi bile buluyorlar kendilerine.
Rahmetli Üstadım Necip Fazıl beyin dediği gibi;
Diyanet işleri değil cinayet işleri mübarek.
Sahi şu çağdaşlığı kim izah edecek bana bekliyorum. Kadını soyup sokağa dökmek mi çağdaşlık. İslami değerlere saldırmak mı çağdaşlık. İslam dinine fitne üretmek mi çağdaşlık. Kuranı kerime karşı gelip emirlerini hiçe sayıp sonra da “ bende Müslüman’ım “ demek mi çağdaşlık?
Bakara suresinin ilk yedi ayeti aklıma geliyor. Bakara suresinin “ 6, ayetinden sonrasını okuyup düşünmek gerek. Merak edenler açıp okusun. Acaba bu ayette sözü edilenler bu tipler mi;? Tabiî ki bunarlın içinde müftüde olur kitabı ezberlemiş âlim görüntüsünde olanlarda olur.
Acaba Allah kimin Müslüman’ım dediğine inanmamsını istiyor.
Yunus ermenin “ Yaratılanı severim yaratandan ötürü” mısrası ile Mevlana’nın “ ne olursan ol gel” felsefesinden ne anladığımız ve içimizdeki fitne üretme merkezi Siyonistlerin millete nasıl anlattıklarını ilerde yorumlayacağız.
Nasip olursa bu konuya devam edeceğiz. Şimdilik şu klişe cümle ile keselim;
Allahın ve resulünün hoş görmediği filleri, kimsenin ve hiçbir makamın hoş görme gibi bir lüksü yoktur. Unvanı ne olursa olsun.
Bu fitnenin tek bir adı var. Çağdaş hastalık.


20 Mayıs 2009 Çarşamba

Cenazeler ve Kalabalıklar

Cenazeler Ve Kalabalıklar
Ölüm haktır. Her nefs ölümü tadıcıdır. Bunun için din iman mevki makam fark etmez. Hepimiz Allaha döndürüleceğiz. Bir insan öldüğü zaman, o kişiyi sevenler, üzülürler onu son yolculuğuna taşırlar. Ve bu anlamda herkesin az ya da çok seveni bulunur. Ölen kişinin arkasından sevmesek bile hakaret edilmez. Zaten hakaret etmedik farklı bir üslup ile kişinin dünyada iken bizde bıraktığı izlenim ve kendi ağzı ile söylediği inançlarını farklı bir ifade ile dile getirdik.
Nasıl ki bu ülkede aynı zihniyetin mensubu birileri halen daha çıkıp Osmanlı sultanları hakkında iler geri edepsizce ifadeler yazma cüretini kendinde buluyorsa ve hatta aynı zihniyetin mensupları Allah resulüne üstü örtülü hakaretler yapıyorsa bu onların inancıdır diyerek anlayış göstermeye çalışan bizlerde bu hakkımız kullanıyoruz. Kullanmaya da devam edeceğiz.
Önceki yazıma yapılan bir yorum bendeki farklı düşünceyi de harekete geçirdi. Aslında birilerini bir şeyler söyleyecek ki bizde o birilerinin ufkunu biraz daha açabilmek için fırsat bulmuş olalım.
Malum arz ve talep meselesi. Söz konusu okuyucu yorumunu aşağıya aynen alıyorum “Mahşer gibi kalabalığı çığlık çığlığa ağlayan insan selini o kirli kirpiklerinden göremedin galiba. İmamın söylediklerini de kulaklarını örten kıllardan duyamamışsındır.Belki de senin cenazende senin için imam o söylediğin densizliği sana söyleyecek” diyor.
Olabilir kimin imanla göçeceği önceden bilinmez. Kimin kalbinde iman var bu da bilinmez. Yani kimse kimseye “ Sen imansızsın” diyemez. Bizde zaten imansız filan demedik. Ayrıca kulaklarımdaki kıllarla gözlerimdeki kirler sizin suratlarınıza sıvadığınız maskelerden çok daha saf ve sahibine aittir. İmam da herkes gibi yaptığından ve yapacaklarından herkes gibi hesaba çekilecektir.
Ancak “İslam muamele dinidir” derler. Böyle bir temel anlayış üzerinden kişilerin hakkında eleştiri ve yorum yapılır. Hayatı nasıl geçmiş ise neler söylemiş neler yapmış ise buna bakılır. Ölen kişinin cennete ya da cehenneme gideceğini ancak Allah bilir. Biz sadece buradaki gördüğümüz duyduğumuz ve bildiğimiz olaylara göre yorum yaparız. Özellikle bu kişiler bu milletin sırtından semirerek bir yerlere gelmişlerse bu daha da önemlidir.
Kişi ölür gider. Arkasından şahsına yönelik söyleyecek söz kalmaz. Sadece bu kişinin geriye bıraktığı iyilikler ve kötülükler anılır ve yorumlanır. Ben o ölmeden öncede bu kişiler hakkında düşüncelerimi yazan biriyim. Bu anlamda bu kişinin İslam a ve İslami değerlere açtığı savaşa karşılık bende bir Müslüman olarak tavrımı koyuyorum.
Bunların, Çağdaşlık adı altında ve ürettikleri İrtica para yonası ile Müslüman kesime yapmadıkları hakaret kalmadı. Yardımseverliklerinin bile kendi ideolojik anlayışlarına göre düzenlendiklerini kendi ağzı ile umuma söyledi. Başörtülü kızlara burs vermeyeceğini bizzat kendi ifade etti.
Kaldı ki ben bu kişinin ammesinin bilmem nerden geldiğini ve dinin imanını karıştırmıyorum. Hatta hakkında Amerika vatandaşı olduğuna dair basına yansıyan söylemleri de katmıyorum. Geçmişi ne olursa olsun kişi kendi söylemleri ve kendinin tanımlaması ile anlam kazanır. Kişi” Ben şuyum” diyorsa “ Hayır senin annen budur. Dolayısı ile sende aynısın” denmez Ama benim inandığım ve bildiğim bir şey var
Bu ülkenin kahır ekseriyeti Müslüman dır. İslam adına radikal takılan çok az bir saymasak, büyük bir kitle İslam a ve İslam ı değerlere saygılıdır. Mütedeyyin kesim dediğimiz bu büyük kitle ülkenin siyasi haritasını da belirler. Ancak ki küçük bir marjinal azınlık cumhuriyeti koruma ve kollama para yonası adı altında bu milletin parlamentosuna müdahale etmeyi kendilerinde bir hak görürüler. Bunu yaparken de ellerindeki tek silahları irtica ve çağdaşlık yumurtlaması
İrtica adı altında milletin değerlerine hakaret ederken din şeklinde algıladıkları laiklik anlayışının da sanki Cumhuriyet kavramının ikiz kardeşi imiş gibi dayatırlar. Oysa Cumhuriyet bir idare biçimdir. Laiklik ise din dışı bir ideolojidir. Cumhuriyet kavramının önünde hangi ideolojiyi koyarsanız onu taşır. Onunla anılır. Faşist cumhuriyet olabileceği gibi Komünist Cumhuriyette az değil dünyada. İslam Cumhuriyeti örnekleri olduğu gibi, bizde şekli ile Laik cumhuriyet de var. Ama laikliği din karşıtı olarak algılayan besleme kafalar yıllardan beri bu memleketin öz evlatlarına yapmadıkları hakaret kalmadı. Vakti ile suyun başını tutan bu nesli tükenmekte olan kelaynaklar mütedeyyin kesimin seçtiği siyasilere ve parlamentonun görevlendirdiği hükümetleri hazmedemeyip yapabilecekleri en aşağılık saldırıları yapmaktadırlar. İşte Laik zihniyetin İslam anlayışına İslami değerlere ve imanı şüpheye sevk eden söylemlerinden bazıları;
“Ey gökteki melekler, sizde göklerden inin / Yılda bir borcumuzdur Cumhuriyete tapmak” Diyecek kadar imandan yoksun. “Ulu şefimizin gösterdiği yoldan yürüyelim. Onun yolu bizi yalancı Ahiret cennetine değil, hayata kavuşturacaktır.” Şeklinde yorum yapacak kadar dinin vaaz ettiği anlayış karşıtı tavır. “ Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el/ Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel / Bu varlığın önünde bir dakika dize gel / Bu taş daha kutsidir o Kabe’nin taşından.” Şeklinde şiir yazacak kadarda tahripkar ve tehditkar bir zihniyet. Ayrıca; “Ey büyük ata! Ey tanrının oğlu!” şeklinde sayısız ifadelerle Mustafa Kemal Atatürk’ü bile kendi imansızlıklarına, itikatsızlıklarına alet edecek kadar ileri gidiyorlar. İşte bu sebeple, Müslüman milletin inadına bir sürü zırvayı savunan bir zihniyetin dışa akseden muamelesine bakarak karar yorum yaparız biz. “Benim kalbim temiz” diyerek Allahın kurandaki emirlerini hiçe sayarak ortaya çıkanlar kendi kendilerinin kandırırlar. “ Ben de Müslüman’ım” deyip, Kuran hükümlerini hiçe sayanlar artık bu milleti kandıramazlar. Çünkü “ ayinası iştir kişinin lafına bakılmaz.” Muamelesine göre anlam kazanır.
İşte Profesör Nevzat Tarhan beyin mevta hakkındaki yorumu;
“Türkan Saylan marjinaldi çünkü cehaletle mücadeleyi dinle mücadele ile karıştırmış idi. Daha da ilerisi biz yakından tanıyan öğrencisi olmuş bir kişi olarak onun ifadesi ile ‘Eğitimi dinin gölgesinden kurtarmayı ego ideali edinmiş bir dava kadını olduğunu biliyorduk. Her konuşmasında bunu hissettiriyordu. Sayın Türkan Saylan hataları ile sevapları ile aramızdan ayrıldı. Bizden ona yaşam felsefesine göre güzel temennilerde bulunmak düşer. Ama Sayın Saylan ’ın idolleştirilerek kendi kültürümüze uymayan bir kuşak yetişmesi için çabalayanları tanımamız gerekir. Çünkü Sayın Saylan yaşam biçimi ve tercihleri ile Türkiye’yi kendi kültüründen uzaklaştırarak modernleştirmek isteyenlerin yani İngiliz-Fransız yaşam biçimini ve kültürünü yüceltenlerin temsilcisi olmuştur. 19 Mayıs 1919’da Anadolu’da başlayan hareketin ruhu bu değildi. Askeri ve siyasi olarak yendiğimiz İngiliz ve Fransız’lara kültürel olarak yenilmek 19 Mayıs 1919 Bandırma Gemisi’nde ve Amasya, Sivas ve Erzurum’da ve 1923’de hedeflenen ideal değildi.”
Evet Sayın Tarhan’ ın mümkün olduğu kadar nezaket kuralları ile dile getirdiği düşünceleri bizimkinde farklı değildir. Kimsenin dinin ve inançları bizi ilgilendirmez. Keşkem açıkça çıkıp Müslüman olmadıklarını da söyleseler. Bu anlamda saygı duyarız. Herkesin dini, inancı kendindedir. Ama hem Müslüman olduğunu söyleyip hem de Müslümanların kafasını bulandıranlara ve irtica yaygarası ile din düşmanlığı yapanlara da saygı duymayız. Kendini asıl görenler memleketin asıl sahibini ise kunta kinte gibi görenlere de hiç saygımız olmaz. Bilim adına ve yardım sever insanlar ideoloji gütmezler. Ama sahip olduğu veya sahip edildiği bu unvanlarını kendi ideolojisi için yapıyorsa bununda adına ne yardımseverlik denilir be de bilim adamlığı.
Cenazenin kalabalık olması hakikati gizlemez. Vatikan da bir papaz ölürse de ondan daha fazla kalabalık olabilir.
Bu memleketin Asıl v Asil sahipleri Müslümanlardır vesselam

Doruktaki Cin Ve Arkasındaki Şeytan

Metafizik âlemi bilenler bilir. Şeytan her şeye karışmaz. Özellikle cinleri kullanır. Mesela cinsel arzuların tahrik e dilmesinde dedi kodu için sapık düşüncelerin faal tutulması için sürekli cin ordusu kullanır. Kendisi pişirilmiş, hazırlanmış planlanmış işi bitirmeye gelir. O artık kişilerin imanı ile oynamaya başlar.
Mesela biz herhangi bir azgınlık hissettiğimiz de deriz ki” Şeytan azdırdı bizi “ deriz. Hayır, şeytan öyle ufak tefek işler için gelmez uğraşmaz. Bir kadın kız görüp tahrik olduğumuz zaman bu suçu şeytana atmaya gerek yok. Bu insani zaaflarda olabileceği gibi bu zaafları harekete geçiren zihinsel alanımızdaki Cinni’ler de olabilir. Şeytan için küçük şeylerdir bunlar
Bir örnek daha verelim. Bir kişiye kendisinin mehdi olduğuna inandırmak içinde aynı metodu kullanır Şeytan. Önce cinlerden bir gurup kişiye musallat olarak onun rüyalarını zenginleştirirler sözde gaipten bilgiler verirler üçüncü gözünün açarlar. Kişi kendisinde olağan üstü haller görmeye başlar. Bu arada zahiri plandan da kişiler gelirler. Daha doğrusu getirilirler. O kişiye dışardan normal insanlarda temenna göstermeye başlar. Kişi iyice kendinde fevkalade bir hal olduğunu düşünmeye başladığında devreye Şeytan girer. Kişiye artık telkin etmeye başlar. "Sen mehdisin. Sen büyüksün Sen akılsın sen seçildin." Kişi artık önce kendisi Mehdi olduğuna tam olarak inanır. Ondan sonra Şeytan bu adamı istediği gibi kullanır. Sonra işi biterse terk eder.
Hindistan’daki sahte peygamber Kadı Yani bunun en tipik misalidir. Günümüzde de kendisine İsa diyen Mehdi diyen tanrı diyen bir sürü akıl fukarası çıkmıştır.
Tam bu arada aklıma geldi. Hadise mi İyi kıvırır Cin doruk mu?
Anlamadığım şey, şeytan bu günlerde ya adam bulamıyor ya da sadakat gösterip eski yoldaşını bırakmak istemiyor. Şeytan sadık değildir aslında. Ama kötülüklerine yoldaş ettiklerinin enerjisi bitinceye kadar da kullanmayı sever.
Siyaset şeytanıda bir adım geride durarak önce cinlerini saldı ortaya. Bakalım delege halen daha bu yaşlı cinlere itimat ediyor mu? Eğer ediyorlarsa mesele yok. Sahneye kendisinin çıkması için yol açılmış demektir. Öyle de oldu. Zavallı delege yine uyutuldu. Cin doruğa çıktı genel başkan oldu. Daha çiçeği burnunda solmadan, pardon bu yaşta çiçek denmez buna. Olsa olsa dikeni kurumadan hemen kendisinin doruğa gönderen şeytanına işaret eti.
“Tamam, herkes hazır ey ustam. Gel tahtına otur fitne üretmeye devam edelim . Halen daha yutacak adam varmış”
Şimdi DYP Genel Başkanlığına seçilen pardon gönderilen Hüsamettin Cin doruk’ a o gün deseler di ki “ Sen emanetçisin” kızar öfkelenirdi herhalde. Zaten öyle de oldu. Daha adaylığının belirlendiği günlerde bir gazetecinin “ emanetçi olduğunuz söyleniyor” şeklindeki sorusuna son derece kıvrak cevaplar verdi. Ama asla emanetçi olduğunu söylemedi. Nasıl olsa Demirel in yetiştirmesi. Aynı kaptan yediler yıllarca. Aynı fırıldağı çevirdiler. Aynı pişkinlikle yalanlarını evirip çevirdiler gerçekmiş gibi yutturdular. Yine aykırı sorular geliyor aklıma. Şeytan bu aklıma getiriyor işte.
İşte size altın değerinde bir soru.
Cin doruk mu iyi kıvırır, yoksa Hadise mi?
Yâda soruyu farklı soralım
Hadise mi iyi kıvırıyor Cin doruk mu?
Cin Doruk daha iyi kıvırır bence. Hadise daha genç. Yeni. Öyle ki Moskova da bile hakkını yediler kızın. Bir zübbeyi tercih ettiler hadisenin kalçalarına. İnsan o kalçaların güzelliğine verir birinciliği. Muhakakk o jürinin cinsel hastalığı vardı. Şarkısının oynaklığı da cabası. Bu yaşta benim bile kıvırmak geldi içimden.
Ama Cin doruk öyle değil. Çünkü onun ustası bu ülkede gelmiş geçmiş en usta oyuncudur. Ona ayak uydurmak çok zor. Allah uzun ömür versin. Ne de olsa Onun ustası Süleyman Demirel’ dir. Ona kimse ayak uyduramaz. On iki eylülcülere koltuğu bıraktıktan altı yıl sonra geldi ve memlekette ne istikrar bıraktı ne de siyasi haysiyet. O zamanda emanet olarak cinlerine bırakmıştı meydana.
Rahmetli Turgut Özal ’ı da bitirdi. Şimdi sırada Tayip Erdoğan var. Ülkedeki istikrar Demirel in rahatını kaçırdı anlaşılan. Cinlerini piyasaya sürdü yine.
Ama sanırım bu defa karşılarındaki uğraşacakları kişi Tayip Erdoğan. O kıvırmaz. O kıvırma siyasetinden gelmedi. Başka yerden güdümlüde gelmedi siyasete. Amerika da yetiştirilmedi. Milli görüş bünyesinde yetişti. Demirel bu defa baltayı taşa çarpacak. Ve sanırım bu son çırpınışları olacak. Zaten bu güne kadar Türk siyasetine ikiyüzlülüğü kıvırmayı, yalanı hileyi şapka kapıp kaçmayı kazandırmaktan başka biriz bırakmayan Demirel tarihin karanlık sayfasında cinleri ile birlikte gömülüp gidecektir.
Hadiseye gelince. Bu yorumlar içinde kızımız Hadise masum olandır. Onun kıvırmasına ayak uyduramazsınız. Hadise bu anlamda daha saf. O fıtratının ve aldığı eğitimin gereğini yapıyor. Demirel’e ve Cin doruğa değil ama ona ayak uydurulur işte.

14 Mayıs 2009 Perşembe

Edep Ahlak ve Hukuk



Edep Ahlak ve Hukuk
Edep, en asgari anlamda insanın kendisine olan saygısıdır.
Bir insan dünyada tek başına kalmış olsa bile, İnsan olduğunu anlar, kavrar ve hisseder. Eşya ve mekan ile münasebetini tanzim eder ve kurallar koymaya başlar. Yani varlığa dahil olmaz, müdahil olmaya başlar .Hayatı ve hadiseleri yorumlar. Edep bunun için vardır ve bunun içinde Müslüman olması gerekmez. Fıtrattan dır.
Yani edepsiz kişi insanlık vasfını da kaybetmiş demektir.
Ahlak ise kişinin sadece kendisine değil çevresine olan davranışlarını da düzenler. Yani iki kişi arasında hukuk olmaz. Burada hukuk ahlaktır. Bu iki kişinin arasında bir sorun olduğu zaman bunu hukuk çözemez. Her iki kişide ahlaklı insanlar oldukları zaman hukuka gerekte kalmaz zaten.
Edep ve ahlak duyguları her insanda vardır. Önemli olan bunların eğitim ile insana kazandırılmasıdır.
Nitekim zirve İnsan Allahın resulü peygamber efendimiz; “ Çocuklarınızı seviniz, ancak onları ahlaklı büyütünüz” buyurur. Bu mesajdan alacağımız hisse kelimenin tam anlamı ile bir eğitim sisteminin temelini oluşturur.
Tabi çağdaşlar bunu istemezler.
Edep ve ahlak hangi değerlere nispetle çocuğa kazandırılırsa o şekilde dışa yansır. Nitekim ocak başı kültürümüzde baba ve annemizin “ ayıp ve günah telkinleri aynı zamanda edebin ve ahlakında İslam esaslarına göre şekillendirilmesi gerektiğini gösterir.
Ama bu günkü çağdaş eğitimde öğretmeni ile kahvede oturanlardan öğrencisini hamile bırakanlara kadar sayısız olaylar görmekteyiz ki, bu bize çağdaşlık diye yutturulan edepsiz ve ahlaksız bir toplum modeli dayatmasıdır.
Hukuk ve siyaset ise İnsanı esas alır. Hukuk ve siyaset insanlar için yapılır. Ve bu anlayış ta olmalıdır. İnsanı esas almayan hiçbir hukukun, siyasetin ve idari sistemin anlamı yoktur. Önemi de yoktur.
İdeolojilerin merkez alınarak dayatılması ise tarihin her döneminde sancılara sebep olmuştur. Ve Kaos üretmiştir. Faşist ve diktatör idarelerde ise kişilerin tanrılaştırılması ile dayatılan hukuk anlayışı yine aynı anlamda kaos üretmekten başka işe yaramaz. Halkın çoğunluğunu mutlu etmeyen, kahır ekseriyetin inançlarına ve değerlerine aykırı kamusal yapılanmalar toplumsal patlamalara sebep olur ve iç savaşa giden yolları daima açık tutar.
BU sebeple edep ahlak ve hukuk milletin asli yapısı ve inançları ile birlikte sunulmalıdır. Çünkü hukukun iki kanadı edep ve ahlaktır.

Sizler ise batıda çöplüğe atılmış siste mi getirmiş bin küsur senelik Türk İslam tarihinin hamili olan Asil Müslüman Türk milletine dayatıyorsunuz. Bu gün merkezi laiklik olan bir anaysa ve hukuk anlayışı vardır. Burada İnsan değil ideoloji esas alınmıştır. Laik ideoloji. Ayrıca laikliğin bu güne kadar din karşıtı olarak algılanmasının doğurduğu sonuçlarda ortadadır. . İnsanlar sizler için malzemedir. Yasalar işleri geldiği gibi yorumlamak yukarda sözünü ettiğimiz edep ve ahlak anlayışına aykırıdır. Bu anlamda bu günkü anayasa mahkemesi hukuk çizgisinde sınıfta kalmıştır. Millet meclisinin aldığı kararı esastan bozmakla bu milletin değerleri ile çatıştığını ve Laik ideolojiyi esas aldığını tarihe kayıt olarak düşmüştür. Demirel gibi siyasetçilerin Ve kendilerine onursallık verilen bir takım kişilerin ve halen daha anayasa mahkemesi üyelerinden birçoğunun hukuk açsısından sınıfta kaldıkları ortadadır.
Bin dört yüz yıllık muazzam bir hukuk literatürüne sahip olan Anadolu insanı batıdan devşirilen kelimenin tam anlamı ile toplama kanunlarla ve hukuk anlayışı ile adaleti tevzi etmeye çalışmak cahilliktir. Esasen bu kelimeyi kabul etmeyenlere ne hafif yaftamız ise ihanettir.
Edep ve ahlak Müslüman milletin asaleti ve haysiyetidir. Haysiyeti olmayan bir hukuk felsefesinin bu millete hiçbir zaman faydası olmayacaktır. un onuru ne kadar olursa buna tarih karar verecektir.
Asalet ve haysiyet hukukun iki kanadıdır. Hukuktan asalet ve haysiyeti alırsanız onu özünden ayırmış olursunuz. Geriye ne kaldığını bu günkü manzaraya bakarak anlamak mümkündür.
Kanun çıkartmak kolaydır. Kanunu Fidel Kastro’da çıkartır Ebu cehilde. Hukuku şeytanda üretir Firavunda.

Ergenekon terörö örgütün bir numarası Demirel olabilir mi


Ergenekon’un bir numarası Demirel olabilir mi?

60 İhtilalinden sonra Türk siyaset piyasasına sürülen Demirel kendi deyimi ile altı kere gitti yedi kere geldi. Yaşı elli olanlar Demirel ‘in kırk yılını bilirler. Türk siyasetini şekillendirmekte kararlı olanlar Adnan Menderes’ ten boşaltılan koltuğa Demirel’i getirip oturttular. Görünüşte ise halk kendisini tek başına iktidara getirdi.
Aslında göz bağcılığını halka anlatması ve iktidara gelmesi gösteriyor ki, ikna kabiliyeti çok yüksek biri.
Bu anlamda bir numaradır Demirel.
Arkasından kendisini siyaset piyasasına sürenler 12 Martta kenara çekilmesini emrettiler! Yeniden bir yapılandırma gerekiyordu. Demirel emri ikiletmedi. Ama kendisi ikiledi ve hızla çekildi.
Emre itaatte de bir numaradır Demirel.
Derken malum yetmişli yılların kargaşa ortamına çekildi ülke. Gençlik sağ sol kamplaşması ile birbirlerine kırdırılırken, sosyalist enternasyonaller okunurken, okullarda iş yerlerinde insanlar halk mahkemelerinde yargılanıp infazlar edilirken caddelerde gençlik birbirilerinin elerline tutuşturduğu silahlarlarla birbirinin kanını dökerken, kendi evladı olmayan birinin evlatları öldürülen ailelerin acısını paylaşması bir kenara arsız bir tavırla“ Sokaklar yürümekle aşılmaz” diyerek pişkinliğini göstermiştir.
Evet, bence pişkinlikte de bir numaradır Demirel.
Ve 12 Eylül de malum komut tekrar gelmiştir. Ve melon şapkasını kaptığı gibi sırra kadem basmıştır. Yetmiş yılarlın kan ve gözyaşından parsasını toplamak isteyenler Demirel’e şapkasını gösterdiler ve işaret ettiler “ Kaybol “
Bana göre şapka çıkartmakta da bir numaradır Demirel.
İhtilalden sonra rahmetli Özal’ın kurduğu istikrarlı hükümete karşı aldığı tavır ve ürettiği fitnelerle gündeme geldi oturdu. Daha da önemlisi emir komuta halkasına tekrar katıldığı ihtilalci zihniyetlerin saflarında yer alarak malum işine tekrar başladı. “ Dün dündür” cambazlıkları, “ Ben demagoji ustasıyım” göz bağcılığı ile seksen yılından sonra da siyaset piyasasında yerini aldı.
Bence istikrar bozmada ve istikrarsızlıkta da bir numaradır Demirel.
Tekrar siyaset sahnesine girmesine rağmen artık göz bağcılıkla yalancılıkla lâfebeliği ile halk desteğini alamayacağını anlamıştı. Buna rağmen kısa süre başbakanlık yaptı. Ve arkasından aldığı emirle, bir takım ayak oyunlar tavizler ile cumhurbaşkanı seçildi.
İşte emir komuta zincirinizdeki görevini yirmi sekiz şubatta da gösterdi ve hükümetin devrilmesine göz yumdu. Hatta göz yummadı bizzat istedi. Ve yıllarca ağzında gevelediği demokrasi sakızını bütünü ile yuttu.
Demokrasiye ihanette de bir numaradır Demirel.
Şimdi bir söylenti dolaşıyor gazete köşelerindeki satır aralarında.
Ergenekon’un bir numarası Demirel mi?
Ergenekon terör örgütünün bir numarası olamayacak kadar sığ ve kukla olan Demirel’e kimse böyle bir çaplı örgütü güvenmez.
Bu sebeple Ergenekon’ un bir numarası olamaz.
O Türk siyasi hayatının bir bölümünde, şapka kapıp kaçmakla, Yalan söyleyerek büyük kitleleri ikna etmekte, İstikrarsızlıkta, demagojide emir komutaya uyumlu olmakta hep bir numara olarak kalacaktır.

Hadise Tanınmak ve Tanıtmak ise.


Hadise Tanınmak ve Tanıtmak ise.
Aslında okuyucu yorumlarına cevap vermek gibi bir alışkanlığım yok. Biliyorum ki birileri makaleden alacağını almamışsa onun bir şeye ikna edilmesi gerekmez. Zamana bırakmakta fayda var.
Hadise de Hadise başlıklı makalenin altına yorum yapan suna rumuzlu bir okuyucu kendi penceresinden bakarak yorumlamış. Öyle olması da gerek.
Her insan kendisinin dışarıya farklı u-yansıtır. Biliriz ki hiç birimizde toplumda kendimizi dışa yansıttığımız gibi değilizdir. Gerçek kişiliğimiz gerçek fikrimiz düşüncemiz her zaman için dışarıya ya tam kapalıdır ya eksik yansımaktadır.
Veya kısaca herkesin kendisinin bir takdim ediş biç.imi vardır. Herkes farklı bir pencereden bakar a hayata. Bu fert planında böyledir
Milletler arenasındaki tanınma olayı ise fazla farklı değildir. Fark şurada dır ki devlet fertleri değil milletin değerlerini esas alarak kendisini milletler arası arenada takdim eder. Siyasi politik ve kültürel alanda dünyaya bizi tanıtmak isteyen devlet bizim ortak değerlerimizi esas alarak buna göre bir dışa yansıma gerçekleştirir. Bu Milletimizin menfaatlerine olacaktır
Burada konumuzla direk alakalı bir tarihi olayı düşmekte fayda vardır. Umarım suna rumuzu ile yorum yapan okuyucumuz pencereyi değiştirerek hayata ve hadiselere farklı bakmaya başlar.
Şubat 1892 tahmin edeceğiniz gibi Abdulhamid dönemi. ABD başkanlığına gelen Theodore Roosevelt Chicago da uluslararası bir fuar düzenledi. Amacı ABD nin gücünün dünya devletlerine göstermekti. Bunun ama cı elbette sadece güç gösterisi değildi. Aynı zamanda politik ve siyası amaçları vardı. Nitekim o dönemde halen daha devlet olarak statü kazanmamasına rağmen Mısır’ı devlet olarak kabul edip Mısırı da fuara davet etmişlerdi. Tabii Osmanlıyı ’da. Osmanlı Meclisi bir plan yaparak Yıldız sarayına Abdulhamid hanın huzuruna geldiler. Chicago fuarına nasıl katılacakları hakkında sultana bilgi verdiler. Verdikleri bilgi şu idi; Sema eden dervişler, nargile içen işsizler, Yaşlı köylü kadınları. Eşekle odun taşıyan oduncular. “
Abdulhamid han hükümetin hazırladığı bu Türk köyü projesinin görünce hiddetle ayağa kalkar ve der ki;
“ Efendiler. Uluslar arası arenada bir devlet ve Türk milleti böyle tanıtılmaz. Burada bilim ve teknolojiye açık, kadim kültür ile bilimi buluşturan bir ülke imajı vermemiz gerekir. Gelenek ve göreneklerimize tümünü İslami değerlerimiz içinde hercümerç ederek dünyaya takdim etmemiz gerekir. Bunun için önce Sultanahmet mimari projesinin öne çıkaracak şekilde bir Osmanlı çarşısı yapılacak. Buradaki iki dikili taş ile Süleymaniye Camii sininde küçük bir maketi yapılacak. Arapça ve Türkçe yayınlanan iki gazete çıkarılsın tanıtım amaçlı. Bir tiyatro kurulsun. Hemen yanına memleketimiz tanıdan büyük bir fotoğraf galerisi kurulsun. Soylu atlarımızı tanıtan büyük bir meydan kiralansın. Fes haneden ay yıldızlı bayrağımız büyük bir şekilde işlensin görkemli bir yere asılsın. Vitrin camlarına ay yıldız işlensin. Tersane i hümayun da üretilen torpidolarımızdan ikişer adet teşhir edilsin Girit sabunu, yangın söndürme cihazları ve yangın söndürme aracımız tanıtılsın. Hareke de Kosova da ve Trabzon da imal edilen halılarımız el işlemelerimiz ve tekstil mamullerimiz teşhir edilsin. Kuyumcularımızın el işlemesi altınlarımız tanıtılsın. Telgraf ve elektronik malzemelerimiz yün pamuk haşhaş gibi mamullerimiz tanıtılsın. Bir Osmanlı Kruvazör nün maketi hazırlansın teşhir edilsin.
Evet, cennet mekân olsun sultanın sun cümlesi nedir biliyor musunuz?
“ Kenarda köşede bir yer istemiyorum. Osmanlı devletine ve milletine yakışır şekilde fuarın en pahalı yeri en görkemli yer kiralansın”
Evet Abdulhamid han ve biz böyle tanınıyoruz. Bizi onlar bu haysiyetli duruşlarımız ile tandılar. İşte bu duruş ki Osmanlıyı otuz kusür yıl yıkılmaktan kurtarmıştır.
Acaba gelecekteki yabancı milletlerin nesilleri bizi nasıl tanıyacaklar.
Sahnede kalça kıvırmamızla değil mi; ?
Bu fuara katılım biçimine baktığımı zaman devletlerin münasebetlerinde ve bir birlerine karşı tanıtımlarında esas alınan faktörler arasında Hadisenin göbeği yok.
Şimdi okuyucumun eleştirisindeki ifade den anladığım kadarı ile Hadise eurovizyon yarışmasında Türkiye nin tanınmasına katkıda bulunacak. Herhalde bunu demek istedi. Okuyucunun eleştirisi şöyle
” yazdıklarınıza katılmıyorum.tamam hadisenin fiziği gerçekten muhteşem ama sesinin de hiçe saymamak gerekir..kırın artık şu kapıları da ufkunuzu açın biraz. Türkiye nin tanınması için iyi bir fırsat yakalamışız siz bunu desteklemek yerine kösteklemeyi tercih edenlerdensiniz... İnsanları karamsarlığa itmeyi neden düşünürsünüz bunu anlamam bir türlü... Bırakın bütün bunları da insanların başarılarıyla gurur duymaya bakın. Evet, ne yazık ki biz çoktan kaybetmişiz”
Evet çoktan kaybettik. 1933 yılında yanılmıyorsam dünya güzellik yarışmasında bir kız gönderdik ve birinci geldik. Birincilik veren jürinin daha sonraki açıklamaları ise benim haysiyetime dokundu. Sizi bilemem. “ Türk kızına birincilik verme sebebimiz çok açıktır. Sadece Türk milletinin podyuma çıkartmayı başardığımız için onlara bunu verdik dediler ve bir daha da katıldığımız tüm dünya güzellik yarışmalarında vermediler.
Şimdi Hadise Türkiye yi kültürel olarak mı temsil ediyor. Hayır. Çünkü ne şarkısı ne dansı ne de tarzı bizim kültürümüz değil
Politik olarak mı bizi temsil edecek
O zaman geceyi Putin’in yatağında geçirmesi gerekir. Çünkü biz Rusları Katarina ile tanıdık ya. Sağ olsum Baltacı Mehmet Paşa
Ekonomik olarak mı bizi temsil ediyor.
Siyasi olarak mı?
Sahi Hadisenin orda hadise çıkartması ülkeye ne faydası var
Geldiğimiz noktayı göstermek için deyin. Dünyaya gösterecek Ahlak ve milli değerlerimiz kalmadığı için bunu bulduk deyin
Avrupa ya yaranmak için istedikleri şekle geldiğimiz göstermek için deyin.
Tarihimizin ve geleceğimizin içine ettiğimizi dünya alem görsün diye deyin ama sakın ülke tanıtımı demeyin. Günümüz nesilleri için aslında dünyaya tanınmak ve dünyayı tanımak ne yazık ki göbekten aşağı bloke edilen akıllarının yettiği kadardır.
Biz 1800 yıllarında da dünyanın öbür ucundan tanınan bir millet idik. Afrika nın diğer ucuna kadar her yerde Türk milleti tanınır.
Bunun için sahneye kalça göndermeye gerek yok

7 Mayıs 2009 Perşembe

İstenen Oldu

Mardin deki katliam yapılan köyden bahsediyorum. Amaç köyleri boşlatmaktı. Bir anda 44 kişinin katledilmesi bunu sağlamaktı. Kadın yaşlı çocuk hamile namaz kılan demeden katledilen insanların köyü öyle boşaldı diğerleri de sıranın kendilerine geleceğinden korkarak köyden ayrılıyorlar.
Aslında bunlar cevaplanması gereken sorular.
Yüzleri maskeli ve son derece planlı bir saldırı. Ama ne hikmetse hemen yakalandılar. Madem hemen yakalanacaklardı da neden yüzlerini kapattılar. Yakalananlar onlar mı? Yoksa birileri mi sürdü bunları piyasaya?
Diğer yandan camide namaz kılana kurşun sıkmak hamile kadınların karnındaki bebeği kurşunlamak Ermeniz mezalimleri hatırlatmıyor mu?
Bunlar Müslüman değil mi? Hangi Müslüman’ın töresinde böylesine bir vahşet var ?
Tarihte biz bunu Ermenilerden gördük. Gazze dede Yahudilerden
Acaba şu PKK il Ermeni işbirliği biraz daha titiz olarak incelenemez mi?
Yapılan açıklamalar bana yeterli ve inandırıcı gelmedi. Ekranlara getirilen sosyologlar bölge uzmanları bile bu işin kan davası veya töre cinayeti olmasına anlam veremiyorlar. Şimdide bir yasak aşk hikâyesi çıktı. Benim bildiğim bu tip hesaplaşmalarda genellikle hedefte bir veya birkaç kişi olur.
Kadın olmaz hedefte. Hamile kadın hiç olmaz. Masum çocuklar muaf tutulur. Namaz kılan ve hatta bölge ile alakası olmayan Bir İmam ve Öğretmen hiç olmaz
Hayır, beyler, ben bu işin arkasında siyasi bir hesap arıyorum. Hem de tarihi bir hesaplaşma arıyorum. Vakit ile ( 1912 yılında ) İngiltere’de kurulan Kürt cemiyetlerini kuranların da Ermeni ve Yahudi olduklarını düşündüğümüz zaman bu gün PKK ‘ Kürt sorunu diyerek Ermenistan ve İsrail in ekmeğine yağ mı sürüyor?
Bir taşla iki kuşta değil hem de üç kuş avlayarak.
İsrail in Kuzey Irakta kurdurmayı düşündüğü ve taşeron olarak kullanacağı bir Yahudi Kürt devleti.
Aynı zamanda Güney doğuda Ermeni varlığını sürdürmekle Ermenistan’ın ileri karakolu veya savunma hattı oluşturması
Ve her zaman olduğu gibi üçüncü kuş Ülkede istikrarsızlık
Ergenekon davasını izlerken Ergenekonun kaos planı içerisinde yer alan PKK nın önemli işlevleri olduğu ve olacağı anlaşılıyor. Sanırım Bölücü başı ile görüştüğü ekranlara getirilen Yalçın Küçük gibilerin kimlikleri daha iyi kontrol edilse iyi olur
Kürt Türk diyerek yıllardan beri bölge çocuklarının Kürt meselesi diye Askerlerimizde vatan millet Sakarya türküleri ile kırdıran bu zihniyetin daha iyi okunması gerekmiyor mu?Sahi sizce de ciddi bir terslik yok mu bu işin içinde

5 Mayıs 2009 Salı

Bu Bir Ermeni soykırımıdır


Bu Bir Soykırım
Mardin ilinin Mazı dağında ki toplu katliamdan bahsediyorum. Bu manzara ne kan davası ile izah edilebilir ne de bir kız yünden olacağına.
Bunu ne normal bir bölgesel terör düşman ile izah edebiliriz, nede ne de uluslar Arassı savaş hukukunda yeri var.
Bu kelimenin tam anlamı ile soykırım. Ya da etnik temizlik.
Ermeni katliamlarına benziyor. Ya da Sırpların Kosova’da ki katliamlarına. Haberleri izlerken saldırganların akrabaları olacağını ve kız yüzünden olacağı söyleniyor. Kesin değil ama bütün haber kanallarında ve tüm yetkili ağızlarda bu varsayım dolaşıyor.
Ya da bu yetkililerin ellerine tutmaları için verilen ip ucu.
Ama bu bana kalırsa soy isimlerinin benzemeleri bir şey ifade etmez. Kanları da tutuyor mu acaba? Hangi kan bunu yapar. Biz bunu Sırplardan gördük daha çok yakın zamanda, Karabağ da Ermenilerden gördük. Osmanlının son dönemlerine Ermenilerden gördük. Daha bir yıl bile olmadı Yahudilerin Gazze saldırılarında gördük
Bunu Müslüman yapmaz. Müslüman çocuk kadın ve silahsız kişileri öldürmez. Müslüman camide namaz kılan insanları hiç öldürmez.
O zaman soyadları değil kanarlı tutuyor mu buna bakmak gerek
Yoksa kendi ülkemizde kendi insanlarımız bir soy kırım ile karşı karşıya mı?
Bunu yapanların Ne Müslüman Kürt olduklarına inanıyorum ne Müslüman Türk ne de başka bir dini inanç mensubu olduklarına inanıyorum şahsen. Bunu yapanlar ırkçı, dinsiz ve soykırım hedefleyen bir saldırı bu.
Yüzleri maskeli. Kan davası için yapılan eylemlerde maske takılmaz. Kan davası için yapılan eylemlerde çocuklar öldürülmez.. Kan davasının kendine has kuralları vardır.
Ve ya bu bir infaz timi. Bir taşeron çingene eylemciler gurubunun birilerinin talimatı ile uyguladığı soy kırımdır. Etnik temizleme hareketidir. Hükümete karşı alınana bir tavrın uygulamaya konulmasıdır. Bunun için hassas yerler seçilmektedir.
Ama ben şahsen bunu yapanların Müslüman olmadıklarından eminim. Bu vahşi ve iğrenç katliamı soyadı benzerliği ve kan davası olması noktasından değerlendirmek değil, Bölgede hâkim olamaya çalışan güçlerin etnik temizliği şeklinde bakmak gerekir.
Kısaca bu bir Ermeni katliamına benzemektedir.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Hadise de Hadise


“ Hadisede Hadise
Nasıl alın deryayı/ kafa küçük bir kase/ Kurtuluşmu muradın /
Yolmu aradın kese / Ateşe gir gölgelen / Kaynar suda gülümse
(Necip Fazıl )

Hadise ekrana çıktığında benim bile bu yaşta kalkıp göbek atmak istiyor canım. Aferin hadise. Nihayet ilk defa eurovizyon şarkı yarışmasına bizi temsil edecek bir şarkı pardon kalça bulduk. Yetmiş milyon yüreğimiz hoplattı heyecandan. Mutlaka birinci geleceksin diye ne ümitlerle dua!ediyoruz bilsen.
Sen Türk kültürünün bu gün geldiğimiz noktadaki en iyi temsilcisisin. Tanzimattan bu yana özellikle cumhuriyetle birlikte seni yetiştirmek için neler çekti bu millet. Yüzümüzü kara çıkartma.
Aman kendine dikkat et kızım
Seni yetiştirmek kolay olmadı kızım
Sen bu milletin çağdaş sembolüsün
Sen ki bin yıllık kök salan bir değerler manzumesinin nasıl yok edildiğinin sembolüsün.
Bu anlamda sen gelinen son noktasın
Sen bu milletin seksen senede yetiştirdiği bir değersin
Seni yetiştirmek için hakaret etmediğimiz değerlerimiz kalmadı
Seni yetiştirmek için küfür etmediğimiz kıymetlerimiz kalmadı
Seni yetiştirmek için tarihin bile ırzına geçtik biz
Seni yetiştirmek için namus ve iffet anlayışını bile değiştirdik
Kalçanı çok iyi salla kızım. Jüri görsün kudursun. Dünya görsün nasıl çağdaş olduğumuzu anlasınlar
Belki Avrupa birliğine alırlar kim bilir?
Belki de işsizlik son bulur. Ya da ekonomi düzelir.
Seni yetiştirmek için ne şehitler verdik biliyor musun? Bir bilsen sen bile o sahnede kalçanı değil başka yerlerini sallamaya başlardın.
Salla kalçanı kızım. Türk milleti seninle gurur duyuyor. İnan bana o gece hepimiz TV başında olacak ve senin birinci gelmen pardon kalçanı seyretmek için pürdikkat kesileceğiz.
Belki dua eden salaklarda olacaktır.
Ama kızım sen yinede dualara güvenme. Bu duaların kabul olmayacağından şimdiden emin olabilirsin
Çünkü hiçbir şuurlu Müslüman buna dua etmez. Kazanırsın belki. Ama bu ancak kalçanı ne kadar tahrik edeci şekilde sallayacağına bağlı.Ya da jürinin o sırada ne kadar tahrik olacağına
Nasıl olsa koca bir milletin bin küsur yıllık birikimini sahnede kalçana takarak oynatacaksın
Nasıl olsa iffet namus gibi erdemlerle bir yere varamadık. Hiç olmazsa senin kalçalarınla varırız bir yere belki.
Öyle değilmi kızım. Sen tam bir hadisesin inan bana.